Son yılların yükselen ideolojik akımlarından birisi de feminizm oldu. Feminizm kadınların hak ve özgürlük taleplerinin mücadelesini yürüten bir akım olarak bilinir. Bununla birlikte hem ülkemizde hem de dünyada bu akım izlendiğinde tek tarz bir feminizmden de söz edileceği söylenemez. Bir ucunda erkek düşmanlığını savunan diğer ucunda da sınıflı toplum, feodalizm ve sermayeciliğin aşılması mücadelesi yürütülen geniş çerçeveli bir akımdan söz edilir. Bugün, katıldığım bir etkinlikten edindiğim izlenim üzerine konuya ilişkin görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Hafta sonu, Yaşam Ağacı Derneği’nin (Kadıköy-İstanbul) organize ettiği toplu kahvaltı ikramının ve peşinden düzenlenen kadın konulu panelin davetlileri arasındaydım. Kahvaltıya umduğumdan çok fazla insanın katılması, panele ise daha sınırlı bir kitlenin iştirak etmesi ilkten not etmem gereken bir konudur. Yine de pandemi koşullarında salonlara epeyce insanın teşrif etmesi önemlidir. Böyle durumlarda benim için nicelikten çok nitelik daha fazla önem kazanır. Panel programı 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Mücadele Günü vesilesiyle düşünülmüş. Güncelliği bakımından da tarihselliği bakımından da isabetli olmakla birlikte baştan söyleyeyim ki sunumları, liberalizmin etkisinde kalmış yüzeysel analizlerden ibaret buldum.
Nikahları Yırtalım, Aile Kurumunu Yıkalım!
Panelin, moderatör dahil olmak üzere üç konuşmacısı Mukaddes Erdoğdu Çelik, Fatmagül Yolcu ve Neslihan Havva Köymen’den oluşuyordu. Konuşmacıların, bir genelleme içinde söylenirse, kadın konusunu bir burjuva ideolojisi olarak bilinen feminizm sınırları içinde ele aldıklarını ileri süreceğim. Bununla birlikte Yolcu ve Köymen’in daha ihtiyatlı bir içeriği paylaşarak liberalizmden uzaklaşma eğilimi içinde oldukları, Çelik’in ise sunumundaki liberal dozun çok yükseklerde seyrettiği iddiasındayım. Bu yüzden de bu haber-yorum yazısında, daha fazla, uzunca konuşmalarıyla dikkati çeken Çelik’in sunumuna işaret etmek istiyorum. Konuşmacıların ağzından “nikahları yırtalım”, “mutfakları yok edelim”, “aile kurumunu dağıtalım” türünden sistemi yıkmayı, düzeni devirmeyi, yeni bir dünya kurmayı amaçlayan açıklamalar duyulsa iyiydi. Ne gezer. Varsa yoksa erkek düşmanlığı!
Panelin doğruları da az değildi. Bunlar genellikle somut ve aktüel durumlara ilişkindi ki konuşmacılar tamamen doğru açıklama ve bilgilendirmeler yaptı. Kadına şiddet olmadığını kim iddia edebilir? Onun ezildiğini, misliyle sömürüldüğünü görmemek için politik körden de beter olmak gerekir. Netice itibariyle konuşmacılar kadının aile tarafından; baba, abi ve koca aracılığıyla baskıya maruz kaldıklarını söylerken, yalnız ırkçı, faşist sistem tarafından değil erkekler tarafından da ezildiklerini, baskıya maruz kaldıklarını belirtirken haklı bir zemin üzerinde hareket etmişlerdir. Sanırım bu belirlemeler salondakiler tarafından da destek görmüş, onaylanmıştır. Ben de konuşmacılarla aynı kanaatteyim.
Konuşmaların birçok ufuk açıcı boyutunun bulunmasına rağmen esasen zayıf oluşu süreçten ve nedenlerden değil sonuçlardan hareket edilmesindendir. Sonuç da ortada: Kadın zulüm görüyor, tecavüze uğruyor, sömürülüyor ve katlediliyor. Bunun nedeni, motivasyonları, sosyal, iktisadi ve tarihsel sebepleri nelerdir? dediğimizde, konuşmacıların aklına bir tek yanıt geliyor: Erkek, erkek, erkek… İyi, güzel de erkekler özcü ve teolojik felsefelerde olduğu gibi annelerinden bu şekilde mi doğuyorlar? Feminizmin çıkmazının görüldüğü yerlerden birisi burada gizlidir. Çünkü şiddetin özden, erkek doğasından, ırkından olduğunu kimse kanıtlayamaz. Sonuçta erkekleri doğuran da nihayetinde kadınlar olduğuna göre kadın, şiddete meyilli bir varlığı dünyaya getirmiş olur ki, bunun da bilimsellikle bir ilgisi yoktur. Geriye sosyal, iktisadi gerçeklik kalıyor.
Erkek Emekçiyle Erkek Kapitalist Aynı Sınıftan mı?
Bu sorunun yanıtı burjuva feminizmi için “evet”tir. Feminizmin tipik savunucuları gibi bizim panelistlerin de ağzından bir kez bile kapitalizmin, feodalizmin sorgulanması gerektiğine ilişkin bir ifade çıkmamış olması düşündürücüdür. Yanlış anlamadıysam suç, feodalizm ve sermayecilik sisteminde değil; zira asıl suçlu erkeklerdir! Feminizme göre bilindiği kadarıyla erkekleri de sınıfsal ayrıma tabi tutmak gerekmiyor. Erkek proleterle erkek kapitalist arasında bir fark da bulunmuyor! Feminizm ve Mukaddes Erdoğdu Çelik erkekleri eşitlediği gibi kadınları da eşitlediğinin farkında mı, bilemiyorum. Feminizmin mantığına göre sermaye sahibi kadınla emekçi kadın aynı “sınıfın” üyeleri.
Feminist ideoloji açısından sermaye sahibi bir kapitalist ile onun yanında çalışan bir emekçi de aynı “sınıfın” üyeleri oluyor. Neymiş? Engels demiş ki: Kadınlar proletaryadır. Neyse ki ben Engels’in öğrencisi olsam da ‘Engels ne söylemişse doğru söylemiştir’ diyen ekolden değilim. Kaldı ki Engels bu türden yaklaşımlarını aşan ve toplumun sınıflarını kadın erkek olarak değil burjuva ve proletarya olarak tespit etmiş, bunu temel eser sayılan Manifesto’da dünyaya duyurmuş birisidir. Üstelik konuşmada bir yandan erkeklere hitaben “kendinize gelin, eski görüşleri bırakın” gibisinden ifadeler kullanılıyor; diğer yandan 150 yıl önceden söylenmiş bir söze atıf yapılıyor. Bana göre eski görüşlerin değil yanlış veya yanlışlanmış görüşlerin terk edilmesi lazım gelir.
Marksizm ‘Cindiyet Körü’ Değil
Burjuva Feminizmi ‘Sınıf Körü’dür
Konuşmalara şöyle bir içerik hakim: Bize karışmayın, bize itiraz etmeyin, bizi eleştirmeyin, bizim eylemlerimize katılmayın, 8 Martlarda ortada görünmeyin, bize akıl vermeyin, bizimle tartışmayın! Peşinden bizim söylediklerimize uyun, bizi bizim istediğimiz gibi kabul edin deniliyor. Büyük bir insanlık sorunu, sınıf ve sistem yerine cins meselesi olarak görülürse konuya bakış bireyselleşir ve feminizmin gözüne katil ve cani olarak ortada dolaşan erkelerden başkası görünmez. Yani halkın benzetmesiyle söylersek, bataklık değil sineklere savaş açılır. İtiraz, eleştiri, fikir çatışmasına karşı çıkmanın kendisi haddizatında idealist bir burjuva bakış açısıdır.
“Karışmayın, katılmayın” yaklaşımı, cinsel birliktelik manasında “bizimle birlikte olmayın” noktasına da varıyor mu, o kısmı sunumlarda netleştiremedim. Akıl/fikir almak veya vermek, eylemlere ortak katılım sağlamak, karşılıklı saygı çerçevesinde düşünülürse neden yanlış olsun ki? Diyeceğimi şöyle ifade edeyim: Panelistlerin kadın mücadelesine “soldan” veya “Marksist pencereden” baktığını varsaydığımızda liberalizmin etkisi bu denli görülüyorsa, ana akım feminizmden kadına karşı şiddete nasıl bakılıyor olabilir, varın siz düşünün.
Konuşmacıların Kürt hareketi ve kadın ilişkisini değerlendirme tarzları da bana oldukça sorunlu göründü. Benim izlediğim kadarıyla Kürt kadını, Türkiyeli veya Kürdistanlı erkeklere savaş açarak kendi yabancılaşmasını giderip ön plana çıkmadı. Feodal, sömürgeci ve kapitalist sistemin kendisine temelden savaş açtı ve bunda da, ulusal baskı tetikleyici bir işlev gördü. Elbette modern sınıflı toplumlarda erkeğin büyük bir ayrıcalığı bulunuyor. Kürt kadını örneğinde görüldüğü gibi ezen sınıfa veya ezen ulusa yönelen bir kadın hareketi sonuçta erkeğin ayrıcalığını da ortadan kaldıracak bir sistem kurabiliyor. Tersi doğru değil. Yani erkeğin tasfiye edilmesi bilhassa emekçi bir kadın için onun yerini kadın bir sömürücünün alması demektir.
Feminizm ve M. Erdoğdu Çelik için sömürücünün erkek mi kadın mı olduğu önemli olabilir ve kadın sömürücü tercih edilebilir. Oysa emekçi bir kadın için erkek sömürücü ile kadın sömürücü arasında bir fark yoktur. Örneğin dünyada birçok kadının bakan, başbakan vs olduğu biliniyor. Emekçi kadınlar açısından ne değişiyor? Bu konuda bir hatırlatma yapmak isterim. Bir klişe var. Ekolojistlere göre ‘Marx ve Marksizm ekoloji körü’, feminizme göre ‘Marx ve Marksizm kadın ve kadın emeği körü’, dolayısıyla ‘cinsiyet körü’, milliyetçilere göre ‘Marx ve Marksizm millet körü’… Feminizmle sınırlanarak söylüyorum. Benim açımdan Marx ve Marksizm de eksiklikler, tecrübesizlikler söz konusu olmakla birlikte bir “körlük” yoktur. Ama feminizmin ve diğer anlayışların “sınıf körü” olduğu kesin!
Kadın Konusunun Hukukileştirilmesi
Kadın Beyanı Esastır!
Feminizmin genel mantığına uygun düşerek konuşmalarda, kadına şiddetin sorumlusu olarak erkek görülüyor ve erkeklerin cezalandırılması düşünülüyor/öneriliyor. Bu yaklaşım da birçok açıdan sorunludur. Bildiğim kadarıyla feminist hukuk filozofları (diyelim Mckinnon) hukukta da “erkek hukuku”nun geçerli olduğunu düşünürler. O halde burjuva hukukunun böyle bir köklü ve büyük bir sorunu çözemeyeceği açığa çıkar. Marksizm, sorunları hukuka havale eden bir ideoloji değil hukuka ihtiyaç duyulmayacak ve hukuku da ortadan kaldıracak bir sistemin ideolojisidir.
Feminizm ve M. Erdoğdu Çelik, kadın ve erkeğin ekonomik, sosyal, kültürel eşitliğini sağlayacak bir sistemle şiddetin önüne geçmeyi nedense düşünmüyor. Sunumları izlerken/dinlerken şu soruyu sormadan edemedim: Sermaye yerine erkeğin fail olarak görüldüğü bu program İstanbul’un Kadıköy, Taksim, Beyoğlu, Şişli gibi semtlerinde değil de, Esenyurt, Bağcılar, Gazi, Okmeydanı gibi emekçi semtlerinde ve emekçi kadınların yoğun olduğu yerlerde yapılsaydı, kitlede nasıl bir karşılık bulurdu?
Sunumlardan yine benim anladığım feminizm, cinsler arasındaki toplumsal rollerin eşitliğine, ekonomik olanakların ortak kullanımına yoğunlaşma yerine sorunu kriminalize etme yolunu seçerek hukukileştirmektedir. Dünyanın devrimci değişimi söz konusu olmadığı sürece hukuk varlığını sürdürdüğü gibi en temel sorunlar bile hukukileştirilir. Sosyal, iktisadi veya kültürel bir sorun hukuka havale edildikçe hukuk, yeni hukuk anlayışlarıyla genişler ve toplumu sarar/kuşatır. Panelistlerden birisinin hukukçu/avukat olması manidardır. Konuyu yine M. Erdoğdu Çelik açtı: Kadın beyanı esastır! Bana kalırsa böyle bir hukuk anlayışı burjuva hukuk anlayışından bile geridir. Kadının ezilmişliğini dikkate alarak düşünüldüğünde haklı bir boyutu var elbette. Bir genelleme içinde savunulması da gerekebilir. Nitekim kadına pozitif ayrımcılık yapılması gerektiği savunuluyor ve yanlış da değil.
“Kadının iddiası tartışılmazdır” anlayışının, kadına şiddeti ve cinayeti önleyeceği tezi tartışmaya açık bir tezdir. Esasen “kadın beyanı esastır” türünden anlayışlara ihtiyacın olmadığı, tüm cinsler için eşitlikçi bir dünyanın inşası hedefe konmalıdır. Diğer yandan burjuva hukuka uyulacaksa bu ilkenin, yalnız ezilen cinsler için değil ezilen sınıf, ezilen ulus ve ezilen inançlar için de savunulması gerekmez mi? Mesela: Proletaryanın/ezilen emekçinin beyanı esastır! Ezilen Kürt ulusunun, Kürt kadınının beyanı esastır! Ezilen Alevi/Kızılbaş toplumunun beyanı esastır! Buna daha farklı örnekler de eklenir ki, burjuva hukukundaki eşitlik ilkesine bile uyduğu düşünülemez.
Bu türden anlayışların uç noktaya vardırılması ve adeta kutsal bir yasaya dönüştürülmesi pek makul görülmüyor. Hatta bana sorulursa bu türden abartılı ilkeler bulup bu ilkeleri de mutlaklaştırmak, kadın mücadelesinin değerini de gözden düşürür ve sözcük yerindeyse kadın mücadelesini sulandırır. Bu türden ilkeleri vakti zamanında feodal ve kapitalist beyler kullanmıştır: Aristokratın beyanı esastır, parası olanın beyanı esastır! Halihazırda burjuva mahkemeleri silahların eşitliği ilkesine uyup sanığın hem aleyhine hem de lehine olan delilleri eşit bir şekilde toplamadığı gerekçesiyle eleştiriliyor. Eğer kadının beyanı esassa mahkeme, davalı bir erkeği sorgusuz sualsiz ipe bile gönderebilecektir. Yani burjuva hukukundan kurtulmaya çalışırken hukuk daha da derinleşmiş oluyor. Feminizmin ve M. Erdoğdu Çelik’in önerileri, kanaatimce sorun çözmüyor, düşman üretiyor. Modern uygarlığın ömrünü uzatmaya yarıyor.
Feminizm Sosyalizm ile Kapitalizmi Aynılaştırıyor
M. Erdoğdu Çelik Meseleyi Kriminalize Ediyor
Feminizm ve M. Erdoğdu Çelik, kadın sorununu, erkek üzerinden analiz ettiği ve kadına şiddetin kaynağını da sistemde değil erkekte bulduğu için emperyalist blok ile Sovyetik ülkelerdeki (Rusya, Çin vs) kadın sorunu arasında da bir fark görmüyor. Sununda “sosyalizm gelirse kadın özgürleşir, sorun çözülür” biçimindeki düşüncenin yanlış olduğu da vurgulanıyor ki, bu noktada panelistlere hak verilebilir. Somuttaki bir sorunun çözümü, somut müdahalelerle başlar. Bu yüzden de “erteleme” kabul edilemez. Öte yandan Sovyetik ülkelerdeki kadın haklarının gelişmiş olması hatta uygulamaların bir kısmının kapitalist Batı tarafından model alınması gibi anlayışlar da buharlaştırılıyor. Çünkü feminizm erkekler arasındaki sınıfsal hiyerarşinin üzerini kapattığı gibi sosyalizm ile kapitalizm arasındaki farkın da üzerini kapatarak insanlığı modern sınıflı topluma mahkum etmek istiyor.
Yine yanlış anlamadıysam feminizm gibi M. Erdoğdu Çelik de feodal, kapitalist ve emperyalist dünyanın varlığını sürdürmesine rağmen erkeklerin “ıslah” edileceğine ve eğer bu “ıslah” layıkıyla gerçekleşirse kadın sorununun da tarihe karışacağına inanıyor. Feminizmin ve Çelik’in mantığından bakılırsa yine kadın cinayetlerinde, asıl ve tek suçlu cinayeti işleyen erkektir, cezalandırılmalıdır. Bu akıl yürütmeye göre savaşlarda, emperyalist savaşlarda insanları öldürenler de askerlerdir. Bu askerler cezalandırılmalıdır. İşte sorunu hukukileştirmek, kriminalize etmek dediğim budur. Elbette kadın cinayetinin faili olan erkek, savaşta silah kullanan asker, polis cezalandırılmalıdır ama bu cinayetlerin ve savaşların arkasında sermaye düzeninin kendisi vardır.
Boşanırsam Sosyal Destek Alır mıyım?
Kadına şiddet, cinayetler ve savaşla gelen kitlesel katliamlar ancak sermaye düzeni, feodal toplum biçimleri ve emperyalizm ortadan kalkarsa son bulabilir. Kadına yönelik şiddet ve cinayeti erkek kadın karşıtlığı üzerinden okuyan bu yaklaşımdan çıkan bir sonuç da, kadın cinayetlerine karşı haklı bir tepki gösterilirken emperyalist savaşlardaki genel cinayetleri ve kadın katliamlarını da aynı pencereden görmek oluyor. Hatta feminizmin mantığında erkek katillere dikkat çekilerek kapitalist dünya düzenine düşmanlığı eritme, perdeleme amacı vardır. Sonuçta kadına uygulanan şiddete karşı çıkıyorum denilirken feminist teoriyi öne çıkarmak ve Marksist sınıf teorisinin etki gücünü kırma söz konusudur.
Sunumun sonuna gelmiştik ki, dinleyicilere çevirdim yüzümü. Bunu sıklıkla yaparım. Ön sırada, solda oturan 30 yaşlarındaki izleyicinin “burjuva feminizmine karşı emekçi kadın mücadelesini desteklemek gerekir” dediğini duyar gibi oldum. Kapı yanında oturan adamın ruh hali de pek iyi görünmüyordu. Sanırım “karım ölürse genç bir kadınla evlenebilir miyim?”, türünden bir soruya hayali yanıtlar arıyordu. Sırtını duvara yaslamış arka sıradaki uzun boylu, 30 yaşlarındaki esmerimsi kadın ise söylenenleri can kulağıyla dinlese de mahkemedeki davayı aklına getiriyor, eğer kocasından boşanırsa yeterli bir nafaka veya asgari ücret kadar bir sosyal destek alıp alamayacağını düşünüyordu. Hemen bitişiğimde oturan, Avrupa’dan geldiği söylenen beyefendi ise kadın konuşmacıları anlamaya çalışırken neden Avrupa’da işçilerin %5’i asgari ücretle çalışıyor da, Türkiye’deki işçilerin % 70’i asgari ücretle çalışıyor?, sorusuna yanıt arıyordu.