Tanıtım ve Basın Bülteni
Hayat, epistemolojik düzeyde iki ana yapı olarak ele alınabilir.
Birisi ekonomik ya da maddi olanaklardan ibarettir. Diğeri ise
entelektüel veya daha genel bir terimle kültürel olanaklardan
oluşmaktadır. Bu ayrım yine de hayatın sanata ve entelektüel ürünlere
önceliğini ortadan kaldırmaz. İkili yapının çeşitli görünümleri söz
konusudur. Bunlardan birisi de hayat ile sanat arasındaki birlik ve aynı
zamanda gerilim ve zıtlıktır. Bunu maddi alanla düşünce alanındaki
ilişkiye benzetmek de olasıdır. Bu çalışma işte hayat ile sanat
arasındaki karmaşık süreçleri tarihin eski dönemlerinden itibaren ele
alarak günümüze getirmektedir. Dolayısıyla kitap, dağınık olarak görünen
gerçekte bir bütünün parçaları olan toplumsal yaşam alanları/kentler,
tarih, sanat ve sınıf ilişkilerini derli toplu bir sunumla verirken
felsefi bir karakter kazanmaktadır.
Gerilimlerden ve aynı zamanda ittifaklardan birisi de zanaat ile sanat
arasındadır. Homeros ya da Phidias’ın (Fidias) sanatçı mı, zanaatçı mı
olduğu sorusu bu bağlamda yanıt aramaktadır. Bu gerilim ve ittifak
ilişkileri başlangıçta kırsal alanları seçmiş olsa da giderek kentlerde
yoğunlaşmıştır. Homeros’un köylü olduğu varsayılsa bile Sokrates, Platon
ya da Aristoteles dönemin en gelişmiş kentleri olan Atina’da felsefe
yapma olanağı buldular. Günümüzde de hayat ağırlıklı olarak adına
kentler denilen toplumsal yaşam mekanlarında vuku bulmaktadır. Bu yüzden
de Hayat ve Sanat başlıklı bu çalışma açısından kentsel hayat merkezi
bir konum teşkil etmektedir. Bu bağlamda kitaba Kentsel Yaşam ve Sanat
da denilebilir. Dolayısıyla çalışmanın hinterlandı kente, sanata ve
sanat tarihi ile onu inceleyen estetik bilimine dek genişlerken, estetik
bilimi de, çalışmayı ister istemez Almanya’ya, Kant ve Hegel’e
başvurmaya zorunlu kılmaktadır.
Hegel ‘her filozof/sanatçı çağının çocuğudur’ demişti. Bu argümana
bakılırsa filozof ya da sanatçı çağın koşullarından hareketle ayağa
kalkar ve eylemde bulunur. Bu eylemlere muhakkak ki hayatın özellikle de
yakın tarihin ve yaşam tecrübelerinin mantığı damgasını vurur. Hayat ve
Sanat adlı bu çalışma da, söz konusu olan argümandan nasibini
almaktadır. Yakın tarihimiz açısından 2013 Haziran Halk Ayaklanması,
bundan sonraki her türden düşün ve sanat ürünlerine etki edecektir.
Elinizdeki çalışmada da bunun belirleyici etkisini görmek zor değildir.
Çevre sorunu olarak görünen olaylar dizisinin gerçekte
kapitalist-emperyalist sistemin yapısal özellikli ekonomik, siyasal ve
estetik bir sorunu olduğu unutulmamalıdır. Konunun politik yönü
Politika’nın Evrimi adlı kitapta yansıtılmıştı. Şimdi ise soruna estetik
bilinç çerçevesinden bakılmaktadır.
Hayat ve Sanat, ele alınan konunun ve içinde yürünen sürecin derin ve
genişliğinin bilincinde olduğu için konuları mümkün olduğunca art
planlarıyla ele almaktadır. Dolayısıyla tarihsel süreçte hayata
damgasını vuran sınıf dinamiği de çalışmanın aktüelleştirdiği
unsurlardan birisidir. Sanat ve estetiğin sınıf mücadelesindeki rolünü
gösteren örnekler açısından tarih yeterince verimli eserler sunmuştur.
Sanat tarihine bakılırsa sanatta sınıf dinamiği günümüze yaklaştıkça
etkisini daha da artırmıştır/artırmaktadır. Aristophanes’ten Bruegel’e
dek birçok sanatçının, estetiğe alt sınıflar açısından yöneldiği dikkate
alınırsa konu daha iyi anlaşılacaktır. Sanat da; bilim ve felsefe gibi
gündelik yaşamı ıskalayarak yapılamaz/yapılmamıştır. Genel olarak
dünyada özel olarak da ülkemizde yakıcı bir sorun olarak ortaya çıkan ve
toplumsal zenginliğin sermaye güçlerince gasp edilmesi anlamına gelen
“kentsel dönüşüm”ü görmekte yetersiz olan bir göz, asla sanatçı gözü
olamayacaktır. Yani estetik yetenek kazanmış her göz, toplumsal yaşam
mekanlarının/kentlerin artı değer sömürüsüne açıldığını görmezden
gelemez. Zira sanat, hayatın sanatıdır, bazen yansıması, taklidi bazen
de hayatın ta kendisidir. Bunun da etkisiyle Hayat ve Sanat, toplumsal
yaşam, kentsellik ve estetiğe dair temel konu, sorun ve tezlerin
birçoğunu mercek altına aldığı iddiasındadır. Kitap, konuya ilişkin
sorun ve tartışmaları Antik Yunan’dan alarak, Leonardo da Vinci ve
Goethe’den getirerek John Steinbeck’in Gazap Üzümleri’ne, oradan da
Orhan Veli’nin “İstanbul Türküsü” şiirine bağlamaktadır.
Hayat ve Sanat, asıl olarak Batı sanat tarihi üzerinde yoğunlaşsa da
çalışmanın sonlarına doğru ülkemizin yakın tarihine odaklanmakta,
kentselleşme ile sanatsal ve kültürel olgular arasındaki ilişkiye de
projeksiyon tutmaktadır. Çünkü çalışmanın önemli motivasyonlarından
birisi “gezi ruhu”nun ortaya çıkardığı kent sakinlerinin devrimci
talepleri olmuştur. Arka planında toplumsal yaşam alanı olan kentlerin
(İstanbul’un) sermaye tarafından daha da çok çalınmak istenmesi vardır.
Oysa bu olay ülkemize ya da İstanbul’a özgü lokal bir olay değildir.
Tarihsel ve evrensel hinterlandı oldukça geniştir. Bu yüzden çalışma,
tarihsel, yerel ve evrensel planda bu arka alanı gösterdiğini ileri
sürmektedir. Daha doğrusu, mütevazi bir dille söylenecek olursa, çeşitli
şekillerde zaten gösterilmiş olan olguları farklı formlara sokarak yeni
sentez biçimleriyle bir bakıma tekrar etmektedir.
Sanat tarihine yönelme isteği, sıradan bir merak duygusuyla açıklanamaz.
Tarihe ilginin nedeni nasıl ki günümüzü anlamak içinse, tarihsel sanat
ürünlerini anlamak da günümüz sanatını anlamak içindir. Düşünmek,
anlamak ve çözümlemek eylemi asıl olarak değiştirmek güdüsüyle
yapılmaktadır. Sanat, bu anlamda kendisine ayakbağı olan hayatı aşmak
için operasyonel bir kaldıraç işlevi görmektedir. Bunu yaparken yalnız
estetik incelik kazandırmak değil insan, toplum ve dünyaya ahlaki,
eşitlikçi ve insansal bir biçim vererek amaç halini alır sanat.
Dolayısıyla sanat üzerinden kazanılan estetik bilinç bunun için vardır.
Eskiden olduğu gibi günümüzde de sanat, Kant’ın önerdiği biçimiyle salt
sanat yapmış olmak için yapılmıyor. Hegel’in dediği gibi “sanat eseri
kamu için vardır.” Marksist estetik ise sanatsal etkinliği esas olarak
“estetik planda sürdürülen sınıf savaşı” olarak görmektedir. Hayat ve
Sanat’ta bu planın ve sınıf savaşının yankıları, ele alınan eser
örneklerinden hareketle gösterilmeye çalışılmaktadır.
Felsefe gibi sanat da büyük oranda tarihinde içkindir. Bu yüzden hayatın
izini sürerken sanat tarihinin de izini sürmek, estetik ürünlerin hangi
koşullarda ortaya çıktığını, onları bilim ve politika gibi diğer düşün
ürünlerinden ayıran nedenlerin neler olduğunu ve bu ürünlerin işlevini
ortaya çıkarmak çalışmanın başlıca amaçları arasındadır. Konunun hayat
boyutuna birinci özellik denilirse, sanat tarihi kısmına da ikinci boyut
gözüyle bakmak gerekiyor. Çalışmanın üçüncü boyutunda ise tarihsel
süreçte ortaya konan eserler üzerine değerlendirmeler ve özellikle de
felsefi saptama, yargı, analiz ve yorumlar bulunmaktadır. Bu yönüyle
çalışma, sanat felsefesi karakteri taşımaktadır. Demek ki Hayat ve
Sanat, üç ırmaktan akmaktadır: Yaşam (kentsel hayat), Sanat Tarihi ve
Sanat Felsefesi.
Özellikle plastik sanatlar alanında birçok resim ve yontunun örnekleri
gösterilmek yerine yalnızca betimlenmesi, yeterince hacimli olan kitabı
daha da büyütmemek içindir. Kaldı ki internet olanakları, müze
ziyaretleri, galeri ve sergi gezileri nedeniyle ilgili okur,
değerlendirilen birçok esere ulaşmakta zaten zorluk çekmeyecektir.
Üstelik popüler hale gelen yapıtların halihazırda belleklerde olduğunu
düşünmek de bu yola başvurulmasında etkili olmuştur.
Kitapta, izlenen metodolojiye bakılırsa ele alınan konuların;
monotonluktan uzak, dinamik ve diyalektik bir dil ve üslupla
sergilendiği gözlerden kaçmayacaktır. Ele alınan olay ve olguların,
kişi, eser ve kavramların birbirleriyle olan sıkı etkileşimleri özenle
gösterilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın sonlarında İstanbul, Ankara ve
İzmir gibi kentler de konunun tarihselliği, kapsamı ve özellikle de
sanat bağlamında analiz edilmiştir. Kitap, sonlandırılırken yeniden
evrensele bağlanmaktadır. Hayatın sanata dönüşmesi, aradaki ayrımın
minimalize olması ve en sonunda da hayatın sanata dönüşmüş olması
kitabın vurgulamak istediği tezler arasındadır. Bu yüzden de Hayat ve
Sanat, emek-sermaye çatışmasının ortadan kalktığı ve sanatta özgürlüğün
hüküm sürdüğü bir dünya önerisiyle son bulmaktadır. *Editörden