Mayıs ayının, Türkiye siyasal tarihinde önemli bir yeri var. 1 Mayıs, proletaryanın birlik ve dayanışma günü olarak başlar. Deniz Gezmiş ve arkadaşları 6 Mayıs 1972’de katledilmişti. İbrahim Kaypakkaya ise 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır hapishanesinde işkenceyle katledildi. Bu yüzden onun adı, halk arasında ser verip sır vermeyen yiğit olarak geçer. Dolayısıyla Mayıs ayında birçok anma etkinliği yapılmaktadır. Bu yapılan anmalardan birisi de İstanbul-Kadıköy’de faaliyet yürüten Yaşam Ağacı Derneği’nde (YAD) gerçekleşti. Konuya ilişkin sunumu, Kaypakkaya’nın arkadaşı ve yoldaşı olan avukat/hukukçu Hikmet Şenses yaptı. Sunum öncesi ve sonrası Şenses ile yaptığım konuşmada değişik pek çok konuyu da öğrenme imkanım oldu. Sunum ve konuşmalardaki bir kaç noktayı burada da sergilemek istiyorum.
Şenses, kendisinin sağcı ve İslamcı bir aileden/gelenekten geldiğini yüksek öğrenimi sırasında ve Kaypakkaya ile tanışması neticesinde hızlı bir dönüşüm yaşadığını belirterek konuşmasına başladı. Mahir Çayan ve arkadaşlarının etkili olduğu bir ortamla tanıştığını ve esas eğiliminin öncelikle bu yönde olduğu, fakat Kaypakkaya ve arkadaşlarını tanıdıkca kanaatinde değişiklikler olduğunu da belirterek konuşmasını sürdürdü. Şenses’e göre Kaypakkaya, kendine güveni yüksek olan ama alçakgönüllü ve cesaret dolu birisiydi.
Şenses’in okul yıllarında hızlı bir dönüşüm yaşadığını ve devrimci/komünist fikirleri çarçabuk benimsediği anlaşılıyor. Bu hızlılık nasıl açıklanır peki? Kanımca sorunu büyük olan bir toplum ve kuşak söz konusu. Bu kuşak da seçkin öğrencilerden oluşuyor. Bu yüzden Şenses’teki değişimi gülümseyerek dinledik desem yanlış olmaz. Gerçi faaliyet alanları faklı olduğu için Şenses, Kaypakkaya ile fazla birlikte olmamış. Yalnız anlatımlardan İbrahim’in okul kadar okul dışını da önemsediği anlaşılıyor. Hatta bu özellik, Şenses’i en çok etkileyen boyutmuş. Bu noktada konuşmacı, “devrimci faaliyeti işçi sınıfı içinde çalışmak” olarak düşündüğünün de altını çizmiştir. Şenses’in bu eğilimi, yine sunumun tümünden anlaşıldığına göre ileri yıllarda daha kuvvetli ve ayrılık nedenleri arasında yer alıp işlev görecektir.
Şenses’in görev alanı batı olarak düşünülmüş. Yani İstanbul merkezli mücadele yürütmüş. Dolayısıyla konuşmada hareketin geleneğine dair pek çok konu ve kişi de betimlenmiştir. Salondan yapılan itiraz ve eleştirilerle pek çok detay da açıklığa kavuşmuş oldu. Eylemler, kaza kurşunuyla ölümler, yakalanmalar vs. Halen etkili düşüncelerin Kaypakkaya’ya ait olduğunu savunan Şenses’e göre onu devlete savaş açtığı için öldürdüler. Görüşleri “tehlikeli’ydi. Çünkü öğrenci hareketini çok aşmıştı. Cumhuriyet rejiminin faşizm olduğunu söylüyor, herkesin feodal gericilik dediği Kürt direnişlerini destekliyordu.
Şenses’e göre Kaypakkaya, Türkiye devrim tarihindeki en büyük isimdi kuşkusuz. Oysa onun sosyo-ekonomik yapı tahlili yanlıştı. Bu çerçevede devam eden sunumda benim en çok burası dikkatimi çekti. Türkiyen’in sosyo-iktisadi yapısını bugün bile kesin sınırlarla belirlemek mümkün değilken o günkü koşullarda ayrılığa gerekçe yapılması bana çok safça göründü. Şu da var ki, bu düşüncesiyle sayın Şenses’e katılmam mümkün değil. Çünkü savunulan tez, üstelik o günkü koşullarda doğru olsaydı, Şenses ve arkadaşlarının izinden gidenler geleneğe oranla çok daha iyi ve saygın bir noktada olmaları gerekirdi. Böyle olmamış, görüldüğü kadarıyla da halen olmadı.
Gelenek içindeki tartışma kültürüne dikkat çekilmesi de sunum içinde önemli bir yer tuttu. Şenses, tarafların sekter bir yol izlediğini, bunun bazen şiddete dönüştüğünü kabul edip eleştirdi. Yine de benim anladığım en makul ve ılımlı bir ayrılıktan söz ediliyor. Sonrakilerin ise çok daha “sorunlu: şüpheli” olduğu ileri sürülebilir. Şenses, konuşmasını iyimser tablolar çizerek bitirme eğilimi gösterdi. Ona göre birçok tatsız duruma rağmen Kaypakkaya’nın ardılları, yoldaşları, arkadaşları, bir arada olabiliyor. Şenses’in, konuşmasını derneklerde, örgüt ve partilerde birlikte hareket eden kesimleri selamlamayla bitirmesi anlamlı olmuştur.