Geçen hafta hararetli bir felsefe tartışmasının içinde buldum kendimi. Epeydir planlıyorduk felsefeci Mehmet Akkaya ile bir fikir tartışmasına girmeyi. Kısmet 20 Nisan 2022, Çarşamba akşamıymış, gerçekleşti sonuçta. Akkaya ile dostluğumuz eskilere dayanıyor. Felsefe ortamlarında birlikte “öğrenci” olmuştuk. Naci Soykan, Betül Çotuksöken, Afşar Timuçin, Ahmet İnam, Teoman Duralı, Tüten Ang, Cengiz Çakmak gibi Türkiye’nin önemli felsefecilerini birlikte dinledik. Mehmet arkadaşın, şimdilerde ana akım dediği felsefeye, mesafeli olduğu eski dönemlerde de hissediliyordu. Fakat, uzun bir süre görüşememiştik, bu haftaki sunumunda tamamen farklı bir Mehmet Akkaya gördüm.
Akkaya, bütün felsefi ve düşün ürünlerini, yöntemlerini eleştiriyor hatta yok sayıyor, geriye yalnızca tarihsel materyalizmi bırakıyor. Tabii bu denli radikal bir görüşe benim katılmam mümkün değil. Programda da eleştirilerimi, dinleyicilerin huzurunda kendisine yaptım. İnternet üzerinden yapılan toplantı yaklaşık 2 saat sürdü. Bir kısmı benim iş ve okuldan arkadaşım olan hekimlerden oluşan topluluğun zevkle izlediği bir toplantı oldu. Toplantı Akkaya’yı tekrar dinleme dilekleriyle sonlandı.
Hayatı ve Çevreyi Değiştirmek
Programı, Akkaya’nın entelektüel biyografisiyle başlatmıştık. Ben burada yaşam öyküsünü tekrar etmek yerine, ondaki değişikliği (gelişmeyi) izleyen biri olarak bir iki cümleyle yargımı söylesem daha iyi olur. Sonra da itirazlarıma geleceğim. Akkaya, Anadolu’dan, Malatya’nın bir köyünden gelmiş bir arkadaş olarak düşün ve sanat dünyasına girmişti, onu çok meraklı birisi olarak tanıdım. Kendisini, hayatı ve çevreyi değiştirmek için uğraşırdı. Solcu laflar ederdi. Kötü niyet ve kurnazlıkla alakası yoktu.
Düşündüğünü, çekinmeden dosdoğru söylerdi. Bu yüzden biraz da sevilmez bir görüntüsü vardı. Ama onun olumsuz biri olduğunu da kimse kolay kolay ileri sürmezdi. Çünkü okumaya, yazmaya, araştırmaya, itiraz etmeye ve tartışmaya meraklı biriydi. Felsefe hocalarıyla kıran kırana tartışmalar yapar, başıma bir kötülük gelir, dışlanırım türünden düşünceleri önemsemezdi. Birazdan açıklamada yapacağım gibi Akkaya’nın, felsefi anlayışına katılmasam da şunu söyleyebilirim: ben onunla tartışırken kendimi, kendi görüşlerimi daha iyi tanıyorum. Grup arkadaşlarıma ve bu yazıyı okuyanlara da onunla tanışmalarını öneriyorum. Bir de internet sitesi var kendi adına detaylı bilgiye oradan ulaşabilirsiniz.
Sınıflı Uygar Dünyadan
Sınıfsız Uygar Dünyaya
Onu eleştirmeden şunu da eklemek lazım ki, konuşurken ve tartışırken anlamayı ve öğrenmeyi de ihmal etmeyen birisidir. Öğrenme sevgisi içinde, heyecanla, sevinçle dolu dolu konuştu bizim toplantıda. Temel argümanları beni ikna etmedi elbette. Arkadaşlar da dikkatle dinlediler. Üç dört kişi dışında tartışmaya katılan, görüş bildiren olmadı ama programın ikinci üçüncü bölümünü yapalım gibisinden talepler oldu. İleride Akkaya da uygun olduğunda yapacağız. En çok “sınıflı uygar dünya” üzerinde duran Akkaya’ya göre bu, aşılacak ve “sınıfsız uygar dünya” kurulacak. Benim açımdan çok ütopik görüşler bunlar. Bu görüşün temelinde Marx ve Engels olduğu da söylendi. Marx ve Engels’in kitapları anıldı. Mesela “Felsefenin Sefaleti” adlı kitap çok kışkırtıcı bir kitap olarak göründü bana. Onu edinip okuyacağım. Diğer arkadaşların da ilgisini çekmiş olmalı.
Akkaya’ya bakılırsa bu “sınıflı uygar dünyada” din gibi sanat, felsefe, hukuk hatta bilim bile hurafe anlamına geliyor. Pes doğrusu dedim dinlerken. Yani ana akım felsefeden kopuş yapacağım derken adeta uçmuş. Bizim hocalar duysa ne der, bilemiyorum. Ben Kuzey Çelik olarak oldum olası birisi “en doğru benim” dediğinde rahatsız olurum. Bu görüşlerden de rahatsız olduğumu belirteyim. Belki Akkaya’yı fazla okumadım, ondan da kaynaklanabilir. Biyografisine baktım, 9 tane kitap yazmış.
Felsefe kitapları yazmak zorduk. Üstelik kitapları değişik konularda: Bilgi, dil, sanat, siyaset, din, epistemoloji vs. Yine de onu anlamak da ona katılmak da benim için mümkün değil şimdilik. Tabii onu dinlemek ve itirazlarda bulunmak güzel bir duygu yaşattı bize. Akkaya’nın, sosyal medyadan da izliyorum, tartışma kültürü çok gelişmiş, eskiden bu denli değildi, çok da kibar buldum. Benim için de önemli olan budur. İkna olmam veya birisini ikna etmem şart değil.
Anti Felsefe / Militan Felsefe
“Anti felsefe”, “alternatif felsefe”, “militan felsefe” gibi terimler de kullanıyor Mehmet arkadaşım. Ben bunları Marx’tan da bir başkasından da duymadım. “Ben doğrusunu bilirim” anlayışının bir sonucu olsa gerek. Ona göre bilmek emek ilişkilerini bilmekmiş. Bu tezi de çok zayıf: Emekçiler çalışıyor, küçük bir azınlık yiyormuş. Bunun felsefesini yapmak gerekir, bilimin de bunu bilmesi gerekirmiş. Yani iki üç bin yıllık felsefe birikimini elinin tersiyle itmesi benim asla kabul edeceğim bir tavır değil. Ona göre felsefe de, kavramlar da din gibi bizim zihnimizi baskı altına alıyor, bir yükün bir hamalı ezmesi gibi eziyormuş. Aynı zamanda bunlara kesin doğru denilmesine katılmıyorum. Platon, Aristoteles, Kant, Hegel nasıl reddedilir, şaşırıyorum.
Benim eleştiri ve itirazlarıma yayın sırasında getirdiği genel yanıtlar olsun, özel olarak da “inanç” kavramını analiz ederken Akkaya’yı çok yaratıcı bulsam da geneli için ikna olduğumu söyleyemem. Zaten ona göre ben uygar-kapitalist kültürün içinden düşündüğüm için sorularım pek de manalı değilmiş. Akkaya’ya bakılırsa uygar dünya değişince yalnızca din değil diğer kültürel ürün ve görüşler de ortadan kalkacakmış. Sönümlenme terimini kullandı sunumda: Aile, devlet, din, felsefe, sanat, bilim vs. bunlar, sönünmlenir diyor. Bence bu görüşler ütopya. Komünizme vurgu yapmadan da edemedi. Ama bunun üzerinde fazla durmadı. Ne de olsa doğruyu bulmuş! Biz de komünizme eleştiriler getirdik. Şimdi ben bu konuya kendi cephemden yanıt verecek olursam:
“İnsan bedensel, bilişsel, psikolojik ve toplumsal bir varlıktır. Bu bağlamda her sistemde farklılıkları, yoksunluğu, anne karnından ayrılmanın stresi, toplumdaki ilişki problemi, sağlığı vs sorun olacaktır. Komünizmin de bir nevi köleleştirme riski vardır. Ama bizler, yani samimi sosyalistler, tüm bu ‘sorunları’ azami ölçüde insanı, özgürlüğü ve hatta doğayı temele alarak çözme uğraşındayız. İnsandan, eşitlikten, doğadan yana bir bakış açısı oluşacak sorunları da ‘iyi’ yönde çözmeye çalışacaktır.”
Bu Kurtuluş, Kurtuluş Değildir!
İlginç tezler ileri sürüp kafamızda değişik sorular oluştursa da, kendi adıma söylüyorum ki, Mehmet dostumla uyuşamadım: Hemen her konudaki sorunların temelinde gördüğü kapitalist sistemin yerine daha eşitlikçi uygar bir sistem konulmadan sorunların çözüleceği kanaatini taşımadığını düşündüm. Ben de sistemin emek sömürüsü üzerinden eşitsizlik, sömürü, adaletsizlik ürettiği konusunda kendisiyle hemfikir olsam da sistemin içinde hiç iyi bir şeylerin yapılmadığı ve sisteme aittir diye üretilen ne varsa hepsinin incelenmeksizin bir kenara itilmesi gerektiği konusunda kendisiyle uyuşamadım.
Sevgili Akkaya bizlerle karşılıklı tartışmayı önemli bulduğunu kendi tezlerine karşı öne sürdüklerimizle görüşlerinin gelişeceğini yeni bir senteze ulaşacağını söylüyor olsa da bu tavrını felsefenin geri kalanı için sürdüremiyor. Bir zamanlar ilgilendiği ana akım felsefeden kurtulmak istediğini ve kurtulduğunu öne sürse de ben onun bu kurtuluş diye adlandırdığı şeyi kurtuluş olarak göremiyorum. Nasıl ki insan psikolojik sorunlarını çözmek için psikoanaliz yapar ve bu sırada sorunlarıyla yüzleşir ve çözerse kurtuluş da benzeri bir yöntemle olmalıdır.
Aristoteles, Platon’un Öğrencisidir
Aristoteles Platon’un öğrencisidir; yıllarca öğrenciliğini yapmış ve sonra, karşı felsefesini ortaya koyarak Platon’dan kurtulmuştur. Ancak kendi felsefesinde Platon’dan izler taşır yine de. Diyalektik materyalist bakış da bize bunu anlatmıyor mu? Anti tez, teze karşı olsa da sentez her ikisinden parçalar ve içerik taşıyıp onların üstünde yükselmiyor mu? Ana akım felsefenin tamamen göz ardı edilmesini söyleyen sevgili Akkaya’nın, diyalektik materyalist bakışı yeterince içselleştirememiş olduğunu düşünüyorum.
Şunlar da var: Kapitalist sistemin başarılarını görmezden gelemeyiz. Nihayetinde içinden sosyalizmin çıkacak olmasına bile kapitalizmin başarısı olarak bakılabilir. Bu sistemde insanlar uzaya çıkabildi Mars’a araç gönderebildi, yapay zeka türünden gelişmelere imza atılıyor. Bunlar sistemi övmek için değil onu tamamen işe yaramaz olarak değerlendirmemek için verilebilecek örnekler. Mars derken, Akkaya katılmadığım bir düşünce daha ileri sürdü: Fizik dünya ve sosyal dünya değişirse doğa bilimleri ve sosyal bilimler de değişir dedi. Bir de örnek verdi. Yaklaşık olarak şöyleydi: Su normal basınç altında, deniz seviyesinde yüz derecede kaynar. Basınç koşulları farklı olan bir evrende su yüz derecede kaynamaz, bunun yerini farklı bir kaynama noktası alır, dedi.
Doğru Bilgiye Yaklaşmak
Bir başka itiraz edip kabullenemediğim konu da en doğru felsefeyi bulmuşluk yaklaşımı. Doğru bilgi tüketilebilen bir konu değildir. İnsan, dışındaki nesneden ayrı olduğu müddetçe, dışındaki nesnenin birebir aynısını ayna yansımasını içinde bulunduramadığı müddetçe hep doğru bilgiye yakınlaşacak ama hiçbir zaman tüketemeyecektir. Oysa Mehmet Akkaya en doğru felsefeyi/görüşü bulduğunu düşünmekte. Bu bakış açısının gerçekten doğru olduğunu kabul etsek bile, yani en doğru yaklaşımın Marks ve Engels’in bakışlarıyla olduğunu kabullensek ve gerçekten öyle de olsa bunun sonuçları her zaman iyi olmayacaktır.
“En doğruyu ben biliyorum” tarzının mahsurları çok, örneğin eğer en doğru bensem sürekli etrafımı aydınlatıcı olmam gerekir. Herkesin benim gibi düşünmesini sağlamam gerekir, eğer en doğru bilgiyi bulmuşsam, tüketmişsem artık yeni bir arayışa girmeme gerek kalmamış demektir. Bu bize, işte Akkaya’nın çokça eleştirdiği kutsal dinlerin, şikayetçi olduğu peygamberlerin tarzında bir hayat sürdürmeyi getirir. Bilen kişi ve etrafında o bilgiyi ondan almaya çalışan müridler var olur.
Bu sistemin sonundaki ütopik her türlü eşitsizliğin ortadan kalktığı ütopyası da eleştirilen kutsal din peygamberi ve müridlerinin sürdürdüğü yaşantıyla benzerlikler taşıyor. Akkaya, program sırasında bu türden itiraz ve sorularıma şaşırtıcı yanıtlar vermiştir: Kapitalizmin ve sınıflı uygar dünyanın aklıyla, mantığıyla konuşuyorsun. Bana verdiği yanıt tam olarak budur. Devamında da, bana “bu dünya değiştiğinde aklın ve mantığın da dinin ve felsefen de müzelik olacaktır” diyor.
Felsefeyle Değil Dünyayla Uğraşmak
Bu bakış açılarımızı yeniden ve daha ayrıntılı tartışma isteğimizi öne sürdük. Heyecanla yeni toplantılar yapmak istediğimizi söyledik. Mehmet Akkaya ise artık boş laf üreten felsefeler ve hurafeler dönemine son verip dünyayı değiştirmemiz gerektiği söylemiyle buna isteksizliğini ortaya koydu. “Teorik safsata” ve “entelektüel gevezelik” türünden yadırgadığımız ifadeler de kullandı ve “anti felsefe”nin bunlara karşı mücadele ettiğini savunduğunu anladık. Yani felsefeyle, dinle, bilimle değil dünyayla uğraşalım gibi bir görüş benimsenmiş. İyi de, biz dünyayı değiştirmeye, bu doğrultuda değiştirmeye ve tek doğrunun bulunmuş olunduğuna ikna olamadık ki değiştirmeye kalkalım. Mehmet Akkaya’nın bizi ikna etmeyi önemsemesini istiyoruz. Ayaklarımız peşinden gitse de beynimiz isyan ediyor sorularla doluyuz ikna olamıyoruz.
İsteksizdi derken biraz ironi yapıyorum elbette. Bizi dinlemekten çok memnun olduğunu belirtti; hakikaten mutlu oldu ve hissettirdi bunu bize. Biz de onu dinlemekten çok mutlu olduk. Konu hakkında aklımızda yeni yeni sorular oluştu. Yeni toplantılar yapalım dedi arkadaşlarımız. Marks, Engels’in kitaplarına yöneldik, anlama isteği hevesi heyecanı aşıladı bizlere.
Akkaya, grup içinde paylaşmak için kaleme aldığım bu yazıyı, imla düzeltisi yapıp başlık koyarak sosyal medya hesaplarında paylaşmak isteyince demokratlığına sevindim ve “iyi olur” dedim. Kendisine çok çok teşekkür ediyoruz. Çok güzel bir toplantı oldu. İnşallah devamını getireceğiz. Yeni toplantılarda bilgi birikimimizi arttırıp yeni sorularla geleceğiz.