Alman filozofu Leibniz, varlığın temeline monad dediği soyut atomları koymuş ve maddi dünya ile birlikte zamanı da buna göre açıklamıştır. Onun nazarında her monad, geçmişin izlerini ve geleceğin taslağını kendinde taşıyor. Bu noktadan hareketle bir tarih ve toplum felsefesi kurabiliriz ama yazımın içeriği, ancak dolaylı olarak tarihtir. Bu yüzden de tarih sorununa değinmekle yetiniyorum. Ben anı ve belgesel metinlerdeki tarihi gerçekliğe dikkat çekmekle yetinmek istiyorum. Önceki gün (16 Nisan 2022) Yaşam Ağacı Derneği’nde (Kadıköy-İstanbul) bir kitap tartışmasına katıldım.
Veli Emektar tarafından yazılmış olan Bir Umut Bir İnsan (El Yayınları, 2019) adlı kitabın tanıtımı, içeriği, imzası amacıyla bir program düzenlenmişti. Burada kitabı analiz edip özetlemek değil de kitaptan ve programdaki tartışmalardan hareketle birkaç konuya işaret etmek istiyorum. Bilmeyenler olur gerekçesiyle geçmeden belirteyim ki, kitabın yazarı Veli Emektar, Partizan hareketinin faaliyetçisi olarak 1975-1985 yılları arasında mücadele yürütmüş birisi. Bu nedenle yalnızca kendini (otobiyografi) yazdığı düşünülemez. Kendi ve içinde yer aldığı hareketin tarihiyle birlikte pek çok kişinin ve politik olayın tarihini de yazmış oluyor. Salondaki tartışmada kendisiyle birlikte konu edilen şahsiyetlere işaret etmek, dönemin pek çok politik kişisini anmak, lehte ve aleyhte özelliklerden bahsetmek söz konusu olmuştur.
Biliyordum Ama Sustum!
Sınıf mücadelesi yürütürken, emekçiler cephesinde konumlanmış bir dönemin politik aktivistleri tarafından yazılan anı/belge metinleri, her şeyden evvel tarihi, bize ve günümüze taşırken bizi resmi tarihin etkisinden kurtulma işlevi görürler. Bu metinlerden yola çıkılarak kurulacak tarih felsefesi, elbette ki resmi tarih belgeleriyle kurulan tarih felsefesinden farklı olacaktır. Dolayısıyla anı/belgesel metinlerin yazarları sorumlulukla yazmak durumundadır.
Anı yazarları, bir bakıma tarihin hem yapıcıları hem de yazıcılarıdır. Sınıfsal ve kişisel nedenlerle de olsa nesnellik kaçınılmaz olur. Ne var ki, bu tarzı etkili kılmak her zaman mümkün olmaz. Dolayısıyla anı/belgesel metinler sıklıkla eleştirilere maruz kalırlar. Mesela, Emektar’ın kitabı tartışılırken de, salonda böyle bir konuya dikkat çekilmesi zorunlu olmuştur. Kitabın yazarı, “ben eskiden Türkiye’nin kapitalist olduğuna inanıyordum” anlamına gelecek ifadeler yazmıştır. “Biliyordum ama sustum” anlamına gelir bu tavır. Yani böyle bir görüşü olduğu halde bir bakıma sustuğunu söylemiş oluyor. Son yıllarda bu tür açıklamalar fazlaca duyuluyor. Bana kalırsa işte nesnelliğin ihlal edildiği bir an burası. Yorumlayarak söylersek, eğer “eski tarihlerde” yazar ve bu şekilde düşünenler böyle düşünseydi, yoluna farklı bir güzergahta ilerlerdi. Farklı bir yoldan ilerleyenler olmuştur nitekim!
Teorinin Sınanma Koşulları
Bir dönemin politik aktivistleri tarafından yazılan anılar, siyaset felsefesi bakımından düşündüğümüzde geçmişin tarihten ibaret olmadığını söylemektedirler. Yazarların hem kendi geleneği hem de sol, sosyalist geleneğin pek çok terim, kavram, pratik ve teorisini de bize taşır, aktüel hale getirerek tartıştırır. Teorinin, geçen süre zarfında nasıl sınandığını, doğrulandığını veya yanlışlandığını izleme imkanı buluruz. Salonda bu bağlamda gelişen bir tartışma da öğretici oldu bence. 1980’li yıllarda “savunulan tez (halk savaşı ya da benzer tezler diyelim) yanlıştı” anlamına gelecek bir konu açılınca tartışma büyüdü.
Çünkü kitapta konu edilen, yukarıda bahsini ettiğim çerçevedeki meseleye destek veren açıklamalar da yapıldı. Oysa bir tezin/teorinin doğruluğu/yanlışlığı ortaya konulduğu zaman diliminde anlaşılmayabilir. Bu noktada Veli Emektar’dan ve salonda yazarı haklı bulan bir veya iki arkadaşa katılmadığımı belirtmek isterim. Programda da belirttiğim gibi benim açımdan geleneğin tezleri, ancak 1985-1995 arası sınanma imkanı bulmuştur. Emektar’ın kitabı ise yaklaşık olarak 1984’te noktalanıyor.
Geçmiş, Olmuş Bitmiş Değildir!
Her türden yazardan daha da önemli olarak anı yazarı, sorumlu davranmak durumundadır. Emin olmadığı konulara girmesi, kesin bir dil kullanması, doğru sonuç çıkarmayı zedeler. Anı/belgesel metinler, tutulan günlükleri yayınlamaktan farklı olduğu için dikkati daha çok gerektirir. Buna göre bu tür metinlerin yazılma gerekçeleri de, “yazmış olmak için yazmak” olamaz. Bazı eksiklerine rağmen ben “Bir İnsan Bir Umut”u olumlu bir örnek metin olarak gördüğümü hem yayınlandığı günlerde hem bu toplantıda hem de şu anda okuduğunuz yazımda bir kez daha belirtmiş oluyorum. Emektar’ın kitabı gibi her benzer metin, yeni kuşak politik aktivistler (elbette teorisyenler için de) için ufuk açıcı, yol gösterici olmak durumundadır. Anı/otobiyografik eserlerin nitelikli olması gerektiğini vurgulamayı bile gerekli görmüyorum. Bu yüzden de anılarda içkin olan geçmiş, geçmiş değildir. Ayrıca geçmiş, yalnızca geçmiş de, olmuş bitmiş de değildir.
Anıları Estetik Bilinçle Yazmak
Anı/belgesel metinler, son çözümlemede edebi özelliklerin belirleyiciliğinde yazılır. Bu yüzden dil ve üslup önem kazanıyor. Dilin doğru, etkili ve yaratıcı tarzda kullanılması elzemdir. Ayrıca “Bir Umut Bir İnsan” örneğinde olduğu gibi sanatsal deneyimlerin taşıyıcısı da olabilir anı kitapları. Bunlar, eserin okunmasını, anlaşılmasını kolaylaştırdığı gibi yeni çevrelere ulaşmasında da işlev görür. Estetik üslup, konuşurken olduğu gibi yazarken de görüşlerin anlaşılır kılınmasını sağlar. Bu yüzden estetik bilinci yüksek anı yazarlarını tercih ederim. Emektar’ın kitabında böyle bir kaygı güdülmüş gibi. Yani tarihsel politik pratiğin estetik yollarla güncellenmesi veya günümüze taşınması mümkündür.
Gerçi bu söylediğimi yalnız anı metinleri için değil, her türden metinler için de iddia edebiliriz. Kitabın içeriğini, konuşma sırasında da paylaşan yazar, bilhassa hapishane firarlarını betimlerken de bu sanatsal özelliği hissettirmiştir. Bu boyutuyla kitabın içeriği sinemaya uyarlanacak bir senaryoyu anımsatmaktadır. Orhan Bakır, Zeki Şerit ve Hakkı Erdoğan sahneleri, sanırım dinleyenlerin de aklında kalan kısımlar olmuştur.
Yüz Çiçeğin Açmasına Engel Olmak
Dedik ki, politik içerikli anı kitaplarında pek çok tez ve teorinin sınandığını okuyoruz. Bunlar ülkeye özgü “yerel tezler” olduğu gibi evrensel tezler de olabilir. Örneğin politik organizasyonlarda hukuk, ahlak, ekonomik ihtiyaçlar ne türden yapılar içinde açıklama bulmaktadır? Emektar’ın verdiği örneklere bakılırsa pek çok uygulama, kaynağını feodal/burjuva sisteminden almaktadır. Yeni kuşak politik aktivistler için bence üzerinde düşünülmesi gereken tecrübelerdir bunlar. Hem kitapta hem de sunumda yazarın belirttiğine göre feodal değer yargılarının bazı özellikleri de devrimci/komünist hareketlerin içine sızabiliyor.
Hatta düşünceyi ifade etme açısından yine Emektar’ın bildirdiğine göre burjuva aydınlatmasının bile gerisine düşülebiliyor. Yani “yüz çiçek” anlayışını bırakalım “iki çiçek” (iki çizgi diyelim) anlayışına bile izin verilmiyor. Aslında bu çerçevede, Türkiye örneğinde ve birçok gelenek içindeki tecrübeyi, Sovyetik deneyimlerin mikro modelleri olarak okumak mümkündür. Marksist bir hareketin “despotik” özellikler göstermesi, aslında tesadüf ve keyfilikten ileri gelmez. Bence çoğu zaman, sermaye güçlerinin devrimci güçlere nazaran çok daha güçlü olmasından ve sürekli tasfiyeye yönelik hareket halinde olmasından da kaynaklanır. Dolayısıyla Emektar’ın, bu durumu yeterince gözetmediğini de söylemek olasıdır.
Engellerin Yeni Engellere Dönüşmesini Engellemek!
Politik anı/hatıra kitapları, egemen edebiyat türü içinde çoğu zaman egemen fikirlerin taşıyıcısı ve payandası olarak işlev görüyor. Birçok ünlü yazarın, yazacak bir şey bulamadığında veya gündeme gelmek için başvurduğu bir tür oluyor. Bilinmeyen yönlerini, kendisiyle ilgili önemli bulduğu eski bir yaşanmışlığı (tamamen kişisel), toplum için lüzumsuz bir tarihi, gündeme getirirken kendinden söz ettirir, kitleleri meşgul eder. Sol politik anı kitapları bundan fazlasını hatta tersini hedeflemelidir. Yalnızca yazarı ilgilendiren anılar beni (kitleyi, toplumu) hiç ilgilendirmez. Onun toplumsal bir işlevinin olması, kendince bir boşluğu doldurması, siyasi bir ihtiyacı gidermesi gerekir.
Sol politik anı kitaplarının, bu çerçevede düşünce disiplinlerine, deneyimlenmiş materyaller sunması da gerekir. Örneğin politika bilimi ile ilgili disiplinler olan siyaset felsefesi, siyaset sosyolojisi ve siyaset psikolojisi gibi alanlara veriler aktarmakta yetersiz olan anı kitapları, gerçek anlamda da yetersiz demektir. Bu açıdan da geçmiş, yalnızca geçmiş değildir. Toplantıda verilen örnekler, yapılan eleştirilere bakıldığında, bu disiplinlerin, hiç değilse yazarın yaşadığı yıllarda yeterince gelişkin olmadığı anlaşılıyor.
Bir soru daha: Siyaset psikolojisinin bilincinde olmadan politik bir figürün, hareket içindeki davranışı nesnel olarak nasıl değerlendirilecektir? Hem yazarın hem de salondaki bir arkadaşın yaşadıklarına ve yansıttıklarına bakılırsa bir yetersizlik ortaya çıkıyor ve o da kişilerin ve hareketin önünde bir engele dönüşüyor. Engellerin, yeni engellere neden olmasına izin vermemek için anı/otobiyografik metinlerin özenle yazılması ve yazılanlardan doğru dersler, etkili sonuçlar çıkarması gerekiyor.