Günlük yaşamımızı meşgul eden pek çok sorun ve kavramın entelektüel çalışmalarda da etkin olmaya başladığını görüyoruz. GDO’lu ürünler, doğal yiyecekler, organik besinler, geleneksel ve kendi gelen ürünler bunlardan en merkezi olanlarıdır. Organik dünya tasarımı, doğal veya diyalektik dünya tasarımı, mekanik dünya görüşü, inorganik veya biyolojik evren anlayışı, jeosantrik veya heliosantrik evren düşüncesi türünden terim ve kavramlar da düşün ve bilim adamlarının ilgi odağıdır. Tüm bunlar arasında ne türden paralellikler ve karşıtlıklar olduğu sorunu, önemli bir felsefi problem olarak karşımızda durmaktadır. Ben bu yazıda biraz da Malatya’nın Yazıhan ilçesinden hareketle, kişisel tecrübelerimden yola çıkarak konuya dair bir yorum getirmeye çalışacağım. Yazıhan, Malatya’ya 30 kilometre uzaklıkta 25-30 mahalleden ibaret küçük ilçelerden biri. Medik ve Boztepe barajının sağladığı imkanlardan dolayı çok sayıda köyde sulu ziraat yapılmaktadır. Kayısıdan dolayı belli bir zenginlikten söz edilebilir.
Kullanım Değeri Değişim Değeri
Pastoral Yaşam Karşıtlığı
Doğa deyince hava, su ve toprak başta olmak üzere üretimle ilgili olan organik ve inorganik unsurlar kastedilir. İlk kuşak filozoflar olan Thales, Anaksimenes ve Empedokles’in doğa, saf, arkhe, element, ilk öge dediklerinden de anladıkları bu varlıklardı. Bunların endüstri çağına geçtikten sonra da saflıklarını koruduklarına inanmak için saf olmak gerekir. Doğanın arılığını, yani saflığının temelini uygar topluma geçiş dönemine dek gerilere götürmek mümkündür. Kullanım değeri üreten bir dünyada doğanın bozulduğunu, dolayısıyla bu temel maddelerin ve buna bağlı olarak da ürünlerin arılığının bozulduğunu söylemek mümkün değil. Sistem değişim değeri üzerinden yürüdüğü için düzen daha çok artı değer ve kar elde etmeye dönüşür. Bu sistemde insanların maddi ve manevi standartlarının yükseltilmesi değil, sermayenin büyümesi ve kapitalizmin karı belirleyici olur. Bu yüzden burjuvazi pastoral yaşam karşıtıdır. Bozulma ve kirlenme de bu gidişatın neticesi olarak ortaya çıkar.
Doğal ve organik ürün denilen besinlerin söz konusu olması yenidir. Burjuvazinin icadıdır. Doğal veya organiklik durumunun tarihsel olduğu açıktır. Bu tür kavramlar toplumda çoğu zaman resmi ideolojinin yarattığı algı üzerinden bilinmektedir. Sanki komünal toplumdaki gibi saf ürün ve beslenme mümkünmüş gibi bir algı yaratılmaktadır. Oysa endüstriyel uygulamalar, havanın, suyun ve toprağın saflığına birçok nedenle son vermiştir. Bu üç temel unsurun kirlendiği bir çağda yerel düzeyde ve sınırlı bir mekanda saf ürün, dolayısıyla doğal ya da organik beslenmenin mümkün olduğunu söylemek düpedüz yalan söylemek anlamına gelir. Olsa olsa yarı organik ya da yarı natürel diyebileceğimiz ürünlerden ve beslenme biçiminden söz edilebilir. Köylüler zehirli ağacın meyvesi de zehirli olur der. Hava, toprak, su kirlenmişse bundan tüm üretim ve yaşam payını alır demektir.
Mekanik Doğa Ekolojik Doğa
Doğal ve Organik Yalanlar
Tarımın endüstriyi öncelediği dikkate alındığında ikili arasındaki diyalektiği, aynı zamanda kır-kent karşıtlığını da hesaba katmak kaçınılmaz olur. Komünal uygulamaların tarım toplumundan kaldığını, oraya da ilkel toplumdan miras bırakıldığını hatırlatmak gerekir. Bunu anlamak için kırsalda, köy yaşamında kısa bir süre bile tecrübe etmek yeterli olacaktır. Halen yardımlaşma, üretim araçlarını, ürünleri ve ihtiyaç maddelerini ödünç alma verme alışkanlıkları yürürlüktedir. Bahçede bağdaki ürünlerden izinli izinsiz koparmak mümkündür. Bunların yeme içme düzeyinde olması gerekir. Satmak için koparmak ise hırsızlık ve suç sayılır. Bağ ve bahçenin bereketli olduğunu gözlemlemek de mümkündür. Yine de kapitalist ilişkilerin en ücra noktaları işgal ettiği düşünülürse bu konuda fazlaca iyimser olmak zordur.
Kapitalizm söz konusu olduğunda doğa tasarımını iki ekole ayırarak açıklamak olası görünmektedir. İlk olarak mekanik doğa tasarımından söz edilebilir. Bacon, Descartes ve Galilei akla gelir ve Newton bu doğa anlayışını sürdürür. Rönesans’ın doğa anlayışına bakılırsa doğa, anlaşılıp egemenlik altına alınması gereken bir “öteki varlık”tır. Özne artık nesneyle bir bütün değil o da bir bakıma “öteki” olmuştur. İnsan da (emekçi), doğa da bir araçtır ve sermayeye hizmet etmelidir. Neticede insan, toplum ve doğa arasındaki bütünlük burjuva çağıyla birlikte sona ermiştir.
Ana akım felsefe ve filozoflar mekanik dünya tasarımının yerine ekolojik dünya tasarımını koyma eğilimindedir. Ekolojik dünya, organik ürün ve beslenmelerin gerekliliği üzerinde duruyor. Oysa organik denilenin saf olmadığı kırsalda yapılacak kaba bir gözlemle ortaya çıkar. Kimyasallar, zehirli ilaçlar, fabrika atıkları tüm atmosferi etkisi altına aldığı için üretim ister geleneksel ister organik düzey ve disiplin içinde olsun artık saf olmaktan çıkmıştır. Bu yüzden kamu kontrolünde ve yönlendirilmesinde yapılan üretimin saf/arı olduğu iddiası, ideolojik bir manipülasyondan ve etik terimlerle söylersek organik bir yalandan ibarettir. Doğal dediğimiz de zaten komünal toplumdaki anlamında olduğu gibi doğal değildir!
Organik Ürün Doğal Ürün
Organik ve doğal ürün bazen karıştırılsa da doğal dediğimiz üretim geleneksel üretimle aynı şeydir. Olması gereken organik değil doğal olandır; amma ve lakin kapitalist/ endüstriyel üretim, üretimin temeli olan toprağı, havayı ve suyu zehirlemiş olduğundan eski, geleneksel usul bir doğal üretimden söz edemiyoruz. Tarım toplumlarını yakından bilenlerin hatırlayacağı gibi bir de “kendi gelen” denilen sebze, meyve ve bitkiler var.
“Doğal” denilen insan müdahalesini gerektirdiği halde suni veya doğal gübrelemeye mazur kaldığı halde “kendi gelen” ürünler bundan muaftır. Ne var ki bu çok sınırlı ve neredeyse yok denilecek kadar azdır. Köy ve köylü ziyaretlerinde ben doğal ya da organik/natürel ürün dendiğinde “kendi geleni” anlıyorum. Bunlar daha çok kuşburnu, böğürtlen, üzüm, ceviz, kavun, karpuz gibi meyveler olarak sıralanabilir. Kaldı ki bunların da -yukarıda belirttiğim nedenlerle- saf ve orijinal olduğu söylenemez. Gerçi saf olmaya en yakın olanlar bunlardır. Kamu kontrolünde sertifikalarla yapılan organik denilenler de asla ve asla saf değildir; adının saflığındaki gibi organik ürün/besin yoktur!
Tarım Toplumunda Ontoloji ve Epistemoloji
Kapitalist endüstri toplumu, felsefenin ve filozofların gündeminde yerini almıştır. J. J. Rousseau, bilinen ilk uygarlık eleştirmeni olmuştur. Darwin, Malthus gibi düşünürler de doğanın bütünlüğüne, ürünlere ve besinlere dikkat çekmişlerdir. Bu konuların şimdilik detayına girmek istemiyorum. Ekolojinin ortaya çıkması ise Ernst Haeckel ile birlikte olmuştur. Grekçe ev, yakın çevre kelimelerinden türetilmiştir ekoloji. Canlı çevrenin tümü için de ekosistem terimi icat edilmiştir. Demek ki, organik inorganik, özne nesne ayrımı, dolayısıyla insanın doğaya yabancılaşması asıl olarak mekanik dünya görüşünün mucidi olan burjuva sınıfına aittir. Kenti, icat ederek kıra, doğal tarım üretimine ve elbette ki göçebeliğin özgür ilişkilerine yabancılaşma da uygar toplumla ve kapitalizmle birlikte gelmiştir. Buna göre tarım toplumunun varlık görüşü (ontoloji) ile sanayi toplumunun ontolojisinin farklı olduğu da üzerinde düşünmemiz gereken felsefi bir sorundur. Keza epistemoloji (bilgi felsefesi) anlayışı bakımından da iki toplumun düşüncesi örtüşmez diyebiliriz.
Kır toplumuna göre doğa, toprak ve su doğuran, yaşatan canlı varlıklardır. Toprak yıkanması, kurulanması, dinlenmesi, beslenmesi gereken adeta kutsal bir varlıktır. Her şey topraktan gelir toprağa gider. Köy insanı için bilmek bu varlık durumlarını bilmektir. Bitkinin, meyvenin, evcil hayvanların özelliklerini bilmek, bir kır insanı için zorunludur. Ceviz, armut, badem ağaçlarının hangi aralıklarla sulanması gerektiği, ekinin ne zaman toprağa atılması gerektiğini bilmek son derece önemlidir.
Mekan ve coğrafya insan yeteneklerini de belirler mesela burada Fırat’a katılan Tohma çayından dolayı çevre insanları yüzmeyi, balık tüketmeyi, su canlılarını yakından bilir. Toprak ve hava gibi su konusunda da kır toplumunun bilgili ve tecrübeli olduğunu söylemek gerekir.
Kırsalın Kendine Özgü Ekosistemi
Ekosistemi de kendine özgüdür kırın. Bağ bahçe üretimi, hem insanlar hem hayvanlar içindir. Kır insanı bağ bahçesi, ekin ektiği tarlalarıyla, çimlerde otlayan hayvanlarıyla bir bütündür. Sofradan artanı köpekler yerken, onlardan arta kalanı evin -varsa- kedisi tüketir. Kır insanı etçil ve otçul olduğu için kendisinden arta kalanı ziyan/israf etmez. Büyük baş, küçük baş hayvanların yemliklerine bırakır. Kır insanı bunları bilinç veya eğitim alarak yapmaz. Mekan ve üretim tarzının gereği olarak bu yapılır. Tavuk ve horozlar da çevredeki börtü böceği tüketerek ekosistemin düzgün işlemesine katkıda bulunur. Bu güzelim tablo endüstrinin dayattığı iş yükü nedeniyle insanları insanlıklarından çıkarırken, HES ve benzeri kapitalist işletmelerle kirletilen, orijinalitesi bozulan, zehirlenen, dumanlanan çevreyi de doğa olmaktan çıkarır/çıkarmaktadır.
Kırın Artıları Gibi Eksileri de Çoktur
Gül Dikensiz Köy Kusursuz Olmaz!
Kirlilik belirtilerine rağmen kır yaşamı renklidir. Çünkü sanayi toplumundaki kadar gelişkin bir işbölümü yoktur. Bir köylü olağan koşullarda bir vidayı sıkmayla ömrünü bitirmek zorunda değildir. Sabah meyvelere su vermeye gider. Geldikten sonra sebze toplar. Akşam şeker pancarı söker, yatmadan evvel traktörle pazara ürün götürür. Sürekli aynı işi yapanlarda görülen bel ve boyun fıtığına nadiren rastlanır. Obezite sorunu yoktur, sağlıklı bir yaşamın imkanları az da olsa mevcuttur. Yine de sanayi toplumunun dayattığı ihtiyaçlar nedeniyle emek yoğunluklu ağır işçilik köylüyü yaşamından bezdirebilir. Yani pasoral yaşamda kapitalist uygarlığın iletişim ve medya aygıtlarıyla kışkırtmasından dolayı ihtiyaca göre özgürce yaşama felsefesinin yerini “çalışma ideolojisi” alabiliyor. Bu yüzden nasırlı ellere, kara kuru yüzlere rastlayabilirsiniz. Yaz kış, gece gündüz üretim yapmaya mahkumdur köylü. Bu yüzden gül dikensiz köy kusursuz olmaz sözünü anmak gerek. Mevcudu değiştirme ve yeni bir dünya kurma bilinci yok denilecek kadar sınırlıdır bu yaşamda.
Kırsal yaşamda besin çeşitliliği de kendini göstermektedir. Sabah kalktığınızda evin tavuklarını bitişikteki bahçede, büyük baş hayvanlar için ekilmiş yonca bahçesinde otlarken görebilirsiniz. İki horoz eşliğinde otlayan tavukların ortaya koyduğu manzara size belli bir estetik haz da verecektir. İnek, koyun, keçi aynı zamanda bunların yavrusu olan buzağı, kuzu ve oğlaklar yakın dostlardır. Kır insanı -bazen- sofrasını (yemek masası diyeyim), sosyal yaşam alanlarını bu hayvanlarla paylaşır. Dolayısıyla kır toplumunun toplumsal yaşam alanı, kent insanının anladığından çok geniştir. Sosyal yaşam alanları, insan, ev hayvanları, çalışılan bağ bahçe, tarlayı kapsamaktadır. Kapitalist uygarlığın iletişim ve medya aygıtlarıyla kışkırtmasından dolayı ihtiyaca göre özgürce yaşama felsefesinin yerini modern özentiler alır.
Köyde Bir Günlük Beslenme
Endüstriyel/Paketlenmiş Ürünlere Özlem
Kahvaltıda yumurta, peynir, daha doğrusu peynir çeşitleri, odun ateşinde pişirilmiş biber, taze salatalıkla birlikte pekmez yanına bırakılmış kaymak bulabilirsiniz. Çay eşliğinde birkaç kişiyle birlikte kahvaltı yapılır. Kahvaltıyı öğlen ve akşam yemekleri izler. Zaman kentteki kadar bölünmediği için bazı öğünler yok olmaz. Yalnız şu var: bilhassa yaz aylarında bahçe ve tarlalardaki mevye, sebze ve diğer ürünleri tüketme durumu olduğundan dolayı, öğlen veya akşam yemekleri biraz zayıf geçebilir. Bu besinleri, Yazıhan ve çevresinden hareketle söylersek kavun, karpuz, incir, erik, elma, armut, domates, patlıcan, ceviz, şeftali, dut, elbette ki böğürtlen, kuşburnu olarak sıralayabiliriz. Özel olarak da kayısıyı belirtmem lazım.
Kayısı giderek endüstriyel ürün haline gelirken büyük oranda tarım ilaçlarına maruz kaldığını biliyoruz. Doğal ve organik ürün ve beslenme derken bunlara vurgu yapmak kaçınılmaz olsa da bu ürünlerin en fazla yarı natürel, yarı organik olduğunu vurgulamak gerekiyor. Sıklıkla duyulan ‘organik bal” ifadesi de gerçekleri yansıtmıyor. Çünkü arıların besleneceği organik ürün, çiçek, yaprak, su kalmadı. Köy halkı, anılan ürünlerin birçoğunu kurutmak mümkün olduğundan dolayı, kuru üzüm, elma, kayısı, pestil gibi ürünleri kışın da tüketebiliyor. Ne var ki kır toplumunda paketli, ambalajlı ürünlere, endüstriyel besinlere, reklamı yapılan yiyecek ve içeceklere belli bir merak, istek ve ihtiyaçlar duyulduğunu saptamak zor olmuyor.
Kapitalizmin Ömrü Uzadıkça
İnsanlığın Ömrü Kısalır!
Doğal ve organik üretim kendi gelenin varlığına son vermiştir. İlk insanın doğada bulduğu da ilk olarak bu kendi gelen denilen ürünlerdir. Bir de animizm teriminden söz etmek gerekir ki komünal toplumun varlık anlayışını işaret etmektedir. Animizm çağının (canlı doğa) epistemelojisini ‘düşünce” kavramıyla karşılamak gerekir. Demek oluyor ki genel olarak sınıflı toplum ve özel olarak modern kapitalizm çağı animist ve monist doğa anlayışını ortadan kaldırarak mekanik doğa tasarımını geçerli kılmıştır. Günümüzde ekolojik doğa anlayışı yanında eko-Marksist doğa anlayışından da söz edilir. Öte yandan Marx ve Marksizmin önerdiği komünist dünyada doğanın eski, saf haline döneceğine inanç belirgindir. Bu yüzden de Marx ve Marksizm ekolojik sorunları merkeze alması ilke düzeyinde kalmıştır/kalmaktadır.
Saf beslenme deyince pınar sularını, kaynak suyunu görebilirsiniz. Dolayısıyla hava gibi suyun da, ancak kısmen saf/doğal olduğunu düşünebiliriz. Yarı natürel yaşamdan söz edilebilir. GDO’lu ürünler dikkate alındığında bunun da mümkün olmadığını hatta insanların pek çok sağlık sorunlarının kaynağında bu ürünlerin bulunduğu düşünülürse dünyanın tamamen kirletilmiş olduğunu söylemek olasıdır. Bu yüzden de “hadi köyümüze geri dönelim” türünden yaklaşımlar, ormanı görmeyip ağacı görmek anlamına gelir.
Yalnızca niceliksekle meşgul olan burjuvazinin sağlıklı beslenme ve zinde yaşam sürdürebileceğimiz bir dünya inşa etme ihtimali bulunmuyor. Tam tersine kapitalizmin ömrü uzadıkça insanlığın ömrü kısalacak demektir. Hem doğal/fiziksel dünyayı ve bunun sömürüsünü hem de sosyal dünyayı saf haline kavuşturacak olan proletarya ve onun bir keşfi ve aynı zamanda icadı olan komünizmdir.