Üç zarflı bir seçim hikayesi anlatmak istiyorum. Zamanın birinde bir ülke varmış. Bu ülkede padişahlık babadan oğullara geçmezmiş. Çünkü günün birinde ülke halkı “böyle şey olmaz, biz bizi yöneten padişahımızı kendimiz seçmek isteriz” deyip ayaklanmış. Sonra da ülkenin ileri gelenleri, sahipleri diyelim, bu baskı karşısında seçimli sisteme geçmişler. Gelin görün ki halk tarafından seçildikleri halde hiç bir padişah ağız tadıyla ülkeyi yönetemezmiş. Ayrıca bu ülkede nedense padişaha halk padizof dermiş. Tahtta çıkan padizoflar seçildiklerinin daha ilk aylarından itibaren halkın itirazıyla karşılaşırlarmış.
Bizimki de seçileli bir ay ya olmuş ya olmamışken halkın homurtusuyla karşı karşıya gelmiş. Çarşıya pazara çıkmaya cesaret edemez olmuş. Onun şehre indiğini, köylere çıktığını duyan ahali,
“Padizofumuz açız, ekmeğimiz yok!”
Bir başka grup,
“Padizofumuz toprağımız yok”, demiş.
Şehirdekiler,
“Padizofumuz işimiz gücümüz yok!”
Gençler önünü kesmiş bizimkinin,
“Padizofumuz, evde kaldık, bizi eversene”, demişler.
Çiçeği burnundaki padişahımız saltanatın tadını çıkaramadan huzursuzluk başgösterince yaverlerini toplamış bilgi almış. Yaverlerin içinde önceki padişaha hizmet eden, tecrübeli biri de varmış. Padişah çözüm ararken tecrübeli yaver huzura varmış ve,
“Padizofumuz ben bir çözüm biliyorum”, demiş. Sonra da “eski padizofumuz aynısını yapardı” diye de eklemiş. Padişahın bas bariton sesi duyulmuş:
“Söyle bakalım”, demiş. Demiş ama iyiden iyiye umutsuzmuş. Yaver kısa konuşmuş,
“Padizofumuz”, demiş; “karşı köyde oturan bir adam var, adama köylüler filozof diyorlar. Eski padizofumuz o filozoftan fikir alırdı. Fikir aldıkça da mutlu olurdu, huzur bulurdu. Halk da bundan gayet memnun kalırdı”, demiş.
Demek ki padizof ile filozof kafa kafaya verip yönetirlermiş bu ülkeyi.
“Çağırın huzura” diye yüksek sesle bağırmış padişah. Beri ki kısık sesle, padişahın duyacağı şekilde yanıt vermiş,
“Filozof huzura gelmez, huzura bekler!” demiş korkarak. Padişah çaresizdir, heyeti toplar filozofun köyüne doğru yola çıkar. Yol boyunca ahalinin çıkardığı homurtular zaten olmayan moralini daha da kötü duruma getirir. Filozofun köyü bulunur, ev soruşturulur filozof ak sakalıyla kapıda görülür. Padişah, filozofun huyunu önceden öğrendiği için el etek öptürmeyi düşünmez elbet. Önünde eğilir filozofun. Filozof da eğilerek yanıt verir. Bizimki hızlı bir biçimde konuya girmek üzereyken filozof sözü padişahın ağzından alıp,
“Yeni padizof siz misiniz?” der. Padişah, durumu bilindiği için sevinir. Konuşmak için hamle yapar. Filozof yine söze erken girer,
“Yapmanız gereken, oturduğunuz üç katlı sarayın en alt katındaki üç odaya varmanızdır. Ortadaki odada yer alan üç dolabın en büyüğünde bir açılmamış zarf var. Saltanatın geleceği ve postunu koruyabilmen için ne yapman gerekiyorsa o zarfın içinde yazıyor.”
Padişah ve beraberindeki heyet büyük bir moral bularak, güle oynaya saraya dönerler. Bizim ki değil ki sarayda, ülkede yaprak kıpırdasa bile haberi olan biri olduğu için alt kattaki odaları ve dolapları şıppadak hatırlamış. Bu yüzden de dolabın içindeki açılmamış zarfı eliyle koymuş gibi bulmuş. Büyük bir heyecan ve keyifle zarfı açmış, içindekini okumuş:
“Ahalinin karşısında sürekli eski padizofu eleştir, onu yerin dibine batır. Eskiden olanların kötü olduğunu, kabus olduğunu söyle. Köylere gittiğinde din iman edebiyatı yap. Şehirlerde dolaşırken vatan millet nutukları çek. Bazen de ikisini birlikte yap”
Yazı ve nasihatler kısa olsa da padişaha gayet makul ve mantıklı gelmiş. Gelip gidenlere eski padişahı kötülemiş, bazen sınırı kaçırıp yerin dibine sokmuş. Bazen de ağza alınmayacak ifadeler kullanmış eski padişah için. Yani Allah yarattı bile dememiş eski günleri yad ederken. Her şey yoluna girmiş. Köylere indiğinde zarfta yazılanları, din imanı seslendirmiş, kente inerken de vatan millet demeyi asla ihmal etmemiş.
İyi güzel de hep aynı sözler karın doyurmaz ki. Bir süre sonra toplumun tavrı değişmiş. Ülke halkı için kabak tadı vermeye başlamış padişahın sözleri. Tekrar,
“Padizofumuz aç kaldık, topraksız ve işsiz kaldık, bizi eversene….”
Bizimki ne de olsa, çözümü kolay ve yakında buldu. Yine heyeti toplar ve filozofa danışmak için yola çıkar. Filozof yoğundur, ak sakalıyla köylülere nutuklar çekerek geçirmektedir günlerini. Kafasının çatallı olduğuna inanılır. Aklı başka dili başka söylermiş. Çünkü ahaliye seçimi öğretmiştir, padizof seçmeleri gerektiğini de öğretmiştir ama seçilmeleri gerektiğini, ülkeyi halkın yönetmesi gerektiğini öğretmemiştir.
İkinci kez köylüler padizof ile filozofun yan yana geldiğini görürler. Merak içinde birbirlerine fısıltılar yayarlar. Bu fısıltıların içeriğini bugün bile bilen yoktur. Filozof durumun vahametini, padişahın manalı manalı, merak içinde bakan gözlerinden anlar. Kısa keser,
“Aradığın yanıt sarayındadır. İkinci kattaki ortanca odada çiçek desenli halının altında. Orada bir zarf var. Zarfta ne yapman gerektiği yazıyor.”
Bizimkisi yanındaki heyetle, yaverleriyle köyün yolunu tutar ve zarfı eliyle koymuş gibi şıp diye bulur ve kaş göz arasında okur,
“Şimdi sıra yeni nasihatlere ve vaatlere geldi. Gittiğin her yerde köprü, baraj ve fabrika nasihati yap. Bazen de gerekli gereksiz mekanlarda açılış yap, kurdela kes. Köylerde yol, su, cami hatta cemevi sözü ver. Özgürlük vaat et. Dili kültürü serbest edeceğini söyle. Şehirde ise hastane, okul, üniversite, kadro sözcüklerini dilinden düşürme. Bir de kendine vaatlerini yayacak basın ordusu kur ve tellallar bul.”
Padişah büyük bir nefes alır. Artık saltanat sağlamdadır. Bir süredir keyifsiz yatıp kalkan padişah, karısıyla yeniden sarmaş dolaş olmaya başlar. Halkın içine iner, köylere ve hiç gitmediği değişik şehirlere geziler yapar. Bol bol vaatlerde bulunur. Köyleri kasaba, kasabaları il yapacağını da ekler sözlerine. Çok alkış ve tezahürat alır ahaliden. Yoluna kırmızı halılar serilir, kurbanlar kesilir. Bunları gören bizimki dünyaya yeni gelmiş gibidir. Bu sefer yanağıyla, dudağıyla dikkatleri üzerine çeken güzeller güzeli karısı da yanındadır. Şimdilik üç çocuk vermiştir kendisine, mutlulukları böyle sürerse, belki daha da verecektir.
Ne var ki her yükselişin bir düşüşü var. Vaatler, nasihatler, ekonomi yanında, dini ve milli kitaplardan yapılan alıntılar ahalide kabak tadı vermeye başlar. Padişahın, sokağa inmesini bekleyen halk, onun görür görmez,
“Padizofumuz açız, açıktayız, bizi koru.”
Peşinden bir başka grup,
“Padizofumuz bize toprak, bize iş, aş…”
Çare yok padişah için.
Saray ve saltanat heyetini toplayan bizimkisi sonsuza kadar devam edeceğini düşündüğü çözümlerden biri için daha yine filozofun yolunu tutar. Ak sakallı yarı deli yarı divana görünümlü filozofun huzuruna varır.
Sevgili okur şimdi size söylüyorum, gördüğünüz gibi filozof, derde köklü bir çözüm bulamıyor yalnızca iktidarın ömrünü uzatıyor. Uzatsın bakalım. Şimdi ne buyuracak?
Filozof, padizofun yüzündeki kederden, eliyle ensesini kaşımasına bakarak soruyu anlar. “Beni iyi dinleyin sultanım” diyerek başlar söze filozof.
“Üzerine oturduğun postun altında bir tane zarf var. Var git o zarfı aç. İçinde ne yapman gerekiyorsa yazılıdır.”
Padişahın yüzünü büyük bir neşe ve mutluluk kaplar. Zarftan sonra ziyafetler planı yapılır. Padişah atına biner; vezirler, paşalar, yaverler, emirerleri ona eşlik eder. Saraya dönülür. Basın ordusu padişahı karşılar sarayın önünde. Her tarafta “Padizofumuz çok yaşa” sloganları yükselir. Padişah, postun altındaki zarfın heyecanından olsa gerek, bu sesleri duymaz bile.
Atından inen bizimki doğruca üzerine oturduğu postun yanına varır. Postu kaldırdığında saltanatının en mutluluk veren anlarından birini daha yaşarcasına zarfı alır. Sevinçten adeta gözleri dolar. Uzunca bir süre daha sarayın ve saltanatının tadını çıkaracağının hayalini kurarak zarfı açar. Açmasına açar da, yazılanları okuyabilir mi? Okusa bile yüksek sesle okuyabilir mi? Hayır, hayır, hayır. O halde padişahımızın yüksek sesle okuyamadığı zarftaki yazıyı biz okuyalım:
“Süren doldu! Senden sonraki için üç zarf hazırla. Aynı önerileri yaz ve zarfları aldığın yerlere bırak! Ülkeyi daha fazla meşgul etme: Postu deldirtmeden tüy!”