Sözün içeriği ve biçimi arasındaki ilişkiyi konu etmek yeni bir sorun değil. Ne söylendiği mi, yoksa nasıl söylendiği mi önemlidir sorusunun yanıtı da muhteliftir. İlk kuşak filozofların, yazdıklarını ölçülü bir tarzda yazdıkları düşünüldüğünde sözün formu epeyce önem kazanıyor. Thales’ten Herakleitos’a; matematik filozofu Pisagor’dan dört ögeci Empedokles’e dek pek çok filozofun ölçülü yazdığı düşünülür. Buna Homeros’un yazdıklarını da elbette eklemek gerekir.
Düşünce tarihine ve şiir tarihine bakıldığında iki tarzın birbirine karşıtlık gösterdiği anlaşılmaktadır. Birisi akıl tanrısı olarak bilinen Apollon’un yoludur. Kant dahil olmak üzere modern dönem rasyonal filozofları bu çizgide değerlendirmek olasıdır. Felsefe genellikle bu yolu seçmiştir. Diğeri de duygu ve coşkunun tanrısı olan Dionizos’un yoludur. Başta Nietzsche olmak üzere yakın dönemin postmodern filozofları da bu çizgiye yakındır. Tarihsel materyalizm ise diyalektiği merkeze aldığı için ikisini de aşan bir yol önermektedir.
Şiir deyince imgesel anlatım akla gelir. Dolayısıyla kavramlarla yapılan felsefeden ayrıldığı hemen fark edilir. Bir genelleme içinde söylersek filozofun ne söylediğine, şairin ise nasıl söylediğine bakılır. Şairin imgesel sunumunda iki nokta kendini belli eder. Birisi sözün müziğidir, diğeri de sözün zihinde yarattığı resimdir. Şiir ve müzik diyalektiği söz konusu olduğunda filozoflar Hegel ve Schophaure olmak üzere ikiye ayrılır. Hegel açısından en soyut sanat olarak şiirden kavramsala geçilmektedir. Schopenhauer içinse şiirden sonra yeni bir moment olarak müzik gelir. Dolayısıyla kavramsala (felsefeye) geçiş müzik üzerinden gerçekleşir.
Perşembe akşamı, İsmet Alıcı’nın yeni yayınlanan “Sabah Kasidesi “adlı şiir kitabını konuşacağız. Yolunuz düşerse bekleriz…