Geçen hafta şair arkadaşım İsmet Alıcı’nın Sabah Kasidesi adıyla yayınlanan yeni şiir kitabına dair konuşmak üzere bir araya geldik. Konu şiiri de aşarak müzik ve resim alanına, hatta felsefeye ve siyasete dek genişledi. konuşmamıza ilişkin itirazlar ve eleştiriler de yapıldı. Şimdi ben kısaca Alıcı’nın konuşma içeriğinden kısaca söz edip esasen kendi konuşmamın içeriğinden söz etmek istiyorum.
İsmet Alıcı, konuşmasına şiirle müzik arasındaki ilişkiye değinerek başladı. Bunun dışında taklit güdüsünün şiirdeki karşılığına girerken, şiirle duygu yığınakları arasındaki ilişkiyi de göstermeye çalıştı. Makam müziğiyle şiir arasındaki ilişkiyi göstermek isterken, şiir-matematik arasındaki ilişkinin felsefe alanındaki karşılığını anlatmaya çalıştı. Ona göre antropoloji alanına girmeden şiiri analiz etmek zordur. Dolayısıyla onun açısından çağımızda bilhassa şiirin kökeninden söz edilecekse şiir-antropoloji ilişkisine temas etmek zorunlu görünmektedir.
Şiir: Geist’ın Görünüşe Çıkması
Sanatın erken formlarından birisi olan şiirin miadını doldurup doldurmadığı tartışması Hegel ile başlamıştı. Ona göre geist özgürlük yürüyüşünü tamamladığına göre sanatın zirvesi olan şiir de miadını doldurmuş oluyor. Nihayetinde şiir, geist’ın görünüşe çıkmış yani form kazanmış halidir. Marksizmi de Hegelcilikle ilişkilendirerek düşünecek olursak ona göre şiirin henüz miadını doldurmadığı ileri sürülebilir. Çünkü şiir geist’ın form kazanmış halinden ziyade sınıf dinamiği ile güdülenmektedir. Bu durum birazdan değineceğim müzik ve resim için de geçerlidir.
Şöyle de diyebiliriz: Sınıf mücadelesi var olduğu müddetçe şiir de var olacaktır. Zira genel olarak sanat için söylediğimizi şiir için de şu şekilde ifade edebiliriz: Şiir (sanat), sınıf mücadelesinin imgeler (elbette simgesel olarak) yoluyla ya da genel manada estetik araçlarla sürdürülmesidir. Buna göre şiiri, iktisadi ilişkilerin, üretim olgusunun soyutlammış biçimi olarak tasvir edebiliriz. Bu soyutlama aynı zamanda sosyal gerçekliğin en yoğunlanmış hali olarak vardır.
Şair ve Şiir Yolda Olmayı Gerektirir
Bir burjuva ideolojisi olan İngiliz ekonomi politiği gibi yine bir burjuva-idealist felsefesi olan Hegel’in diyalektiğinin burjuva toplumunda “son” bulması manidardır. Burjuva dünya görüşü, burjuva toplumunu “son” ve “en ideal” toplum olarak tasarlamış oluyor. Bu anlayış, sınıf mücadelesinin de sonunu ilan etmek oluyor. Bu da sanatın son buluğunu ileri sürmekle eşdeğer bir yargıdır. Oysa tarihin en büyük şairleri, burjuva toplumuyla ortaya çıkmış ve buna paralel olarak şiir de günümüze dek gelişip genişlemiştir/genişlemektedir.
Düşün ve sanat kuramları bizi öncelikle resim kuramına götürmektedir. Varlığın bir nevi kopyası olan her türden düşün ve sanat ürünü aslında varlığın değişik bir biçimidir. Aynı zamanda bu biçimler varlığı aşma özelliği gösterir. Bu da mevcut dünyayı, yürürlükteki alemi içerip yeni bir dünyaya yolculuk yapmak anlamına gelir. Filozof ve bilim insanı gibi sanatçı ve şair de bu türden bir yolculuğa çıkmış kimsedir. Bu çerçevede varoluşçu filozof Jasper’e gönderme yaparak (:felsefe yolda olmaktır) şiir, yola devam etmektir diyebiliriz. Yani şair ve şiir yolda olmayı gerektiriyor.
Varlığı Değişik Şekillerde Resmetmek
Sanatçının, şairin veya şiirin yolculuğunu analitik felsefelerde olduğu gibi diğer düşün ve sanat dallarından izole ederek varsayamayız. Çünkü Voltaire’nin de belirttiği gibi sanatlar kardeştir. Onlar aynı varlık durumunu değişik şekillerde resmederler. Bu resmetme eyleminde en belirgin olan ise resim sanatıdır. Her şiirin ya da şiir imgesinin bir resim vermesi manidardır. Şiirin veya şiir dizesinin iki boyutundan söz edilebilir. Birisi resim vermesi diğeri de taşıdığı müzik ve melodidir. Şiiri sosyal yaşamda, insan ruhsallığında etkili ve önemli kılan da bu özelliğidir.
Marksizmin altyapı – üstyapı biçiminde ifade ettiği ayrımın da resim kuramına tekabül ettiği düşünülebilir. Sanat ve konumuz olan şiir de kültürel üstyapıya karşılık geliyor. Özel olarak resim sanatı ise kültürel olanın tuvale dönüşerek somut bir biçim kazanmasıdır. Her ekonomik ve sosyal temel kendine uygun bir düşünce dünyasını gerektiriyor. Sanat ve şiir ise bu düşünce dünyasının değişik bir biçimidir. Bir ölçüde ikiz kardeşidir. Düşüncenin sereserpeliği, daha doğrusu biçimsizliği sözlerle, imgelerle, melodilerle bir nevi disipline edilir. Benzer durum müzik ve resim için de geçerlidir.
Sanatın Biçim Yıkması ve Biçim Kurması
Genel genel olarak sanat ve üzerinde durduğumuz şiir, müzik ve resim bir ölçüde biçim bozma ve biçim kurma etkinliği oluyor. Çünkü resim kuramı, bizi zorunlu olarak biçime götürüyor. Varlık gibi bilgi ve sanat ürünleri de ancak biçimli düşünülebilir. Devrimci bilgi, sanat ve şiir denildiğinde eski biçimlerin yıkılması ve yeni biçimlerin yani olması gereken biçimlerin yaratılması gerekir. Buna göre yıkıcılığın şiirle başladığı da bir başka tez olarak ileri sürülebilir.
Resim kuramına şiirin önderlik ettiğini düşünmek için birçok gerekçe ileri sürülebilir. Mesela bunlardan birisi ilk filozofların, düşüncelerini şiir dizeleriyle yazmış olmalarıdır. Hatta ilk “filozof” da denilebilecek olan Homeros ve Hesiodos gibi yazarların şair olduğu bilinir. Pre Sokratik de denilen Thales’ten Empedokles’e dek var olmuş filozofların şiir dizeleriyle yazdığı görülüyor.
Şiir dizesi, taşıdığı içerik, tasarruflu dil kullanımı, imge ve müzik sayesinde etkili söz söyleme etkinliği oluyor. Eski insanı olduğu gibi günümüz insanını, (şair) çeken de budur. Giderek insanlığın, şiir etkisine girmesinin nedenini de burada aramak gerekiyor. Şiiri, şiirden daha fazla bir üretim olarak görmemizin nedenini ikili özelliğine bağlıyorum. Şiirden somuta (biçim) doğru gidildiğinde resim sanatına, şiirden daha da soyuta doğru gidildiğinde ise müziğe yaklaşıyor olunmasıdır. Soyut sanat türünden bağımsız olarak söylüyorum.
Kim Haklı? Hegel mi Sohopenhaure mu?
Sanattaki bu somutluk ve soyutluk hadisesini ilk olarak konu eden Alman sanat kuramcısı (filozof) Lessing olmuştur. Ona göre sanatlar Real ve ideal olarak ikiye ayrılıyor. Konumuz olan sanat türleri ise Lessing’in optiğinde şöyle görünüyor: Şiir ve müzik ideal sanat türü, resim ise Real sanat türüne giriyor. Şiirin müzikle olan ilişkisini Hegel ve Schophenhauer da sorun yapmıştır. Baştan da söylendiği gibi Hegel, şiiri “son resim” olarak değerlendirmiş ve kavramsala geçmiştir. Schophenhauer ise son sanat kategorisi olarak müziği görmüştür. Çünkü müzik, şiirden de soyuttur ve kavramsala daha yakındır.
Müzik, zaten şiirdir, dolayısıyla da şiir müziği kapsar diye düşünülürse Hegel haklı oluyor. Öte yandan müziğin, şiiri kapsadığı düşünülürse Schophenhauer haklı görünüyor. Şiirin, resmi ve müziği kapsadığı dikkate alınırsa başlangıcı temsil ettiği iddia edilebilir. Çünkü bir dizede, söz öbeğinde resim ve müzik, melodi yoksa orada şiirin olduğunu da ileri sürmek zordur. Buradan bakıldığında “başlangıçta şiir vardı” yargısına dikkat çekmek kaçınılmaz görünüyor.
Şiir: Sınıfların Yok olmasıyla Ortadan Kalkar
Varlık dünyasına karşılık ilk “resmin” müzik olduğu varsayımı Pisagor’dan miras kalmış bir görüştür. Diğer disiplinler gibi müziğin de doğayı, daha doğrusu doğadaki sesleri taklit etme arzusuyla ilgisi vardır. Notalı, solfejli düzeydeki müziğin motivasyonu ise sınıf dinamiği olmuştur. Yani sanatın diğer kolları gibi müzik de sınıflarla birlikte yeni bir biçim kazanmıştır. Müzikle şiirin anakronik değil de senkronik tarzda ilerlediğini düşünmek mümkündür. Açık söylemek gerekir ki bu senkronik oluş tüm düşün ve sanat disiplinleri için geçerlidir. Çok sonraları ortaya çıkan opera, fotoğraf ve sinema türünden sanatlar için de taklit olgusu geçerli olmuştur. Wittgenstein için de dil dünyayı resmeder. Dünyayı dile çevirir, taklit eder yani. Her cümle dünyanın bir kesitini resmini verir: resim kuramı.
Şimdi meselenin detayı bir yana, taklit dediğimiz de Platon’un keşfidir. Ona göre sanat, bir taklittir. Grekçesiyle söylersek: Mimesis. Konuyu şöyle bir varsayımla bitirebiliriz. Düşün ve diğer sanat etkinlikleri klasik burjuva düşüncesinde olduğu gibi son bulmamıştır. Ayrıca tarihin sonunu ilan eden post-modern görüşler de gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Sınıflarla meydana gelen düşün ve sanat tarzları, ancak sınıfların ortadan kalkmasıyla ortadan kalkar veyahut da “yeni formlara” bürünebilir.