Bir varlık durumunun felsefesi derken, o varlık durumuna kavramsal bir açıklama getirmek anlaşılır. Bu açıklama estetik, politik ve bilimsel açıklamalarla bağlantılı olsa bile hiç birine indirgenemez. İndirgenebilseydi zaten felsefe değil, diğer disiplinlerin birinin içinden bir açıklama olurdu. Dostlarla yürüyüşe çıkma kararı alınca ilk konu ve soru benim, bu yürüyüşe ilişkin nasıl bir kavramsal açıklama yapacağım oldu. Hatta “yürümenin de felsefesi mi olurmuş” gibisinden sesler de duyuldu. Bıyık altından gülümseyenleri de bunlara ekleyebiliriz. Bu hafta küçük bir toplulukla yaptığımız kır yürüyüşü çerçevesinde felsefi bir deneme yazarak konunun meraklıları ile paylaşmak istedim.
Yürüme doğal ve sıradan bir olay değildir. Her şeyden önce çağımız açısından düşündüğümüzde yürümek ideolojik bir eylemdir ve sınıfsal bir kökeni bulunmaktadır. Zira komünal toplumdaki yürüme eylemi ile sınıflı toplumlardaki yürüme eylemi birbirinden değişik amaçlar içermektedir. Komünal toplumlarda ve sınıfsız toplumlarda doğal koşulların bir sonucu olarak ortaya çıkan yürüme etkinliği, bir ölçüde insanın yapısal özelliği olarak da ele alınabilir. Oysa çağımızda ve günümüzde feodal ve bilhassa burjuva ideolojisi tarafından içerilmiştir. Masum, tarafsız ve ideolojik içeriğinden izoleymiş gibi görünen bizim kır yürüyüşü için de, söylenenler geçerlidir.
Yürümek Pazarın/Piyasanın Bir Parçasıdır
Sahil Kıyılarında Yürümek
Yürüme diye bir spor icat edilmiştir, bu spor pazar ekonomisinin bir parçasıdır. Kadın ve erkeklerin zayıflamak, çekici görünmek, sistemin istediği vücut ölçülerine gelebilmek için başvurulan bir yabancılaşma etkinliğidir. Bunun gerekçesi olarak yine çoğu kez “sağlıklı yaşam” ve bunun sonucu olarak da “uzun yaşamak” türünden nedenler sıralanmaktadır. Yürümek kentlerde özellikle varlıklı kesimlerin, burjuva sınıfına mensup kişilerin sabahlara kadar yiyip içtikten sonra sabah erken saatlerde kalkıp sahil kıyılarında, bu ortamı bulamayan orta sınıflara mensup kişilerinse kaldırımlarda, egzoz gazına maruz kalarak başvurdukları etkinliktir.
Profesyonel sporun, kapitalizmin en büyük taşıyıcısı olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Büyük bir ideolojik işlev görmektedir spor. Sorunu anlamak için statları ve buralara yönelen milyonlarca insanı düşünmemiz yeterlidir. Buralarda reklamı yapılan ayakkabılar, spor elbiseleri, yenilen ve içilenler topluma yansır ve halk bunları, kendi alanında ihtiyaç haline getirerek satın alır, yürürken kullanır, beslenirken yer. Bunları yapan birey kendine özel bir durum atfeder, değer verir. Üst sınıflarla özdeşleşme algısının içinde kalır. Dolayısıyla yürüyüş eylemi yerini fitness gibi terimlerin türemesine, yürüme mekanları yerini yürüme bandlarına bırakır ve yeni metalar ortaya çıkar.
Yürüme ve Evrim Teorisi
Yürümek kavramının göçebe toplumundaki anlamı ile tarım toplumundaki ve sanayi toplumundaki anlamını da ayırmak gerekir. Doğal ve gerekli bir insan eylemi olan yürümek etkinliği sanayinin yarattığı apartmanlar, fabrikalar ve maden ocakları gibi mekanlarda bir bakıma yok edilmiştir, edilmektedir diyebiliriz. İnsanın bu sosyal tarihine biyolojik tarihi eklemek isteyen tezler ve görüşler de bulunmaktadır. İnsan henüz “insansı” iken ve dört ayak üzerinde hareket ederken (emeklerken diyelim) evrimsel gelişmenin belli bir noktasında ön ayaklarını (ellerini) yukarı kaldırmıştır. Neden? Çünkü yüksekteki besinleri yemek ve kendi güvenliğini sağlamak için ileriyi görmek, vahşilerden korunmak istiyordu. Yürüme imkanı, demek ki belli bir evrimin sonucu oldu. Ne var ki modern çağ, sanayinin sınırlandırdığı yaşam insanı, kentin kirli havasıyla karşılaştırdığı gibi “tuvalet” dahil olmak üzere “her şey içinde” denilen beton duvarların arasındaki kibrit kutusu kadar küçük olan mekanlara sıkıştırdı. Buna eşlik eden iş bölümü ise vücudun yalnız bir veya iki organını hareket ettiren diğerlerinin hareket etmemesini gerektirecek şekilde bir sabitliğe dayanmıştır.
Çin’de Komünistlerin Uzun Yürüyüşü
Emekçilerin Büyük Maden Yürüyüşü
Yürümek eylemini kavramlaştırırken “yürüyüş” terimini anmadan olur mu? Yürüyüş terimi üzerinden düşünüldüğünde politik içeriği gözlemek daha kolay olacaktır. Sınıf bilinçli bir işçinin “yürüyüş”ten anladığı ile herhangi birinin yürüyüşten anladığı da değişik gösterecektir. İşçi, yürüyüş deyince haklar ve özgürlükler için hareket etme, kitlesel bir biçimde bir eylemi gerçekleştirmeyi anlarken, karşıt cephede yer alan sınıflar da yürüyüşü engellenmesi gereken bir eylem, hatta insan doğasına karşı bir yasak faaliyet olarak anlar. Ya “uzun yürüyüş”e ne demeli? Çin tarihinin unutulmaz hareketidir. Çin Komünist Partisi’ni var eden nedenlerin başında da “yürüyüş” eylemi gelmektedir. Komünist Partisi’nin 1934-35’te yaptığı ve adına “uzun yürüyüş” denilen bu eylem iki de kahraman çıkarmıştır: Mao Zedung ve Çu En Lay.
Yürümek ve yürüyüş eyleminin sınıf mücadelesinde en bariz biçimde yerini aldığını Çin örneğinde örüyoruz. Dünyadan örnekleri çoğaltabiliriz elbet. Kendi tarihimizden üç yürüyüş örneğiyle yetineceğim. 1970’te yaşanan 15-16 Haziran direnişi olarak bilinen hareket, işçi yürüyüşleriyle başlamıştır. “Büyük madenci yürüyüşü” de Türkiye işçi sınıfı tarihine kendi adını yazdırmıştır. Zonguldak’tan yürüyüşe geçen maden işçilerinin yönü Ankara’ya olmuştur. 1991’in Ocak ayında gerçekleşen yürüyüşte işçilerin sloganı “Ölüm olsa da sonumuz, Ankara’dır yolumuz” biçimindeydi. 2013’teki Haziran Halk Ayaklanması da kitlesel biçimde yürüyüşlere sahne olan manzaralar bırakmıştır. Bu yürüyüşler, bizimki gibi amaçsız bir doğa yürüyüşünden farklıdır. Hatta bizimki gibi yürüyüşler, yürümekten ziyade gezi değeri taşımaktadır.
Romantik Yürüyüşçüler
Ve Politik yürüyüşçüler
Romantik yürüyüşlerle politik yürüyüşleri birbirinden ayırmak gerektiği de ortaya çıkıyor. Romantik doğa yürüyüşünde ya da gezisinde yürüyenlerin yürüdükleri mekanı, dağları, ovaları tanıma imkanları bulunmuyor. Ancak politik bilinçle yapılan yürüyüşlerde yürünen alanları tanıma, bilme ve değiştirme olanağı söz konusu olabilir. Romantik yürüyüş dediğimiz hareketin gerçekleştiği mekan da geniştir. Bizimkisi görüldüğü gibi kır yürüyüşü formundadır. Dağ ve yamaçlarda yürümek, kışın kar üzerinde olduğu gibi yazın güneş altında ve ağaç gölgelerinde, akarsu paralelinde yürümek de söz konusudur. Dağ ve yamaç yürüyüşleri de bir başka tarzdır. Yürürken, yürümek üzerine yazarken Oruçoğlu’nun “Uçurumu Geyikleri” adlı romanındaki sahneler aklıma geliyor.
Bir grup savaşçı zorlu kış koşullarında belirli siyasal ilkelere ve yürüme disiplinine uyarak bir iki gün boyunca yürürler. Roman, yürüyüşçülerin, doğa karşısındaki inanç ve cesaretine işaret ederken yürüyüşçülerin yaşadıkları trajediyi gözler önüne serer. Bu yüzden politik yürüyüşleri romantik yürüyüşlerden ayırıyoruz. Romantik yürüyüşçüler yürüdükleri mekandaki nesnelere, doğanın unsurlarına kendilerine göre anlam vermekte özgürdürler. Doğa yürüyüşünde olduğu gibi kır yürüyüşünde de insan, nihayetinde kendini özgür hisseder. Demek ki yürümek her koşulda özgürlük duygusu ve düşüncesi ile birlikte ilerler. Doğanın ve kırların anlamlı ve güzel görünmesi kişiden kişiye değişir. Bir köylü için zorluk çıkaran kar kütleleri romantik biri için üzerinde kayak yapılacak kadar güzel bir mekan olarak hayal edilir.
Yürümenin ideolojik bir boyutu var dediğimiz gibi epistemolojik ve estetik bir boyutunun olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü bir göz için (sınıfın gözü) yalnızca kır olan ve üzerinde sınıf mücadelesi yürütülen mekan bir başka göz için (diyelim burjuvazi) endüstriyel bir üretim alanıdır. Keza bir köylü için yaşamı kolaylaştırmaya ve buna bağlı olarak içinde tüm dünyasına imkan veren kırsal alan, yürüyüşçü için hoşça zaman geçirilen bir dünyadır. Nitekim ünlü romantik sanatçı/ressam Eugene Delacroix de bu çerçevede bir görüş geliştirmiştir. Ünlü sözünü anımsatmakla yetiniyorum: “Biz romantik olduktan sonra dağlar güzelleşti”.
Yürüyerek Felsefe Yapmak
Felsefeyi Yürüyerek Yapmak
Son olarak felsefi yürüyüşlerden de söz etmek gerekiyor. Yürümenin felsefesini yapmak mı, felsefeyi yürüyerek yapmak mı? Soru budur. Bunu yanıtlamak için geriye, felsefe tarihine doğru bir yürüyüşe çıkan olursa Aristoteles ile karşılaşacaktır. Bu arada “geriye doğru yürümek” deyiminin de altını çizmiş oluyoruz. Aristoteles’e mal edilen peripatetik terimi, felsefe tarihinde bilinen popüler bir terimdir. Yürüyenler anlamına gelmektedir. Daha doğrusu felsefeyi yürüyerek yapanlar manasında kullanılmaktadır.
Sokrates’in tarzını anımsayalım. Atina sokaklarında yürüyerek, yorulduğunda oturup tekrar yürüyerek felsefe yaptığına dair geniş bir literatür bulunmaktadır. Platon ise -yürümeyen tavuk- örneğine benzeterek söylenirse Atina sokaklarındaki felsefeyi Akademi’nin duvarları arasına adeta hapsetti. Böylece Sokrates’in yürüme hızını kesmiş oldu. Sokrates’in tavrına tez dersek Platon antitezini geliştirdi. Oysa Aristoteles’in felsefe yapma tarzı ise kendisini sentez olarak ortaya koymuştur: Peripatetikos.
Yürümek eylemi Yunan filozoflarına ilginç geldiği gibi Doğu Ortaçağ filozoflarına da ilginç gelmiştir. El Kindi, Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi filozoflar Aristoteles’e bağlı bir tarzda felsefe yaptılar. Bu filozofların yaptığı felsefeye ve oluşturdukları akım karşılığında kullanılan terim meşşailiktir. Dolayısıyla “İslam felsefesi” veya benim adlandırmamla “Doğu Ortaçağ felsefesi” denildiğinde öncelikle meşşai akımı akla gelir. Bu da yürüyenler manasındadır. Terim Grekçe peripatetisme sözünün Arapça karşılığı olarak bilinmektedir.
Yürüyüş En Yakın Yoldaştır.
Çağımıza egemen olan burjuvazi, bütün maddi ve manevi değerlerin içine sirayet etmiş durumda. Bundan insan eylemleri gibi onlara karşılık gelen kavramlarda nasibini almış durumdadır. Bu nedenle hiçbir şey gibi bir grup insanın kır yürüyüşü de doğal ve masum değildir. Çünkü her şeyin sınıfsal ve ideolojik içeriği vardır. İçeriğe yakından bakılırsa emekçi sınıflar ile mücadele halinde olduğu görülecektir. Marx, burjuvazinin kendi süretinde insanlar ve ilişkiler yarattığını söylemişti. Yürümek de bu suretlerden birisidir. Sermaye aynı zamanda kendi süretinde bir doğa ve kırsal mekan da yaratmıştır. Burada “algı” demek, bu terimi kullanmak istiyorum. Yoksa doğa ya da kır ne ise odur.
Kapitalizm erkek ve kadın gerçeğinin de doğasını bozmuştur. Yürüyüş de bu yüzden yürüyüş olmaktan çıkarmıştır. Sınıfların, yürüyüşe bakışı değişik olduğu gibi düşün ve sanat disiplinlerinin bakışı da değişiktir. Doğa yürüyüşüne bir sanatçıyla politik aktörün verdiği anlam değişik olmaktadır. Romantik biri ile realistin bakışı da farklı olur. Romantik yürüyüşçü yürürken doğada, akarsularda, ovalarda, bitki kümlerinde çiçek bahçelerinde, hatta taş ve toprakta kendisini görür. Realist ise nesneye mesafelidir. Doğayı öteki olarak bilmek ister.
Diyalektikçi ya da komünist için doğa hareketlidir, “her şey akar”, doğaya verilen anlam sürekli değişir. Politik yürüyüşçü için doğa dosttur, yoldaştır, insanı koruyan kollayan, yediren içiren ve doyurandır. Yürüyüş de doğa gibidir. Onu araçsallaştırmadan gerçekleştirmek gerekir. Dolayısıyla bilinçli yürüyüş için sınıf bilinçli olmak gerekir. Sınıf bilinçli yürüyüşçü için yürümek fenomeni, en yakın dosttur. İnsanı ruhsal, bedenen, zihinsel ve fiziksel olarak koruyandır. Doğada, kırda, dağda yamaçta yürüyüş en yakın yoldaştır.