Geçen hafta Pir Sultan Abdal Kültür Derneği İstanbul-Güngören Şube’nin düzenlediği bir etkinliğe davetliydim. Güzel bir geceydi. Dört saat sürdü. Kızılbaş/Alevi kültürünün tarihsel ve aktüel boyutları konuşuldu. Konuşmalara şarkılar, türküler eşlik etti. 400 kişilik salon neredeyse doluydu. Neşelendiren, duygulandıran, eğlendiren ve düşündüren yanları da vardı. Program, Başkan Kenan Yerlitaş’ın konuşmasıyla başladı. Menekşe Yeter ve Mazlum Köse de sunumu üstlendiler. Konuyla ilgili uzun yazma niyetinde değilim. Meraklılar için kısa bir bilgilendirme yapmak, bunu da konuşmacılardan biri olan Kemal Bülbül üzerinden yapmak istiyorum.
Kemal Bülbül’ü sanırım pek çok insan tanıyacaktır. Etkili, içerikli ve propagandist bir konuşma yaptı. Toplumsal dinamikler arasındaki diyalektiğe vurgu yapması, bence salondakileri büyüledi. Hep söylerim, kişisel yetenek olarak bilinen bir özellik var. Korkmadan, hesap sorarak, hücumlar yaparak konuştu. Neredeyse hiç doldurma cümleler kullanmadı. Bu cesaret yalnızca milletvekili olmasıyla açıklanamaz. Önceki dönemde Pir Sultan Dernekleri’nin başkan ve yöneticisi olmak, sıklıkla tecrübe edinmek bu yeteneği yaratmış ve geliştirmiş olabilir.
Kemal Bülbül’ül konuşmasının iskeleti şöyleydi: Kızılbaş/Alevi toplumu yüz yıldır, bin yıldır zulüm altında. Yalnız Aleviler değil işçiler, emekçiler, yoksul köylüler de büyük bir sömürü ve baskı altındadır. Bülbül için bu iki toplumsal grup ile Kürtlerin kaderi ortaktır. Ayrıca Anadolu’da Ermeni, Çerkez, Süryani, Arap ve benzeri halkların kaderi de birdir. Bülbül, bu halkları andıktan sonra halk kahramanlarını anmayı da unutmadı. Bedreddin ve Pir Sultan’la birlikte gelen direniş geleneğini Mustafa Suphi ve Seyyit Rıza’ya bağlarken şimdi aklımda tutamadığım epeyce de detay verdi.
Alevi/Kızılbaş direniş geleneğini sınıf hareketine bağlamayı da ihmal etmeyen Bülbül, Deniz, İbrahim, Çayan, Mazlum ve daha bir çok ismi vurgu yaparak andı. Ezilen sınıfları savunduğu gibi ezilen ulus ve dinleri de olumladı. Alevi/Kızılbaş inancını ezilen inançlar bağlamına alarak savundu. Nihayetinde ona göre bütün sınıflar, uluslar, cinsler aynı olmadığı gibi bütün dinler de aynı değil.
Gecede hatırlatmak istediğim konulardan birisi de, Alevi inanç ve ibadetine uygun olarak açılış yapılması, çerağ gereği mum yakılması ve kadın arkadaşların oynadıkları semahların etkileyiciliğidir. Ayrıca programı hazırlayanların çok etkili bir sahne düzenlemesi yaptıklarını da not etmek gerekiyor. Alevi katliamları yanında toplumsal katliamları da teşhir eden pankartlar ekranı doldurmuştu. Genel Başkan Gani Kaplan ve yine bir milletvekili olan Özgür Karabat da konunun ruhuna uygun konuşmalar yaptı.
Böyle bir gecenin olmazsa olmazı, sanatçılardır. Özellikle de müzisyenler dikkat çeker. Kadın müzisyen Kader, grubuyla sahne aldı. Hareketli parçalar tercih ettiğini düşünüyorum. Ama içerik Kızılbaş/Alevi kültürüne uygundu. Kader’in türkülerine halaylar eşlik etti. Müzisyenlerden bir diğeri ise değerli dostum Muzaffer Özdemir idi. Kendine özgü şelpe tekniğiyle çalıp söylediğini çoğunuzun bildiğini tahmin ediyorum. Pir Sultan türkülerini seslendirdi. Tiyatral bir atmosfet içinde şiirler okuduğunda programın sonuna gelmiştik.
Cansıkıcı bir durum da oldu gecede. Kitap stantları açacaktık. Emre, Devrim, ben ve daha bir iki arkadaşla kitapları sergiledik. “Yasak” olduğu haberi geldi. “Yasak anlamsızdır, kitaplar ticari değil, yalnız sergileniyor” diyerek bir çıkış yolu önerdik. Görevliler önce yumuşadı. Yarım saat sonra sert bir emir daha geldi. Emirler adeta demiri kesti: Kitaplar toplanmazsa geceye izin verilmeyecekmiş. Neyse, sergi sonlandırıldı. Yasağın gerekçesini anlamak için yetkililerle konuşuldu. Yanıt alay etmek gibiydi. Belediye kamuymuş, ticari iş olduğu için kitap satışı yasakmış. Kitap mı yasak, satışı mı yasak, Allah bilir!Geceden bu kadar!