Başlık yaptığım ifade Emirali Yağan’ın bir şiir dizesidir. Onun adını 1990’lı yıllarda, siyasal kamuoyunda duyuyordum. Şiir ve edebiyatla yakından ilgili biri olduğunu da yine aynı çevrelerden işitmiştim. Sonraki yıllarda şiirlerini okumuş biri olarak tanışmak da istemişimdir. Bir araya gelmemiz ise 2010’lu yılları buldu. Bir resim sergisinde buluşup tanıştık. Tahmin ettiğim bir görüntüye ve psikolojiye sahipti. Sıcak, iyimser ve saygılı biri olarak bende olumlu bir intiba bıraktı ilk andan itibaren.
Benim etkinliklerimi ve çalışmalarımı bildiğini hatırlattı ve ayrıca görüşme önerisinde de bulundu. Avcılar’da (İstanbul) yalnız yaşadığını tahmin ettiğim evinde iki-üç buluşma gerçekleştirdik. Sohbeti düzeyli, genel kültürü yüksek olan Emirali’nin şiir ve düz yazıda dili doğru, etkili ve yaratıcı kullandığını fark etmem uzun sürmedi. Şiir ve edebiyattaki özgünlüğü, belki de dili ele alış tarzından ve etkili kullanmasından kaynaklanıyordu. “Şarkılar Ülkesi” adlı kitabı dahil olmak üzere bana üç-dört eserini hediye ettiğini anımsıyorum. Bu kitaba ilişkin bir eleştiri de yayımlamıştım.
Duygusal ve Kişisel Bir Bakış Açısı
Buluşma ve konuşmalar sırasında çevresine ve içinden geldiği geleneğe karşı mesafeli olduğunu, bazı olay ve kişilere ilişkin yaptığı negatif değerlendirmelerden anlamıştım. Bu konularda biraz sitresli ve gergin bulduğumu söyleyebilirim. Yağan’ın rahatsızlığında, bu sitres ve gerginliklerin de bir payı var mıdır, bilemiyorum. Genel ve özel çerçevede yaptığı birçok politik analize katılmasam da -birazdan örnek vereceğim- sanat, edebiyat, müzik ve felsefe konuşmalarında birbirimizin ilgisini çekiyorduk. Fransız felsefesini, Derrida ve Foucauldt gibi post-modern düşünürleri tartışmıştık bir buluşmada. Birçok kişi ve çevre gibi ana akım düşünce ve felsefe tarihine meraklı ve hatta hayrandı. Rousseau, Diderot ve Voltaire’nin Fransa burjuvazisini savunan adamlar olduğunu ileri sürdüğümde şaşırdı ve bana itiraz etti. Benden felsefeyi ve filozofları yüceltmemi bekliyordu anlaşılan.
Türkiye’deki kültür iklimini konu ederken Kürt meselesi üzerine de tartışmalar yapıp fikir teatisinde bulunmuştuk. Muzaffer Oruçoğlu, Ferhat Tunç, Nihat Behram ve Emekçi’nin sanat-edebiyat yönlerini masaya yatırdığımızda, bu kişilere bazı yönlerden sorunlu yaklaştığını fark ettim. “Duygusal ve kişisel bakıyorsun” biçiminde uyardığımda fazla ısrarcı olmaması bana ilginç ve olumlu gelmişti. Farklı fikirlere saygılı, tartışma kültürü konusunda bilinçli birisiydi.
Ona söyleyip söylemediğimden emin olmadığım şu analizi burada yapmak isterim: Emirali, radikal mücadelenin (kavganın) içinden geliyor ama sonraki süreçte geldiği yaşam alanına mesafe koyuyor. Ayrıca sanat, şiir ve edebiyat gibi iddialı bir mekana giriyor. Bana kalırsa işte, Emirali Yağan, sınıf kavgasından boşalan yere, çevresiyle olan kavgayı ve gerilimi koymuştu. Ayrıca tatlı bir rekabet duygusu da taşıyordu diyebilirim.
Şiirlerdeki Müzik ve Simetri
Dostluğumuzun ilerleyen sürecinde, Yağan ile kendi şiirleri üzerine de tartışmalarımız oldu. Şarkılar Ülkesi (Piya Kitaplığı, 2003, İstanbul) bana en çok hitap eden kitaptır. Yağan’ın, şiir dizelerini ustalıkla kurduğunu belirtmeme bile lüzum yoktur. Şiirlerinde mekan geniştir. Kent-kır diyalektiği olsun, kadın-erkek düalizmi ve elbette ki sınıf dinamiği hemen dikkat çeker. Şiirlerindeki müzik sesini ve simetriyi tespit etmek zor olmuyor. Nihayetinde şiir, söz, ses ve simetri demektir.
Emirali Yağan’ın bazı şiirlerinin bestelendiğini duymuştum. Müzik bilgi ve duygusuna sahipti diyebilirim. Çünkü evinde bağlaması vardı ve bazı örnekler gösterme ihtiyacı duymuştu. Bana göre müzik bilgisi zayıf olan şairlerin şiirleri de genellikle zayıf oluyor. Öte yandan yeterli bir şiir bilinci geliştiremeyen müzisyenlerin eserlerinde de yetersizlikler bulmak zor olmuyor. Yağan’da ikisi birbirini tamamlıyordu. Bununla birlikte şiirlerinin tümüne birlikte bakıldığında, birçok şiirinin estetiği güçlü olsa bile politik bildirisinin zayıf ve sorunlu olduğu görülecektir. Birazdan örneklendireceğim.
Sınıf Mücadelesine Reddiye
2016 ve 2017’de gerçekleşen buluşmalar sırasında Muzaffer Oruçoğlu için hazırlanan bir kitaba ikimiz de değerlendirme yazmıştık. Kitap, Şükran Çelik ve Ayhan Oruçoğlu’nun editörlüğünde yayınlanmıştır (Belge Yayınları, 2017, İstanbul). Sayın Yağan’ın felsefi, politik, estetik ve ideolojik yönelimini asıl olarak bu kitaba yazdıklarından anladım. Sınıf mücadelesini reddediyor, liberal ve sol liberal görüşler savunuyordu. Şu ifadeler Emirali’ye aittir:
“Sınıflar mücadelesinin geçmişte bir dönem tarihte etkin bir hareket olabildiğini kabul ediyorum ama artık sınıflar mücadelesini tarihin çehresini, seyrini değiştirebilir temel dinamik olduğuna inanmıyorum.” (Age, 179).
Samimiyetle yazarken liberal çözümler önermekten kaçınmıyor ve ekliyor Emirali: “Bugün bana çevre adına, azların azınlıkların eşitlik temelinde yaşama hakları adına, toplumsal adalet, demokrasi, temel hak ve özgürlükler adına verilen kavga daha anlamlı geliyor.” (Age, 179). Bana kalırsa sınıf kavgası yerine “liberal bir kavga” öneriyor.
Sevgili Emirali, Oruçoğlu’nu sanat ve edebi yetkinlik bakımından yücelttiği yazısında onu, modası geçmiş görüşleri savunmakla, Spartaküs, Bedreddin, Komün ve Sovyetik devrimleri savunmaya devam ettiği için eleştiriyor. Çünkü Emirali Yağan, emekçi sınıflar gibi ezilenlerin de tarihte özne olmadıklarına ve olamayacaklarını inanır olmuş. Şöyle diyor yazısında:
“Ezilenlerin yanında durmak güzel, evet, yoksulların yanında durmak ala, evet, ezilenlerin hak mücadeleleri ifade ettiğimiz saiklerden ayrı düşünülebilir olmasa da, günümüz dünyasında ezilen sınıflar ülkelerin, dünyanın kaderlerini değiştirebilecek itici güçler değiller” (Age, 179).
Geçtiğimiz Köprüler Yıkıldı!
Onun şiirinden alıp alt başlık yaptığım “Geçtiğimiz köprüler yıkıldı” dizesi bile tek başına şairinin ruh halini anlamamıza imkan verebilir. Şiirindeki bu kötümserliğe rağmen sohbeti dinlenen yazdıkları okunan birisiydi. Bunda postmodern sanat modasına uymadan yazmasının payı vardı. Yine de yerel estetik değerleri aşma gibi bir eğilimi vardı ve sözlerine, şiirlerine yansıyordu bu durum. Bu noktada bir gerilim içinde olduğu söylenebilir. Şimdi iki şiirinden bölümler paylaşmak istiyorum. İlki, sevgili Emirali’deki pesimist eğilimi ya da yenilgi psikolojisini yansıtıyor. İkincisi de Doğu-Batı gerilimini yansıtmaktadır. “Evvel Zaman Şiirleri”nde (Piya Şiir Kitaplığı, 2003, İstanbul) şu dizeleri okuyoruz:
Koynumuzda uyuyan çöl yılanları
Savana sırtlanları, çakallar, aç yaban
Yol boylarında çarmıha gerilen siluetlerimiz
Kıyamlar, kıyımlar, yangınlar ve ah ırmakları
Tarihten ırak bir yerde gitgide azaldı kavmimiz
Geçtiğimiz köprüler yıkıldı
Sildi kum fırtınaları bizden kalan izleri
Bilinmez nereden gelir nereye gider
Yolbilmez zamane yolcular
Kurda kuşa yem divane abdallar
Politik içeriğine katılmasam da güzel kurulmuş bir şiir. Bestelendi mi, bilmiyorum. Besteci olsaydım bestelemeyi düşündüğüm ilk eserlerden birisi olurdu. Ölçüsü, ritmi, müziği kendi içinde bir şiir. Yağan’ın tezli ve duygulu şiirlerinden birisi olduğunu sanıyorum. Büyük oranda yalın imgelerle kurulmuş, boşluk bırakmayan, doldurma sözcük ve mısralara izin vermeyen bir şiir.
Sayfalar Arasında Kurumak
Aynı kitaptaki “Öndeyiş” adlı şiiri de anmak istiyorum. Şiir estetiği bakımından yukarıdaki şiir kadar güçlü olduğunu söyleyemem. Konulu bir şiir yazmış olan şairin, şiir dizelerinden ziyade düz yazı tekniğine başvurduğu gibi bir izlenim edinmek mümkündür. Konuludur; çünkü kendi biyografisinden izler yansıdığını tespit ediyoruz. Biyografinin yaşam, gençlik, ölüm, mezar taşı türünden temalara dek genişlediği ve hayranlık duyduğu Batı’nın da bir hayrını görmediğini anlıyoruz. Bana öyle geliyor ki, sanki yaşayacaklarını bilmiş, şiire ve mısralara dökmüş. Sözü daha fazla uzatmadan kendisine bıraksam iyi olacak:
Mezar taşları batıya bakan
Gezegenine küs bir köyde doğdum
Doğmaz olaydın diyesi olanları duydum
Yaşamın on sekizini leyli bir Leyla adlı on sekizinde
Sararmış bir on dokuzuncu yüzyıl romanının
sayfaları arasında kurumaya bırakılmış
bir dal uçurum nergisi
ayraç gibi düştü aramıza o daha doğuya
ben batıya…
gitmelerin ömür tüketen bir anlamı olduğunu
çok sonraları anladım
Gittim ve gördüm
Batının batısında bir Doğu yokmuş
“Öndeyiş” adlı şiirdeki içeriğe bakılırsa Yağan’ın çok övdüğü Batı’nın da bir kurtuluş olmadığı anlaşılıyor. Şiirde kullanılan “ömür törpülemek” (ömür tüketen) deyimi de anlamı çok güçlendirmiştir. Geride kalanlara ders verir gibi bir şiir kurduğunu ileri sürebiliriz.
Yaşama Doğan Ölmeyi Göze Alır
Sonraki buluşmamızda, Fransa’ya gideceğini söyledi. Bürokratik-hukuki nedenlerle, (zaman zaman) gidip gelen birisi olduğunu sanıyorum. Tekrar görüşemedik. Sosyal medyada tekerlekli sandalyede görünce, pek çok dostu ve yoldaşı gibi çok üzüldüm. Nasıl bir hastalıksa ‘gecenin karı eritmesi’ gibi Emirali’nin iri, uzun ve güçlü vücudunu, kaslarını eritmişti adeta. Üzerinde çalıştığı edebi konular/metinler vardı ve bunları benimle de paylaşma ve yayın yapma niyetindeydi. Anlaşılan doğa buna ve daha fazlasına olanak vermedi.
Eski filozofların dediği gibi dünyaya gelen dünyadan gitmeyi göze almış demektir. Diyalektiğin yasası bu. Şimdi görüyorum ki, çok sayıda insan onu sahiplenip övgüler diziyor, özlemle anıyor. Doğaldır, olması gereken de budur. Çünkü yaşamının en genç yerini ve zamanını halka ve insanlığa armağan etmiş biridir Emirali. Faşizmin zindanlarında direnmiş, yeni kuşaklara örnek olmuş, bedeller ödemiştir.
Sevgili Emirali,
Şiirinde de belirtiğin gibi Kürdistan’tan (Dersim) Batı kentlerine ve oradan Fransa’ya uzanan yolculuğun son bulmuş; duyduğuma göre şimdi Fransa’dan tekrar Dersim’e gelip devri daim olacakmışsın.
Ne gelir elden, ne diyeyim?
Uğurlar olsun… Güle güle…