Zulmün 10.000 yıldan beri “uygarlık”, “modernizm” “aydınlanma, “demokrasi” ve “hukuk” adı altında yaydığı karanlığa karşı hakikatin kızıl ışığını bir kez de Sivas’ta yakmak üzere yürüyüşe geçenler, bundan tam 29 yıl evvel saray ve saltanat sahipleri tarafından yakılarak katledildiler. 2 Temmuz 1993 tarihinde bir kez daha katliama uğradı Kızılbaş/Alevi toplumu. Çünkü hakikatin ışığını yakanlar, her tarihsel süreçte olduğu üzere yine ezilenlerden oluşmuştu. Yaktıkları ışığın ve bu ışığın aydınlattığı yolda yürüyenler Alevi/Kızılbaş toplumundan başkası değildi. Sivas-Madımak otelinde gerçekleştirilen katliamda 33 aydın, sanatçı, çocuk ve yetişkin insan alevler içinde can verdi.
Cumhuriyet tarihinin en kanlı saldırılarından birisi olan Sivas-Madımak’ta yaşamlarını kaybedenler bir haftadır çeşitli eylem ve etkinliklerle başta Türkiye ve Kürdistan olmak üzere dünyanın pek çok merkezi ve yerel birimlerinde anılıyor. Bunlardan birisi de 2 Temmuz 2022, Cumartesi günü Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nde (Güngören-İst) gerçekleştirildi. Şube başkanı Kenan Yerlitaş’ın açış konuşmasından sonra konuya felsefi bir yorum getirmek üzere benim de bir sunumum oldu. Müzisyen Ali Dinç’in de günün anlamına uygun eserler seslendirdiği programdaki sunumumdan hareketle 2 Temmuz katliamına dair birkaç noktaya değinmek istiyorum.
Modern Hurafeler eşliğinde Süren Saldırılar
Katliamın yaşandığı anları anımsayanlar, Türk egemen sınıfları başta olmak üzere dünyanın sömürücüsü olup insanlığa, insan hakları dersi veren emperyalizmin saatlerce katliamı canlı yayınlar aracılığıyla seyretmekle yetindiğini sanırım hatırlayacaktır. Bu kesimler, başbakanıyla, cumhurbaşkanıyla, bakanıyla, polis şefiyle hep bir ağızdan, adeta koro eşliğinde kendilerini, dolayısıyla yönlendirdikleri katilleri fail olarak belirlemek yerine hakikatin izinden yürüyenleri suçlamışlardır. İlkel psikolojik duygulardan hareketle (gerçekte sınıfsal) sorunu açıklayan bu gerici-faşist zihniyet sahipleri katliama “Tahrik” dediler, “münferit” dediler, “dine” saldırı dediler. Bunlara benzer pek çok “modern hurafe” üretilerek saldırıyı meşrulaştırmanın teorisini ürettiler. Aradan 29 yıl geçti. Alevi toplumu başta olmak üzere bu türden katliamlar, ezilen sınıf, ulus ve halklar açısından hiç eksik olmadı. İlk değildi elbet, son da olmadı.
İnsan Hakları ve Hukuk Çağı
Sorunun anlaşılmasında kişilerin rolü olsa da asıl olan sistem meselesidir: Sınıflı uygar toplumun kendisi asıl faildir. Dolayısıyla egemen sınıfların ön plana çıkardığı gibi böyle bir katliamı siyaset psikolojisi üzerinden hareket edip Aziz Nesin veya dönemin, PSAKD eski genel başkanı, Murtaza Demir gibi aydınları suçlayarak (tahrik) açıklamak, gerçekleri gizlemek ve üzerini örtmek içindir. Dolayısıyla konuya tarih felsefesiaçısından bir açıklama ve yorum getirmek zorunlu görünüyor. Alevilere dönük saldırıların tarihsel motivasyonları nelerdir? Alevi/Kızılbaş toplumu nasıl bir tarihsel mirasın izini sürmüştür/sürmektedir? Şimdilik şu kadarını söylemekle yetinelim: Alevi/Kızılbaş toplumu sınıflı uygar topluma karşı komünal (eşitlikçi) geleneklere bağlı kalmanın bedelini, modern tarih boyuca katliamlara uğrayarak ödemiştir. 2 Temmuz katliamının temel motivasyonu da bu noktada aranmalıdır.
Kuşkusuz ki sosyal tarih boyunca saldırma ve zulme uğrayan yalnızca Alevi/Kızılbaş toplumu değildir. Her tarihsel kesitte katliamlara uğrayanlar esasen ezilen sınıflar (yoksul köylülük, proletarya) ezilen cinsler (kadın), ezilen uluslar (ülkemiz açısından Ermeni, Çerkes, Arap, Kürt vs), ayrıca konumuz açısından da ezilen inanç gruplarıdır (Anadolu/Mezopotamya’da Alevi/Kızılbaş toplumu). Köleci dönemde başlayan kıyımlar tüm Ortaçağ boyunca sürdüğü gibi Rönesans, Aydınlanma yıllarında da hız kesmeden devam etmiştir. Sivas katliamını da “İnsan hakları ve hukuk çağı” denilen 20. yüzyılda cereyan etmiş ve katliamın merkezine aydın ve sanatçılar, üstelik toplu bir kıyım biçiminde konulmuştur.
Aydın ve Sanatçıları Yakmanın Anlamı
Düşünce, bilim ve felsefe tarihi aydın ve sanatçı kıyımı bakımında “zengin” sayılır. Sokrates ve Bruno gibi isimler genel kültür düzeyinde herkesin aklına gelen yalnızca iki kişidir. Bir soru: 2 Temmuz’da aydınların yakılması ne anlama gelir? Kitap yazıyorlardı kitapların yakılması anlamına gelir. Sinema, tiyatro ve karikatür yapıyorlardı. Sinema, tiyatro ve karikatürün yakılması demektir aynı zamanda. Müzik besteliyor, kaset çıkartıyorlardı, felsefe yapıyorlardı. Bunların yakılması anlamına geliyor. Oysa Sivas katliamının bu betimlediklerimden farklı bir boyuta daha var ki, çok önemlidir. Şöyle ki, Avrupa’da ve daha birçok yerde kitaplar, kütüphaneler, filmler, tablolar yakılmıştır ama sanat ve kültür ürünlerini üretenlerin bir otele doldurulup toplu halde yakılması bizim topluma, daha doğrusu yüzyıl önce emperyalistlerin ülkemizde kurdurttuğu devlete aittir. Soysal, laik, hukuk, devleti böyle bir cinayeti organize etmiştir, göz yummuştur, alt yapısını oluşturmuştur.
Batı’da ve Doğu’da Engizisyonun Marifetleri
Üç Dağın Aşılması
Laiklik ve hukuk açısından soruna bakıldığında da gerçekleri görmek zordur. Gerçeklik trajedi biçiminde cereyan ettiği halde burjuva hukuk ve adaleti, topluma komedi izletmektedir! 2 Temmuz Madımak katliamı, 15.000 kişinin katıldığı bir katliam iken tutuklama sayısı 100-150 kişiden ibarettir. İlk celsede suça uygun cezalar verilmeyerek katiller adeta korunmuştur. Çok sayıda katil ise yakalanmamıştır. Dönemin yöneticileri katliamı kanıksayan açıklamalar yapmışlardır.
Davanın seyrine bakılırsa engizisyon, yalnız Batı’da değil Kızılbaşlara ve ezilen sınıf ve halklara karşı Osmanlı döneminde de, cumhuriyet döneminde de hız kesmeden uygulanmıştır diyebiliriz. Katliam Alevi/Kızılbaş toplumu nezdinde Mazdek, Kerbela, Şeyh Bedreddin, Pir Sultan ve Seyyit Rıza trajedisinin bir benzeri ve devamıdır. Uygar toplumun hukuku, bu trajedileri paranteze alma eğilimindedir. Pir Sultan’dan 2 Temmuz’a kadarki davaların hukuksuzluğu bunu kanıtlamaktadır.
Yakarak öldürme, esasen Ortaçağ hukukuna ve engizisyon mahkemelerine özgü bir uygulamadır. Sivas’ta uygulanan da budur. Bununla birlikte Alevi/Kızılbaş inancı gereği idam cezasına karşı olmak gerekiyor; karşı çıkmaya devam etmek de gerekir. Ayrıca bu katliamlar dizisi açısından tümüyle İslam dinini, Müslümanları ve Sivas halkını katillerle aynı kefeye koymak da yanlış olur. Çünkü K. Marx’ın da belirlemesiyle söyleyecek olursak sermayecilik, kendi suretinde, insanlar, ilişkiler ve toplumlar yaratmaktadır. Sınıflı uygar toplum var olduğu müddetçe katliamlar bitmeyecektir. Dolayısıyla çözüm, kitleleri din ve milliyetçilik gibi ilkel ideolojiler şırınga ederek gözü dönmüş caniler haline getiren yığınlara karşı değil feodal, kapitalist sistem ile emperyalizme karşı verilmelidir. Mao Zedung’un tabiriyle söylersek bu üç dağın açılmasıyla mümkündür.
Sevdasıyla, Kavgasıyla Hakikatin Işığından Yürümek
Sunumda, ulus devlet felsefesi açısından da Alevilerin durumunun sorgulanması gerektiğine dikkat çektik. Ulus devlet esasen tek dil, din, kültür ve etnisite üzerine kurulduğu için ezilen dinler yok sayılır böylesi bir sistemde. Bazen de resmi dine asimile edilir. 1920-1923’te kurulan modern ulus devlet değil ki seküler, laik bile değildi, halen de değildir: Alevilerden alınan vergilerle imamların maaşı ödenir! Sünni-Türk dini ve etnisitesi üzerine inşa edilmiş bir devlet söz konusudur. İşçiler ve emekçiler gibi Kürt, Alevi ve ezilen tüm toplum kesimlerinin bu sisteme karşı mücadele etmesi meşrudur. Yüz yıllık bu modern rejim yerine devrimci, demokratik bir düzen için mücadele etmek ve eşit yurttaşlık hakkı en asgari sınır olmalıdır. Dolayısıyla başta PSAKD ve Alevi kurumlarının Diyanet’e, zorunlu din derslerine itirazı ve Cemevlerinin ibadet hane olması gibi talepleri kesinlikle meşrudur; ancak bunlar sistem değişikliği ile mümkün görünmektedir.
Programın gidişine uygun olarak Asım Bezirci ile bitireyim. Asım Bezirci kıyıma uğrayanlar içinde en yaşlısıydı. 66 yaşında katledilen Bezirci’nin yaşamı boyunca siyasal nedenlerle başına gelenler, yüz yıllık rejimin niteliğini de bizlere göstermektedir. Ülkemizin pek çok aydın ve sanatçısı gibi kavgasından, sevdasından taviz vermeyerek Türk egemen sınıfları ile çatışarak yaşadı. Hasret Gültekin’i, konserlerinde izlemişliğim var. Büyük bir değerdi demekle yetiniyorum. Hakikatin ışığına yürüyenler arasında yer alan Asaf Koçak, Behçet Aysan ve Metin Altıok’u da entelektüel kamuoyundan tanır, bilirdim. Programda bu sanatçı ve aydınlar üzerine detaylı analizler, açıklamalar da yapılsa ne iyi olurdu. Ne var ki her eylem ve etkinlik, belli bir sürede gerçekleştiği için mutlaka eksik yanlar kalabiliyor.