Ekonomik Kriz Koşullarında
FELSEFİ-İDEOLOJİK SINIF BİLİNCİ
Ekonomik gidişat son günlerde sokakları hareketlendirdiği gibi konferans salonlarını da hareketlendirmektedir. İnsanların, toplumun ve dünyanın sorunları gündeme geldiğinde çeşitli disiplinler, sosyal kategoriler akla gelir. Mesela politika ve hukuk bunlar arasındadır. Medya, sokak, teknoloji, şimdilerde sosyal medya, eğitim de ilgi görür. Oysa bütün bunların temelinde ekonomik olgular yer almaktadır. Yani sorunların kaynağında ekonomik süreçler, üretim olgusu ve mülkiyet ilişkileri yer alıyor. Düşün, felsefe ve sanat dünyasında derinleştikçe iktisadi varlık alanına olan ilgimin arttığını fark ediyorum. Bu ilginin de etkisiyle olsa gerek Yaşam Ağacı Derneği’nin düzenlediği bir paneli izleme imkanım oldu. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde (6 Şubat 2022) yapılan panelin başlığı Türkiye’de Ekonomik Kriz ve Nedenleri olarak düşünülmüş.
Elektrik zamlarının protesto edildiği, işçi direnişlerinin artışa geçtiği şu günlerde yapılan toplantının parlamenter Garo Paylan ve araştırmacı yazar İbrahim Ekinci’den oluşan iki konuşmacısı vardı. Moderatörlüğü ise derneğin başkanı da olan avukat Fatmagül Yolcu üstlenmişti. Panelin iktisada, ekonomik krizlere ve nedenlerine odaklanması önemlidir. Paylan’nın devrimci kitle partisinde ekonomiden sorumlu biri olması da isabetli olmuştur. Milliyetçi sol mantıkla kendisine sorulanlara ilişkin verdiği yanıtların, devrimci-demokratik karakterinin de altını çizmek gerekir. Garo Paylan’ın varlığından dolayı sıklıkla aktüel politik tartışmaların yaşandığı programdan hareketle ben de ekonomiye ilişkin birkaç noktaya işaret etmek istiyorum.
Marx’ın Kapitalizm ve Ekonomik Kriz Teorisi
Öncelikli olarak belirtmek gerekir ki, ekonomik krizler bugüne ve bizim ülkemize özgü değil kapitalizmin yapısal özelliğidir. Marx’ın ekonomik kriz teorisi de bunu söylüyor. Marx’ın “Kapital” adlı eserine bakılırsa birisi merkezi ve ikisi tali planda olmak üzere gerçekleşebilen üç tür krizden söz edilmektedir. Birincisi kar oranının düşme eğilimi yasasıdır, ki merkezi olan bu teoridir. Buna göre sabit sermaye (teknoloji vs) toplam sermaye içinde artınca kapitalistin karı azalır. Çünkü işçi daha az sayıda ve az yoğunlukta çalışır. Toplam sermaye içinde emeğin oranı düşmüş teknolojinin oranı artmıştır. Bu anlayışa göre değişmeyen (sabit) sermayenin değer üretmesi mümkün değildir. Dolayısıyla artı değer üretmesi de olanak dışıdır.
İkincisi eksik tüketim kuramıdır. Mal ve meta arzı talep arzını aştığında ortaya çıkar. İşçinin alım gücünün düşmesi de buna eklenince kriz derinleşir. Üçüncü olarak da orantısızlık teorisinden söz edilir. Sektörler arasında dengeli ve planlı bir üretim olmadığı için krizler çıkar. Sermaye piyasasında plan değil de rekabet ve kar belirleyici olduğu için kriz kaçınılmazdır. Ne var ki, panelde bu temel kuramlar açısından soruna bakıldığını söyleyemeyiz. Daha çok popüler konu ve kavramlardan hareketle mesele izah edilmeye çalışılmıştır. Yine de sorunlara ekonomik nedenler üzerinden bakılmış olması günümüz koşularında değerlidir.
Hükümet, İktidar Değildir!
Felsefe konulara, olay ve olgulara bakarken, kavramlara dikkat eder. Bu yüzden panelde sermaye, hükümet, iktidar, laiklik türünden kavramların gelişigüzel kullanıldığı gibi bir izlenim edindiğimi de belirtmeden geçmeyeyim. İktidarları belirleyen sermayenin büyük klikleri olurken hükümet konjonktürel olarak küçük sermaye kliklerinden birisine bırakılabilir. Sunumlara bakılırsa “seküler” tekelci sermayenin belirleyiciliğinden ziyade “dinci” diyebileceğimiz sermaye öne çıkmaktadır. Hükümete iktidar deniliyor. Oysa hükümet, iktidar değil bir nevi mutemettir. Sermaye ve bilhassa büyük sermaye, artı değer kendi kasasına akmak kaydıyla politik alanı (yönetme, yürütme: mutemet) dinci kliklere bile bırakabilir. Ülkemizde olduğu gibi dünyada da örneklerini bulabiliriz.
İktidar büyük sermayenin tekelindedir ve ancak devrimci bir altüst oluşla değişir. Hükümet ise yine büyük sermaye ile ilgili olmakla birlikte sermayenin küçüklü büyüklü klikleri arasında değişebilir ve bu değişme ancak ve ancak seçimlerle mümkün olur. Örneğin ülkemizde olası bir ilk seçimde değişecek olan iktidar değil hükümettir. Elbette bu türden kategoriler arasında diyalektik bir bağ olduğu akılda tutulmalıdır. Vurgulamak gerekir ki, İktidar proletarya önderliğinde emekçilerin ve halkın devrim yoluyla değiştirileceği sermaye düzeninin bütünüdür. Hükümet ise sermaye kliklerinden birisinin egemenliği ile ilgilidir. Sermaye, bu klikleri dönem dönem değiştirmeye ihtiyaç duyar.
Sunumlara bakılırsa hükümet sermayesinin arttığı söyleniyor ki, buna inanmak zor. Marx’ın kapitalizme ilişkin tezlerinden çıkabilecek sonuçlara bakılırsa esasen tekelci sermaye büyüme eğilimindedir. Büyük sermaye küçüğe sınırlı izin verir. Küçük sermaye rakip haline gelecek kadar büyürse tekelci sermaye küçük sermayeyi yutar. Halkımızın deyişiyle “büyük balık küçük balığı yer.” Cemaatin sermayesi de büyük sermayenin bir operasyonu ile el değiştirmiştir nitekim. Görünürde siyasal bir hareket ve çatışma var olsa da gerçekte iktisadi bir savaş olarak tarihe geçmiştir/geçecektir.
Nihayet Marx’ın kapitalizmi, Lenin’in ise emperyalizmi büyük/tekelci sermaye üzerinden okuduğunu biliyoruz. Bu anlayıştan hareket edildiğinde her zaman olduğu gibi son 20 yıllık süreçte de “İslami sermaye” değil tekelci sermaye büyümüş olmalıdır. Nitekim büyük sermayenin bir temsilcisi, “tarihteki en çok karı bugünkü hükümet döneminde yaptık” demişti. Elbette tekelci sermaye dışındaki sermaye gruplarında da artışlar olmuştur ama bu esas yön değil tali yöndür.
Ekonomik Kriz ve Felsefi-İdeolojik Sınıf Bilinci
Ekonomik kriz, kapitalizm koşullarında yapısal bir özellik olarak var olduğuna göre bu durum, devrimin ve devrimci mücadelenin objektif şartlarının olduğu anlamına gelir. Bu yüzden panelde “kriz ve bilinç” meselesinin bir başlık olarak yer alması isabetli olurdu. Kaldı ki iddialı ve büyük bir başlık olarak düşünülmüş panelde en az üç konuşmacı gerekirdi diye düşünüyorum. Veya daha mütevazi bir başlık seçilebilirdi. Toplumun çok büyük bir kesiminin ekonomide işlerin nasıl yürüdüğünü bildiğini düşünemeyiz. Bu yüzden önceki kuşak Marksistlerin de belirttiği gibi sınıf bilinci sorunu, dikkatleri ekonomik alana yönlendirme sorunu olarak görülebilir.
İktisadi ilişkileri ve ekonomik krizi sınıf olgusuyla görmeyen kitlelerde ortaya çıkan bilinç bulanıklığı için pekçok örnek verilebilir. Mesela 2022’de işçi, emekçi ve emeklilere önceki yıllara oranla epeyce bir zam yapıldı. Sokak röportajlarına yansıyan bir iyimserlik var. Toplumun büyük çoğunluğu, kendisine yapılan yüzde 30’luk ya da 50’lik artışı görüyor ama temel gıda ve ihtiyaç maddelerine yapılan yüzde yüzlük ya da yüzde yüz otuzluk artışları görmüyor! İktidar medyası da burada manipülasyon yapıyor. Baskı altındaki kitlelerin, böyle durumlarda pozitif olanı görme eğilimi artar. Daha doğrusu negatif olanı, pozitif olarak görme eğilimi baskın gelir.
Toplum ve özellikle proletarya, yanılgılı ruh dünyasından yalnızca ve yalnızca felsefi-ideolojik sınıf bilinciyle kurtulabilir. Sınıf bilincini, yalnızca proletarya bilinci olarak ele almak yanlış olur. Ezilen her toplumsal kategori için geçerli olduğu gibi düşün ve sanat insanları için de gereklidir bu bilinç. Zira ekonomik kriz yalnızca ekonomik kriz değil, yalnızca politik krizle de sınırlı değildir. Bu nedenle ekonomik mücadelenin, felsefi ideolojik ve politik mücadele ile birlikte yürütülmesi zorunludur.
Türkiye’deki kapitalizmi analiz ederken doğa, kır ve kent arasındaki ilişkiye vurgu yapılması önemlidir. Doğanın ve kırın sömürülmesine karşı çeşitli tutumlardan söz edildiği de sanırım kitlenin ilgisini çekmiştir. İlgi çekmelidir; çünkü Marksist teori, doğa krizi de dahil olmak üzere her türden toplumsal bunalımı sosyal dünyaya ve bilhassa iktisadi gerçekliğe ve ekonomik krizlere bağlamaktadır.
Kapitalizmin yapısal özelliği, toplumu bir bütün olarak epistemolojik, estetik, etik ve hukuki olarak krizin içine sürüklemektedir. Dolayısıyla Garo Paylan’nın “birlik” düşüncesine vurgu yapması dikkat çekici olmuştur. Bununla birlikte panelde işçi ücretlerini artırmakla demokrasinin geleceği veya “saraylara ve savaşlara para harcanmasa toplum iyileşir” türünden tezler de savunuldu ki, bunların hukuki sorunlardan dolayı ileri sürüldüğü kanaatindeyim. Çünkü bu görüşler toplumsal bir özgürlüğü hedeflemeyen öngörülerden öteye gitmez. Nihayet yine dile getirildiği gibi yereli esas alarak örgütlenmek ve yerel iktidar aracılığıyla da toplumsal bir kurtuluş söz konusu olamaz. Programa bu noktalar üzerinden bakıldığında sol milliyetçiliğin ve devrimci kitle partisine burun kıvıran “sert solcu” çevrelerin istismar edeceği pekçok argüman da ileri sürülmüştür. Salondan gelen bazı eleştirel soruların niyeti de bu durumu doğrulamaktadır.
Ekonomik Eşitlik ve Toplumsal Özgürlük
Demin de belirttiğim gibi panelin konusu sıklıkla aktüel politika konularını tartışma biçimine dönüştü. Bunlardan birisi de dinci-laik çatışması oldu. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de pekçok işyerinde, fabrikada grev, direniş, uyarı eylemi var. Yaşamı bu gelişmelere bakarak kavramak gerekiyor. Ne var ki çoğu zaman temel çarpıtılıyor ve bu hafta yaşanan bir gelişmede de olduğu gibi dinci-laik çatışması ön plana çıkıyor. Oysa Paylan’nın “inanca göre ilerici gerici olunmaz” uyarısını yapmakla yetindiği konu/sorun, bu hafta parlamentodaki dostlarımızın tartıştığı gibi dinci-laik meselesi değildir. Feodalizmin gerici bir sistem olduğunu biliyoruz, 600 yıllık tecrübe bunu kanıtlıyor. Öte yandan kapitalizmin çok daha gerici bir sistem olduğunu da yüz yıldır uygulanan faşizm koşullarından tanımaktayız. Dolayısıyla “kapitalizme (cumhuriyet) gerici diyemezsin” teziyle “dine (İslam) gerici diyemezsin” tezinin çatışması durumunda elenen, gözden kaçan emek-sermaye çatışması olur.
Siyasal dinin gerici bir rol oynadığına bence de kuşku yoktur; ama şu noktanın daha önemli olduğunu düşünürüm: Feodalizm, sermaye ve emperyalizm modernlik ve laiklik adına onu kullanmadıkça, manipüle etmedikçe dinin, kendiliğinden gerici bir gücü ve işlevi yoktur. Kanaatim o ki toplumun ve insanlığın çıkarı, dinci-seküler olsun sömürücü kamplardan birine yedeklenmekte değildir. Devrimci-demokratik bir halk iktidarı için mücadele etmek, ekonomik eşitlik ve toplumsal özgürlük için sosyalist ve Sovyetik bir dünya yaratmaktır.
Dolaşım Sürecine Değil
Üretim Sürecine Odaklanmak
Bilmek ya da sınıf bilinci kitaplarda yazılanları veya ortada bilgi olarak dolaşan konuları bilmek değil, ekonomik alanı bilmek demektir; bu alanda çarkların nasıl döndüğünü bilmektir. Ekonomi bilmek de yeterli olmayacaktır. Üretimin nasıl yapıldığı, ürünün nasıl paylaşıldığının bilincinde olmak gerekiyor. Sosyal-sınıfsal eşitsizliğe neden olan toplumsal artı değerin üretim alanında nasıl oluştuğunu ve dolaşım veya tüketim sahasında nasıl kar, rant ve faiz olarak görünür hale geldiğinin farkında olmak gerekir. Marx’ın ve Marksizmin iktisatçılığı, bu noktalarda ana akım iktisattan ayrılır. Nasıl ki Marksizm yalnızca materyalizm değil tarihsel materyalizm ise buna paralel olarak diyebiliriz ki, Marksizm yalnızca iktisadı temele alan bir teori olmayıp, sermayenin -dolaşım sürecine değil- üretim sürecine odaklanan bir teoridir.
Tekçi Yönetimin Ekonomik Temeli
Bilinçli her birey, son yirmi yılı okuduğunda gelişmelere ekonomik gidişatın yön verdiğini kolaylıkla anlar. Oysa bilinçlenmenin yeterli olmadığından dolayı gelişmeler politika üzerinden okunuyor. Bu da yetersiz oluyor tabi. Tekçi yönetim kişinin, kişilerin egoist tavrıyla, psikolojik özellikleriyle açıklanıyor. Halbuki 2008 krizine odaklanan her bilinç, ülkemizdeki sermayenin hareketine, gelişme dinamiklerine bakarak gerçekleri görecektir. Neden işçiye, emekçiye, aydına, akademisyene karşı faşizm uygulanıyor, neden sınır ötesi alanlara saldırı oluyor, anlaşılabilir. Çünkü bunlar sermayenin Türk büyük burjuvazisinin onayı olmadan olacak hareketler değildir.
Sokak ve emekçi hareketlerini konu ederek başlamıştık yine onunla bitirelim. Konuşmalarda da bazıları vurgulanan işçi hareketliliği deyince Yemek sepeti, Farplas, Trendyol, birçok kargo işletmesi, Migros, bazı çorap fabrikaları, belediye işçileri, Flormar, şu sırada gündemde olan sağlıkçıların beyaz eylemleri ilk aklıma gelenler. Bu gelişmeler iktisadi analizlerden ve Türkiye’de Ekonomik Kriz ve Nedenleri’yle doğrudan bağlantılıdır. Bir kısmı anılan işçi eylemlerine, son günlerde eklenen yoksulluk, zamlar ve pahalılığa karşı Kürt kentlerindeki ve daha pekçok yerde ortaya çıkan halk eylemlerini de mutlaka anmak gerekiyor.