Geçtiğimiz günlerden birinde Muzaffer Oruçoğlu ile felsefe ve sanat-şiir ilişkisini konuşuyorduk. Sanata ilginin azaldığını ve önümüzdeki süreçte daha da azalabileceğini, buna mukabil felsefeye ve politikaya ise ilginin artacağını söyledi. Gerekçesini açıklarken de sanatın, giderek hayali konu ve sorunlar içine fazla gömüldüğüne dikkat çekmişti. Ben de -kısmen- desteklemiştim bu yaklaşımı. Öte yandan politikayı, özellikle de felsefeyi, ülkemiz açısından düşündüğümüzde, durumun hiç de iç açıcı olmadığını düşünürüm. Yine de güzel, başarılı çalışmalara, emekçi sınıfların ve aydınların çabalarına dikkat çekmiştik Oruçoğlu ile.
Felsefe öğretmeni Hasan Çapik’in Sfenks Çatlağı adlı şiir kitabı (İzan Yayınları, 2020, Ankara) elime ulaşınca biraz da bu düşünceler eşliğinde, şairin birkaç şiirine bakayım dedim. Okuduğum şiirler diğerlerini de okuttu. Her zaman böyle olmuyor. Konu genişliği, ilk ilgimi çeken özellik oldu. Konuların bireysel veya insan-doğa ilişkisi yerine doğrudan ve yoğun olarak sosyal ve tarihsel sorunlardan seçilmiş olması anlamlı geldi bana.
Hem Kendisi Hem Başkası Olmak
Kitabın adı olan sfenks çatlağı da bu genişlikle ilgili sanırım. Diyalektik bir kavrayışa gönderme yapıyor. Bir şeyin hem kendisi hem kendisi olmayanı işaret etmesi bakımından manalı bir tercih olmuş. Sonsuzmuş gibi görünen eşitsizliğin hiç de öyle olmadığı, onun da ölümlü ve geçici olduğu şiirin son dizelerinde şu şekilde ifade edilmiş:
“hareket doğru hamle bekler halktan
ölümü adına bu ölümsüz eşitsizliğin” (S. 12).
Konu genişliği elbette bir şiirin, şiir kitabının gücünü/özgünlüğünü göstermek için yetersizdir.
Şiirin kendine özgü dil kullanımı, dize anlayışı, imge kurulumu olduğunu ve bu imgelerden estetik simgelere yükselmesi gerektiğini bilmek gerekiyor. Dolayısıyla yazdığımız dilin (anadili) icra tekniklerine ziyadesiyle hakim olmak gerekir. Bu yüzden pekçok genç arkadaşın kulağa hoş gelen sözlerle söz ve sözcük öbekleriyle yazdıkları eserlerin şiirle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Çapik, belki mesleğinin de gereği olarak dilin inceliklerine temas etmiş ve şiir dizesi oluşturmakta yetkinleşmiş biri olarak görülüyor. Mesela bizi çocukluğumuza götürürken kurduğu şu dizelere ne dersiniz?
“Çocukken insanlar yapardık çamurdan
ne meniden ne tanrıdan tek çamurdan
kaderleri olmazdı ki kederleri olsun
korkuları olmazdı ki orduları olsun” (S. 13).
Sevgili Hasan’ın şiirlerini okurken uzak tarih yanında yakın siyasal tarihimizin de film şeridi gibi gözümün önünden aktığını fark ettim. Gezi’de yitirdiklerimiz, Suruç’ta katledilenlerimiz şiir olup bize sert-yumuşak ama mutlaka temas ediyor. Sonra insanın, toplumun ve dünyanın sorunlarına inilir. Sorun şiir olur ve bize seslenir: “yoksulluk yama açar / dört mevsim çöl dünyada” (S. 18).
Şiirin Dili ve Dilin Gücü
Felsefe ve şiirin tartışıldığı her ortam dili (düşünceyi) merkeze almayı gerektirir. Nihayetinde şiir, dil ile yapılıp yazılıyor. Çapik’in şiirlerini inceleyip, ondaki katmanlı/karmaşık yapıyı fark ederken tabir caizse, kitaptan çıkıp düşüncenin derinlerine de daldım. Bilindiği üzere dilbilim üzerinden yapılan bazı -ana akım- felsefelere göre dil, varlığı betimliyor, onu resmediyor yani. Wittgenstein böyle bir yerden bakıyor dile: Resim kuramı. Nermi Uygur da Dilin Gücü adlı eserinde dili, varlığı başka bir düzleme transfer eden bir çeviri düzeneği olarak değerlendirir.
Şüphesiz ki varlık, kendisini değişik tarzlarda var kılar evrende. Kaldı ki evren de, bu tarzlardan birisidir. Bununla birlikte dilin, varlığı resmetme ve farklı düzlemlere çevirmesinin tek değil birçok yolu, tekniği ve formu vardır. Felsefe, bilim, politika, sanat ve konumuz olan şiiri bunlara örnek verebiliriz. Dolayısıyla şiirin ne olduğunu saptamak ve onu diğer düşün ve sanat disiplinlerinden ayırmak için sorulacak soru şu olabilir:
Bir varlığı veya varlık tarzını resmeden, çeviren bir söz öbeği (tümce diyelim) ne zaman felsefe, bilim veya politika cümlesi olur da ne zaman şiir olur? Şiir dizesi için söz öbeğinin devrik cümle olması veya cümledeki kelimelerin yerlerinin değiştirilerek çarpıcı hale getirilmesi yeterli midir? Değil elbette.
Şu kadarını söyleyeyim ki, bütün düşün ve sanat disiplinleri aynı öz üzerine odaklanır. Başkalık ise biçimle (form) ilgilidir. Dolayısıyla şairin, şiir formunu diğer formlardan ayırabilme bilincinde ve düzeyinde olması beklenir. Güzel bir fikir cümlesi, ancak şiir formunda dile getirilebilirse şiir niteliği kazanır.
Sokaklarında Kendinizi Bulduğunuz Şiirler
Bütün disiplinler gibi şiirin de iki özelliğini anmak gerek. Birisi yapısal özelliktir. Dizenin yalın veya katmanlı ve karmaşık olarak ama ses ve sözcük tasarrufu gözetilerek kurulmuş olmasıdır. İkincisi ise konu ettiği dünyayı/evreni devirip aşma potansiyeli taşıyor olmasıdır. Buradan baktığımızda Hasan’nın şiirlerinde statükoyu aşma eğilimi gösteren bir izlek görüyoruz. Böylece kuru bir gerçekçilik anlayışıyla mevcudu yeniden üreten düşün ve sanat anlayışından ayrıldığı görülüyor.
Afşar Timuçin, Fransız romantik şairi Mallarme üzerine yazarken şairdeki çok yönlülüğe işaret etmişti. Bu kriter şiir için son derece önemli. Onlarca şiiri aynı teknikle kuran, monoton bir iz süren, benzer imgelerle dizeler oluşturan kişiye şair demek mümkün mü? Felsefi bilincin her şaire katkısının olacağını ileri sürersek bu katkının Çapik için de geçerli olduğu söylenebilir. Şairin çok boyutlu dediğim şiirinde kendinizi mutlaka bulacağınız bir kategoriye rastlarsınız. Bakmışsınız ki bir köylüsünüz, bir başka şiirde gündelikçi, birinde madenci, bir diğerinde eğitimci… Hatta ülkenin ve çağın koşullarına uyarak aşklarla kuşatılmış bir gerilla da olursunuz:
“Sokaklarım yaşam liri sokaklarım
Kalsın yürek gerillası aşklarla” (S. 25).
Yürüyüşün Dengesini Bozan, Tökezleten Şiirler
Ritim, ses, tempo, denge, simetri gibi kategoriler sanatın tümü için gereklidir. En çok da şiir için. Çünkü güzel ancak bunların armonisiyle mümkün oluyor. Bilinçli kelime seçimlerine rağmen sevgili Hasan’ın şiirlerinde okur, yürürken bazen tökezlediğini, kısmen de olsa aksayarak yürümek zorunda kaldığını da görecektir. Bunu en iyi müzik bilinci yüksek olan okurlar anlayabilir diye düşünüyorum. Bu aksama bazen dize içinde, bazen dizeden alt dizeye geçişte bazen de bölüm değiştirirken görülüyor. Şu dizeleri örnek olarak anmak isterim:
“Küçük tanrıları taşeronlar
Sarısap sendika över yolda
Her şeye arabesk işçilere” (S. 51).
Şiirde sözcük dediğimizde de iki yönüne bakmak gerekiyor: Anlam ve ses. Ses için söylersek Çapik’in ses aramaya özen gösterdiğini fark etmemize rağmen armoniyi tırmaladığını söylemiş oluyorum. Sabahattin Ali’ye ithaf edilen şiirdeki “akortsuz dünya” ifadesi aslında soruna başka bir bakımdan açıklık getiriyor (S. 70). Dünya gibi şiir de akortsuzluğu kaldırmaz. İyi akort edilmemiş bir sesle yazılan şiirde, şair detone olur. Toplumcu gerçekçi şairin işlevi aynı zamanda akortsuz dünyayı akortlayarak yine sevgili Hasan’ın isabetle söylediği gibi ona devrimci bir yön vermek olmalıdır. (S. 43). Şiirin hücumlarını dine, devlete ve sermayeye dek ilerletirken de şair adeta bir temizlik ve yeniden inşa peşindedir (S. 62).
Felsefe, Düşünce ve Şiir
Çapik, bana gönderdiği bir mesajında şiirde felsefe (düşünce) olur mu diye sormuş ve buna karşı gelişen negatif tutumlardan söz etmişti. Halbuki yazdığı şiirlerle bunun yanıtını ikna edici tarzda, felsefeyi olumlayarak vermiş oluyor. Çehov da söyler: Her sanat eseri bir düşünce (felsefe) için vardır. Bununla birlikte söylemeye bile gerek yok ki felsefe şiir değildir, felsefi ifadelerden yapılan dizeler de şiir dizesi değildir. Soru bağlamında denilebilir ki, Çapik’in şiirlerinde belirli bir felsefi tat ve felsefi dokunuşun kendini hissettirmesi doğaldır. Bu durum, şairin felsefi bekraundu ile ilgilidir ve pozitif bir durumdur.
Şiir, şairin zihninde ses, söz, cümle öbeği olarak bir bütünsellik içinde kurulan bir sistemdir. “Şu kelimelerden, şu cümleden, şu düşünceden şiir dizesi yapayım” tavrı şairce bir tavır değildir. Elde edilen dize de şiir dizesi sayılamaz. “Şu filozofu, şu felsefi akımı öğrenip felsefeci olayım” tavrının filozofça bir tavır olmaması gibidir. Bu yüzden Çapik’in şiirleri düşünce (felsefe) içerikli ve şiir tekniğiyle kurulmuş başarı düzeyi yüksek şiirlerdir diyebiliriz.
Venceramos Venceramos Venceramos
(Kazancağız Kazanacağız Kazanacağız)
Aşkın sırrını şiirin sırrında bulan Çapik, tarihsel şahsiyetlere, sıradan söyleyişlere, halk ifadelerine, sokak ağzına başvurmadan çekinmeyerek yazıyor. Mitolojiye ve düşünce tarihine temas ederken filozofların fragmanlarından da dizeler kurmaya çalışıyor. Herakleitos’tan bir parça alıyor örneğin: “insanın karakteri kaderidir” (S. 84). Hiç sanmıyorum Hasan hocam! İnsanın karakteri de kaderi de Marx’ın pek güzel belirlediği gibi toplumsal ilişkilerinin toplamıdır. Sen de bir şiirinde ne de güzel değinmişsin: yüreklere, yurtlara… (S. 51).
Bir estetikçi söylemişti: sanatın yurdu olmasa bile her sanatçının bir yurdu vardır. 1977’de Adıyaman’da doğan Hasan Çapik, Adana-Çukurova Üniversitesi’nde felsefe okumuş. Siyasal rüzgarın fırtına ve tayfun misali estiği koşullarda dünyaya felsefeyle bakarak bir eğitim süreci geçirmiş. Dolayısıyla şiirlerine “mücadele mücadele mücadele” sözlerinin eşlik etmesi düşündürücüdür (S. 89). Keza Victor Jara’dan aldığı bir fragmanla başladığı bir başka şiirinde “venceramos venceramos venceramos” yani “kazanacağız kazanacağız kazanacağız” diye seslenmesi de manidardır (S. 73). Bu seslenişten hareketle de Çapik için yüksek sesli felsefi şiirlerin şairi sıfatını kullanabiliriz.