Son elli yılın önemli sosyal ve siyasal olayları arasında belirgin olarak kadınların varlığına ve kadın hareketine tanıklık ediliyor. Pek çok kişi ve kesim, bu alandaki gelişmeyi kimlik-cinsiyet meselesine indirgeyerek sınıf teorisinin zayıfladığı biçiminde yorumlayabiliyor. Başta burjuva feminist akımlar ve orta sınıf merkezli liberal düşüncelerin de aynı kanaatte olduğu görülüyor.
Oysa bana göre tersine, kadın hareketinin gelişmesi Marksist sınıf teorisinin bir kez daha doğrulanması anlamına gelmektedir. Çünkü kadının kamusal alana çıkması, ki burjuvazinin de tercihidir; proleterleşme sürecini daha nicelikli ve nitelikli kılmaktadır. Gerçi Marx ve Engels, proleterleşme sürecini pre-kapitalist ilişkilerin çözülmesine bağlamışlardı. Kapitalizmin kadınlara duyduğu ihtiyaç, bu süreci ortaya çıkarmış ve giderek de hızlandırmaktadır.
Kapitalizmin kadın emeğine ihtiyaç duyması, onun ev içinden püskürtülmesi anlamına geliyor. Buna paralel olarak bilhassa emekçi kadınlar için söylersek, hem evde hem de iş yaşamındaki sömürü ilişkileri, onun erkek emekçiye oranla daha sorumluluk bilinciyle hareket etmesini gerektiriyor ve pek çok politik etkinlikte de ön plana çıkabiliyor. Bu gelişmelerin örneğini farklı toplumlarla birlikte Türkiye ve Kürdistan’daki kadın dinamizminden de anlamak mümkündür.
Feminizm: Erkek Düşmanlığı mı?
Kadın hareketinin, hızlı bir şekilde sosyal alana eklenmesi ve ekonomik-siyasal gelişmelere müdahale etmesi, emekçi sınıflar açısından merkezi bir bileşen olarak algılansa da kapitalist dünya ve emperyalizm için hiç de uygun bir durum olarak algılanmamıştır. Dünyada olduğu gibi ülkemizdeki kadın hareketine burjuva feminist anlayışların sızdırılması, manipüle edilmesi gibi şüpheli gelişmeleri saptamak da zor olmuyor. Kadın mücadelesine dair teorilere bakıldığında tek tarz bir kadın anlayışı olmadığı, meselenin bir başka vurgulanması gereken boyutu olarak karşımızda durmaktadır.
Feminizmin liberal, radikal, kültürel, sosyalist, Marksist sıfatlarıyla anılması da bu çeşitliliği göstermektedir. Tüm bu farklıkların nedenini kadın-kadın (emeğin emekle çatışması) mücadelesi olarak açıklamak mümkün görünmüyor. Pek çok kadın hareketinin sorunu, erkek düşmanlığına vardırdığını düşündüğümüzde kuşkumuz, gerekçelenmiş olabiliyor. Kadın hareketinin gelişmesi, birçok teorik tartışmayı da peşinden getirmiştir ve son yüzyıllık sürece bakıldığında güçlü bir literatürün de oluştuğu görülmektedir.
Bilim, sanat, politika, edebiyat, hukuk ve felsefe dallarında başına “feminist” sıfatı getirilerek çeşitli kuramlar ileri sürülmektedir. Feminist hukuk anlayışı üzerinden devam edeyim.
Kadın Doğulmaz Kadın Olunur!
Simone de Beauvoir’ın kadın doğulmaz kadın olunur ifadesiyle getirdiği yaklaşım ve özellikle de C. MacKinnon’un toplumsal cinsiyet kavramını ete kemiğe büründüren görüşler üzerinde durmak gerekir. MacKinnon için insanların cinsel ilişkide bulunma biçimleri bile doğal değil kurulan bir şeydir. Cinsel ilişkide kadının pasif erkeğinse aktif olarak tasvir edilmesi, ataerkil sistemin yarattığı bir algıdır. Görüldüğü gibi Feminizm ve feminist hukuk felsefesi, kendisine terim, tez, kavram ve teoriler ortaya koymuştur. Antik ve modern dönemi erkeklerin egemen olduğu, patriarkal sistem olarak adlandırmaktadır.
Feminizm açısından doğal bir cinsellik (sex) değil toplumsal cinsiyet sistemi (gender) geçerlidir. Çünkü patriarkal dünyada cinsellik doğallığını yitirmiştir. Kadın ve erkek bedeni bu düzen tarafından ideolojik bir biçimde ve kadının aleyhine, erkeğin lehine olmak üzere yapılandırılmıştır.
MacKinnon’a göre bir bakıma cinsellik ve cinsel ilişki biçimleri icat edilmiştir. Dolayısıyla kadın doğulmaz kadın olunur anlayışı feminizmin temel çıkış noktası durumundadır. Doğan her nesil bu yapılandırılmış toplum biçiminin içine doğduğu için erkekler ve bilhassa kadınlar her şeyin doğal olduğu yanılsaması içinde yaşarlar.
Tahakküm ve itaat ilişkisi olmasına rağmen bu ilişki erkeklere olduğu gibi kadınlara da meşru görünür. Hukuk dünyası ise işte bu tahakküm ve itaat etme durumunun kural ve kanunlara yansımasından başka bir şey değildir. Şöyle de söylenebilir: Hukuk ve yasalar düzeneği erkeklerin tahakkümünü kadınların ise itaat etmemeleri gerektiğini resmileştiren ve buna meşruiyet kazandırmak için tasarlanan baskı aygıtıdır.
Kadınlar Devrim İstiyor
Feminizm ve hukuk deyince iki nokta önem kazanıyor. Öncelikle kadının kamusal alandaki gücü ve bunun bir yansıması olarak kendisini sıklıkla sokakta göstermesidir. Bu durum kadın hareketinin esas ve olması gereken yanını işaret etmektedir. Eğer kazanılmış bir hak ve özgürlükten söz ediliyorsa sokakta kazanıldığına kuşku yoktur. İkinci durum ise ilkine bağlı olarak kazanımın hukukileştirilmesidir. Hukuksal kazanım bir nevi kayıptır; çünkü hukuk alanı sermayenin kontrolündedir. Buna göre hukuktan ziyade sokağa güvenmek en doğrusu. Nitekim İstanbul sözleşmesi’nin ortadan kaldırılması bukonuda bir hayli ufuk açıcı olmuştur.
Kadın mücadelesinin hukuk ile ilişkisi son derece önemlidir. Kadınlar ne istiyor sorusunun yanıtı da bu ilişkiyle bağlantılı olarak yanıtlanabilir. Benim anladığım hukuk, kadın hareketini reformlara, hukuksal güvencelere, şekli eşitlik anlayışlarına götürür ki, buna kısaca reform diyebiliriz. Emekçi kadınların bunu istediklerini düşünmek, meseleden sorunlu bir sonuç çıkarmak anlamına geliyor. Mücadele ise hukuk ve reformlardan ziyade toplumsal özgürlüklere ve dolayısıyla emekçi sınıfların lehine bir devrime yol açar. Buna göre kadınların devrim istediği sonucuna varmak mümkündür.
Devrim konusunun, siyasal literatüre ne zaman girdiğini saptamak zordur. Şu var ki, özellikle Marksizm ile birlikte en geniş, derin ve yaygın anlamlarına kavuşmuştur. Devrim konusunun tarihçesine girmeden belirteyim ki, bu terim sıklıkla gelişigüzel kullanılıyor. En kısa tanımı, bir sınıfın başka bir sınıfın elinde olan iktidarı şiddet ve zor uygulayarak almasıdır. Buna göre Türk resmi tarihinde geçtiği üzere “kılık kıyafet devrimi” biçiminde kullanılması, konuyu sulandırmak, değersizleştirmek işlevi görmektedir.
Terimin, bulanık hale getirilmesi için devrimin düşmanları ideolojik saldırı halindedir. Öte yandan devrimin dostları da, örneğin kadın mücadelesinin özneleri de “kadın devrimi” türünden ifadelere başvurmaktadır. Burada da değer yitimine uğrayan devrimdir.
Hukuksal Eşitlik, Eşitlik Değildir!
Devrim sorunsalı üzerinden kadın mücadelesine bakılacak olursa emekçi sınıflar dışındaki dinamiklerin devrimci bir rol oynadıkları kabul edilse bile kazanım yalnızca hukuksal ve biçimsel olabilir. Bir örnekle yetinerek söylüyorum. “Kadın sığınma evleri”nin asla çözüm olmayacağı bilince çıkarılmalıdır. Bu açıdan ülkemizde halen canlı ve güçlü dinamikler olarak var olan inanç hareketleri ve özellikle ulusal hareketin (milli talepleri belirgin olmak üzere) toplumsal eşitlik talebi, ancak toplumsal bir devrimle somut hale gelebilir.
Hukuksal eşitliğe karşı toplumsal eşitliği savunmak gerekir. Çünkü hukuksal eşitlik mevcut statüyü çeşitli biçimlerde yeniden üretmekten ve koruyup meşrulaştırmaktan bakla bir işlev görmeyecektir. Bu argüman elbette ki sınıf hareketi için de geçerlidir. Bana kalırsa ülkemizde sınıf hareketinin, nasıl ki inanç, ulusal, cinssel ve çevre hareketlerini yok sayarak değil ki devrim yapmak, bir adım bile ilerlemesi mümkün değilse, bu durum ziyadesiyle kadın hareketi ve adına “kadın devrimi” denilen olay için de mümkün değildir. Şimdi örnek bir kadın aktivisti (aynı zamanda teorisyen) konu ederek bitirmek istiyorum.
Olympe de Gouges’in Devrimci Mirası
Kadın mücadelesi deyince popüler kültürde 8 Mart akla gelir ve o da en gerilerde 1857’de Amerika-New York’taki, kadınların mücadelesi ve katledilmeleri akla gelir. Olympe de Gouges, 1748-1793 arasında yaşadı. Ataerkil hukuku göstermesi açısından yaşamı ve yazdıklarıyla büyük ufuklar açmıştır. Çok övülen Fransız Devrimi’nin mimarları olan Robespiere ve arkadaşları tarafından idam edilmesi düşündürücüdür. Gouges sanki başına gelecekleri biliyormuş gibi gençlik yıllarında şunu dillendirmişti: “Kadının idam edilmesi gibi bir hakkı varsa, kürsülere çıkıp slogan atma hakkı da olmalıdır.”
Önemli bir entelektüel olarak düşün ve sanat dünyasında kendine yer edinen Gouges, politik bir teorisyen olarak ilgi çekmiştir. Kadın hakları üzerinden yaşama dahil olması, kadın hareketleri açısından da simge bir isim olmuştur. Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin, esasen erkekler için yazıldığını ileri sürmesi, tarihsel bir itiraz olarak kadın mücadelesinin sayfalarına yazılmıştır. Bu bildirgeye karşı kadın merkezli ya da kadının da dahil olduğu yeni bir bildiri yazmıştır. Bu da sistemin tepkisine neden olmuştur.
Gouges, sanat ve edebiyat alanında da ürünler vermiş birisi olarak yalnız kadın mücadelesinde değil ezilen emekçiler ve köleler lehine pozisyon almıştır. Ezilenlerin yanında olmak Gouges için bir görevdi. Çünkü hem emekçi erkeklerin hem de kadınların durumu aynıydı. Tek durumu iyi olanlar varlıklı erkeklerdi. Seçme ve seçilme, yönetme de burjuvalar ve aristokratlar içindi. Henüz burjuva haklarla erkek emekçiler manipüle edilmiş değildi. Biçimsel, kanun önünde eşitlik ortaya çıkınca kadınların erkek emekçilerle birlikteliği de kesintiye uğradı ve şimdilerde burjuva feminist hareketler doğdu.
Gouges, kocası öldükten sonra serbest cinsel ilişkiyi savunarak tabuları yıkma eğilimi göstermiştir. Rousseau’nun toplum Sözleşmesi’ne karşı da yeni bir eser yazmıştır. Tabuları yıkmanın bedelini giyotinde idam edilmeyle ödemiştir. Yargılanma sırasında avukat hakkı tanınmayan Gouges, savunmasını kendisi yaparak Fransız burjuvazisine meydan okudu anlaşılıyor.
Kadın haklarında Birinci dalga hakları savunmada öncü olan Gouges, idam cezalarına karşı da mücadele ederken genel olarak hukuk felsefesine özelde de feminist hukuk anlayışına temel teşkil eden düşüncelere sahipti.
Gouges örneğinde görmemiz gereken en önemli nokta liberalizmin, burjuva devrimlerinin kadınlara özgürlük getirdiği tezinin, gerçeği yansıtmayan bir tez olduğudur. Tam tersine Gouges örneğinde gördüğümüz kadın düşmanlığını, (emekçi düşmanlığı diye okuyalım) adına burjuva devrimi denilen tüm hareketlerde görüyoruz.
Benzer gelişmeler kendi tarihimize “cumhuriyet devrimleri” olarak geçen hadiselerde de tamı tamına yaşanmıştır.