Peru Komünist Partisi’nin Önderi
FİLOZOF GONZALO’YU KAYBETTİK!
Ülkemizde olduğu gibi dünyanın da gündemi yoğun. Gündemdeki ekonomik, sosyal ve siyasal krizleri henüz tartışırken, Afganistan hadisesini anlamaya çalışıyorduk. Ansızın Peru zindanlarından gelen komünist/filozof Abimael Guzman’ın (Başkan Gonzalo) kahbe ölüm haberiyle sarsıldık. 20. yüzyıla damgasını vuran ender şahsiyetlerden birisiydi. Dolayısıyla geçen yüzyılın V. Lenin ile başladığını Stalin ve Mao gibi isimlerle ilerlediğini, Peru devrimi ve ona önderlik eden Peru Komünist Partisi’nin lideri komünist/filozof Gonzalo ile sona erdiğini söyleyebiliriz.
Mao Zedung vurgusu önemlidir. Çünkü 1965’ten itibaren Çin’de etkili olan Büyük Proleter Kültür Devrimi sırasında pekçok aydın, sanatçı ve filozofun Çin’i ve Mao’yu ziyaret ettiği ya da etmek istediği biliniyor. Bu meraklılardan ikisini anmakla yetineyim. Birisi FKP üyelerinden olan yapısalcı Marksizmin kurucularından L. Althusser’dir. Ne var ki Althusser’in merakı gerçekleşmemiştir. Şanslı olan ise Abimael Guzman oldu. Çünkü Guzman Çin’de bulunduğu süre zarfında Çin’in sosyal, siyasal, tarihsel, iktisadi koşullarını yakından gözlemleme imkanı buldu.
Çin-Sovyet Çatışması ve Gonzalo
Dünya genelinde etkili olan 1968 devrimci hareketinden etkilendiği yıllarda üniversitede entelektüel bir sol akademisyendi Guzman. İçinde yer aldığı Peru Komünist Partisi, bir örneği de bizim ülkemizde olan pekçok KP gibi demokratik sınırlar içinde mücadele eden Kuruşçev-Brejnev çizgisindeki bir organizasyondu. 1970’de PKP içinde ortaya çıkan ayrışmada Çinli komünistlerin safında yer aldı. Çünkü Çin Komünist Partisi’ne göre Sovyet devleti Stalin’den sonra bir yandan “barış içinde sınıf mücadelesi” anlayışını savunarak ve bir yandan da emperyalizmle yarışa girerek sermaye ihracına yöneldiğinden dolayı “sosyal emperyalist” bir konuma düşmüştür. Ayrışmada Gonzalo’nun böyle bir çizgide yer alması, onun sınıf mücadelesini “halk savaşı” düzeyine taşıyacağının da sinyallerini vermiştir.
Abimael Guzman’ın ve önderlik ettiği hareketin yükselişe geçtiği yılların önemli bir özelliği var. Guzman’ın ayrışmadan sonra Aydınlık Yol adını da kullandığı yıllar (1969), sınıf mücadelesinin dünya düzeyinde inişe geçtiği yıllardır. Yalnız burjuva çizgiye dönüş yapan Sovyet devletinde değil Çin’de Mao’nun ölümünden sonra ortaya çıkan burjuva-kapitalist çizgi de neredeyse dünyadaki tüm devrimci, komünist hareketleri olumsuz etkilemiştir. Dolayısıyla Gonzalo ve önderlik ettiği Aydınlık Yol hareketinin bir özelliği daha ortaya çıkıyor: Hareket, enternasyonal ilişkilerden ve devrimci desteklerden yeterince yararlanamıyor.
Gerilla Savaşı Başlıyor!
Kaynaklara göre 17-18 Mayıs 1980’de gerilla eylemleriyle halk savaşını başlattığını ilan eden Peru Komünist Partisi’nin (Aydınlık Yol ile aynı hareket) uluslararası devrimci destekten yararlanamadığı görülüyor. Çünkü PKP, Stalin sonrası Sovyetleri ve Mao sonrası Çin’i, biraz abartarak söylersek içte işçi sınıfına faşizm uygulayan dışta da emperyalist sistemin bir uzantısı olan bir yapı olarak değerlendiriyor. Gonzalo ve önderlik ettiği hareket benzer gerekçelerle Kastro ve Enver hoca gibi kısmen de olsa güç ve prestij sahibi devrimcilere karşı da mesafeli duruyor.
Buna göre olası bir Peru devrimi büyük oranda Peru proletaryasına dayanırken PKP yalnızca kendi teorisine ve kendi kadrolarına güveniyor. PKP’nin ve ona önderlik eden Abemael Guzman’nın bir özgünlüğü daha ortaya çıkıyor. 3. Enternasyonal’dan sonra yeni bir devrimci enternasyonalin kurulmasını savunuyor. Bilindiği gibi bu öneri, içinde Türkiyeli komünistlerin de olduğu dünyanın devrimci örgütü olan Devrimci Enternasyonal Hareket (DEH) olarak 1986’da kuruluyor ve yayınlanan deklarasyonlar pek çok dilde emekçilere, devrimci ve komünist çevrelere ulaştırılıyor.
Komünist / Filozof Gonzalo
Abemael Guzman’ın felsefe profesörü olduğuna sıklıkla vurgu yapılmasının da üzerinde durmak gerekir. Guzman ile ilgili verilen bilgilere bakılırsa sosyal, iktisadi ve psikolojik açıdan dağınık ve karmaşık, “beyaz” ve “orta sınıf” diyebileceğimiz bir ailenin çocuğu olarak 1934’te Peru’nun Islah eyaletine bağlı Mollendo kentinde doğmuş. Başkent Lima’ya uzaktır burası. Yaklaşık 1000 kilometre olduğu söyleniyor. Orta ve lise öğrenimini Katolik okulunda okumasını da not etmek gerekir. Sınıfsal konumu birçok komünist teorisyen ve aktivist gibi Marx’ın konumunu da anımsatıyor.
Dini ele alış tarzında da Marx’ın bakışı kendisini hissettiriyor. Bir yorumcunun yazdığı şu bilgiler dikkat çekicidir: “Guzman her zaman ateizmle özdeşleşmişti. Dini “halkın afyonu” olarak görme konusunda Karl Marx ile aynı fikirdeydi ve onu sömürünün ürünü olan ve sömürü sona erip süpürülüp yeni bir toplum doğarken sönecek olan bir sosyal fenomen olarak görüyordu. Ancak, dini çeşitliliğe saygı gösterilmesini istedi ve dinin silahlı mücadeleye engel olmayacağını iddia etti.”
20’li yaşlarında Arequipa’daki San Agustín Ulusal Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’ne girdi. Öğrencilik döneminde Marksizm ile tanışan Guzman, Peru Komünist Partisi kurucusu José Carlos Mariategui’un düşüncelerinden etkilenerek kendi sınıfından uzaklaşıp emekçi sınıfların safına geçiyor. Teolojik dünya görüşünden de koptuğu anlaşılan Guzman, materyalist bir çizgiye geçiş yapmıştır. Bir araştırmacı onun sürece ilişkin durumuna dair şöyle bir detay vermektedir:
“Ayacucho kentindeki Huamanga Ulusal Üniversitesi’nde felsefe profesörü oldu. 1969’da Ayacucho’daki üniversitede 11 arkadaşıyla birlikte Aydınlık Yol’u (Sendeiro Luminoso) kurdu. Örgüt adını Latin Amerika Marksizmi’nin temellerini atan düşünürlerden Jose Carlos Mariategui’nin ‘Marksizm-Leninizm devrime giden aydınlık yolu açacak’ sözünden aldı.” Bu 11 kişinin içinde Gonzalo’nun birinci eşi Augusta La Torre de bulunmaktadır. Ona son kısımda ayrıca değineceğim.
Gonzalo’nun Felsefeden Anladığı Neydi?
Guzman’ın entelektüel biyografisinden de anlaşılıyor ki düzen ile devrim arasında bir gel-git durumu yaşanmıştır. Filozofumuz karar vermek durumundadır. Felsefe ya akademinin sınırları içinde “yorumlama” etkinliğiyle sonsuza dek üretilip tüketilecektir ya da sosyal yaşamı, burjuva-feodal dünyayı değiştirmede, piyasa için üretim ve tüketim etkinliğine son vermede bir devrimci pratik aygıt haline getirilecektir. Guzman sınıf mücadelesini bir süre akademide sürdürdü, hukuk ve felsefe çalışmalarını da akademinin soğuk ve beton duvarları arasında icra etti. Sonra tüm bu faaliyetleri yaşamın içine ve özellikle de Peru’nun kırlarına, köylerine taşıdı. Bu yüzden de onun felsefeden anladığı bambaşkaydı. Hatta ona ana akım felsefe cephesinden bakıldığında -varsın felsefe doktarası yapıp iki tane de tez yazmış olsun- felsefeci/filozof denilemezdi bile. O bir devrimciydi, komünistti, felsefeden anladığı da buydu.
Guzman, sistemin kendisine yüklediği filozofluk, profesörlük, devlet güvencesi, ün ve ünvanların manasını anlamakta gecikmeyen bir “filozof” olarak “ün” yaptı. Dolayısıyla bir analoji yapmamıza izin verilsin: Platon krallar filozof olmalı, aynı anlama gelmek üzere filozoflar kral olmalıdır demişti. Biz de Guzman örneğine bakarak filozof dediğin komünist, komünist dediğin filozof olmalı diyebiliriz. Filozoftur; çünkü akademik bekraunduna bakıldığında felsefe doktorası yapmış, tezler yazmış meslekten bir filozoftan söz ediyoruz.
Abemael Guzman’ın Doktora Tezinin Başlıkları:
Kant’ta Mekan Anlayışı ve Burjuva Demokratik Devlet
Guzman üniversitede felsefe ve hukuk bölümlerinde okudu. Bununla birlikte hukukun ve felsefenin pasif bir savunucusu ve taşıyıcısı olmadı. Felsefi ve hukuki yol yerine devrimci yol’dan hareket ettiği anlaşılmaktadır. Kayıtlara göre iki tezden söz ediliyor. Birisi Kant’ın mekan anlayışı üzerine yazılmış, diğeri de burjuva demokratik devrimi ve devletiyle ilintili olarak hazırlanmış. Buna göre onun felsefi pozisyonunu iki döneme ayırmak mümkündür. İlki Kantçı dönemidir. Tipik bir burjuva aydını ve akademik sınırlar içinde felsefeyi üreten tüketen bir filozoftur. İkinci dönemi ise Marksçı çizgidedir. Bu dönemde Guzman, Sokrates misali sokağa inmiştir, bununla da kalmamış felsefeye kaynaklık eden dünya ilişkilerini değiştirmek üzere hareket geçmiş ve bununla birlikte başta Peru proletaryası ve Peru halkını peşinden takıp sürüklemiştir.
Kaynaklara göre halk savaşının start almasından beş altı yıl sonra onbinlerce savaşçı, milyonlarca taraftar ve dünya genelinde kendisine ve olası bir komünist devrime sempati duyan çok geniş bir kitle yaratmıştır. Bu denli hızlı ve nitelikli bir yükselişi PKP dışında bir harekette daha görüyoruz ki anmak isterim: Ulusal taleplerle ve devrimci bir yönelimle kendini var eden Kürt özgürlük hareketi. Bununla beraber sınıf mücadelesinin evrensellik ilkesi gereği daha farklı devrimci yapılar da söz konusudur. Güney Amerikalı devrimci örgütleri Kolombia’daki FARC, Zabatista Ulusal Kurtuluş Ordusu, Tupaç Amaru Devrimci Hareketi ve Ulusal Kurtuluş Ordusu gibi organizasyonları anmakla yetiniyorum.
Peru Devrimi’nin Niteliği ve Düzeyi
Guzman belli ki hareket tarzıyla, Peru tarihine yaptığı etkiyle Marksist literatürde önemli bir yer tutacaktır. Bilindiği kadarıyla akademide yazdığı tezler dışında eseri bulunmuyor. Hapishanede yazdıklarının kitap yapıldığı bilgisi var elimizde fakat Türkçesi var mı, bilemiyorum. Ayrıca böyle bir kitabın Gonzalo’yu doğru olarak yansıttığını düşünebilir miyiz? Bu bir soru işaretidir. Nihayetinde düşmanı olan kişilerin ellerinden geçerek basılabilmiştir. Keza akademide yazılan tezler de okur ve bilhassa felsefe meraklıları için önemli olabilir. Ne var ki bunlar da filozofun, akademi tarafından kuşatıldığı yıllarda yazmış olduğu metinlerdir. Guzman’ı yansıtsa bile Gonzalo’yu yansıtacağı kuşkuludur! Bu negatif yanlara rağmen Gonzalo’nun yazılı metinleri, kitapları olsaydı, varsa elimize ulaşabilseydi ne iyi olurdu.
Ulaşabildiğimiz Aydınlık Yol Deneyimi (Belge Yayınları) başlığını taşıyan bir kitabın kapağında, Peru Devrimi’nin düzeyini ve niteliğini yansıtan şu bilgilere yer verilmiş:
“Tingo Maria ile Juangui arasındaki yerleşim birimlerinin -mezralardan küçük şehirlere kadar- çoğunun başında halk meclisleri var. Eski devlet yetkilileri ya öldürülmüş ya da kaçmışlar. Bazı polisler kalmışsa da bunlar Aydınlık Yol’un hakimiyetini kabul ettikleri için kalabiliyorlar! Belediye başkanı ve belediye meclisi üyelerinin yerini gerilla kadroları almış: halk ekonomisi, sağlık, eğitim, adalet delegeleri. Genel delege topluluğun en yetkili kişisi. Bir Aydınlık Yol silahlı birliğinin üyelerinden oluşan bir komisyon yerleşim birimlerine düzenli ziyaretler yapıyor. Bu komisyon genel delegeden bilgi alıyor. Otuz kadar savaşçıdan oluşan silahlı birlik topluluğa uğradığında, halktan bir genel meclis topluyor. Yeni talimatlar veriyor ve son ziyaretten bu yana önemli bir şey olmuşsa adaleti yerine getiriyor.”
Bir Musubet Bin Nasihattan Evladır
İnsanlar gibi toplumlar da kitaba ve nasihatlara oranla pratiğe, yaşanmış tecrübelere, somut uygulamalara daha meraklı oluyor. Gonzalo’nun da bu noktadan hareket ettiği ileri sürülebilir. Marksizmin temel prensibi olan “doğru ve devrimci bir uygulama pek çok teorik eserden daha değerlidir” görüşünden hareket edilmiştir. Demek ki, hareketin çıkış noktası “bir müsibet bin nasihattan evladır” sözlerinde içerilmiştir. Filozofların, kitlelere önderlik edeni ve onları peşinden sürükleyeni pek nadirdir. Benim verdiğim örneklerin başında Marx ve Şeyh Bedreddin gelmektedir. Eğer abartılı bulunmazsa bu ikilinin yanına Abemael Guzman’ı da eklemek isterim.
Sözünü ettiğimiz bu tarz filozofun yaşama temas ettiğini, dolayısıyla insandan, toplumdan ve mülkiyet ilişkilerinden yola çıktığını ileri sürüyoruz. Somut ilişkilerin izini sürerek kavramsala, teorik olana yükselmek diyoruz buna. Bu bağlamda Gonzalo’nun bir özgünlüğünü daha saptıyoruz ki, Maoizm kavramını Marksist literatüre armağan ettiği anlaşıyor. Diyalektik ve tarihsel materyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte dönemin komünistleri kendilerini sosyalist ve ütopik sosyalistlerden ayırmak için nihayetinde Marksizm terimini kullanma ihtiyacı duymuşlardır. Marksizm teriminin yaygınlık kazanmasında Kaustky ve bilhassa da Engels’in tavrı ve yönlendirmesi belirleyici olmuştur.
Leninizm teriminin literatüre girmesinde ise J. Stalin etkili olmuştur. Kavramın, Marksizm-Leninizm biçimine evrilmesi Stalin’in katkısıyla oluyor. ÇKP’nin de kendine özgü bir kavram geliştirdiğini gözlemliyoruz: Mao Zedung Düşüncesi. İşte birçok yeni kuşak komünist gibi Gonzalo da bu adlandırmanın Mao’yu ve dolayısıyla çağın yeni koşullarını karşılamadığını düşünerek Maoizm terimini önermiştir. Bu yeni adlandırma günümüzde yaygındır: Marksizm-Leninizm-Maoizm. Birçok ülkede olduğu Türkiyeli ve Kürdistanlı komünistlerin de bu terimi kullandığı görülmektedir.
Gonzalo: Güney Amerika’nın Mao Zedung’u Oldu
Gonzalo’ya göre 19. yüzyılda Marx’ın oynadığı fonksiyonu 20. yüzyılda Lenin ve Mao Zedung oynamıştır. Aydınlık Yol’un genç kadroları ise liderleri olan Abemael Guzman’ın Marksizmi Peru koşullarına uyarlarken özgün bir yerde durduğuna vurgu yaparak –abartılı da olabilir- onu Mao sonrasının Maosu olarak değerlendirme eğiliminde olmuşlardır. Buna göre pek çok çevre yanında özellikle Perulu komünistler tarafından Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’dan sonraki kişi olarak düşünülmüştür Gonzalo. Parti kadroları onu Marksizm-Leninizm-Maoizm üzerinden değerlendirdiklerinde enternasyonal proletaryanın “dördüncü kılıcı” olarak benimsemişlerdir. Bunun doğruluğunu gerekçelendirecek elimizde yeterli çalışma bulunmuyor olsa da Gonzalo’nun Güney Amerika koşullarında ortaya çıkmış bir Mao Zedung olduğu ileri sürülebilir.
Gonzalo ve Parti kadrolarının bir kısmı Maouculuğu Marksizmin üçüncü ve “en yüksek aşaması” olarak görmüşlerdir. Bu saptamaları, Gonzalo’nun özgün görüşleri olarak değerlendiren parti kadrolarının bir kısmı da “Mao Zedung Düşüncesi” terimine benzeterek “Gonzalo Düşüncesi” ifadesini kullanmaktadırlar. Perulu komünistleri haklı çıkaracak bazı gelişmeleri saptamak zor değildir.
Gonzalo ve yoldaşları tutsak olmadan evvel, 1990’lı yıllarda Peru Devrimi onuncu yılını doldurmuştu. Gonzalo Marksist literatüre yeni kavramlar kazandırmaya ve eski terimlere can vermeye devam ediyordu. Ülke genelinde, Peru devletine karşı “stratejik denge aşaması”na geçildiğini ileri sürmüştür. Bilindiği gibi Kürt hareketi de bir süredir benzer bir aşamada olduğunu ileri sürmektedir. PKP, mevcut koşullarda Yeni Demokratik Peru Devleti’nden söz ederken bu yeni toplumun “başkanı” olarak da Abimael Guzman’ı işaret etmektedir.
Peru Devrimi’nin Yenilgi Süreci
Sovyetik rejimler (Çin vb dahil) çökerken yeni bir Sovyetik anlayışın yükselişe geçmiş olması, Türkiye, Hindistan (Nepal Devrimi) ve Batı’nın metropollerindeki destek ve devrimci dayanışma örneklerine karşı emperyalizm de boş duramazdı. Amerikan emperyalizminin Peru’da Garcia hükümetini değiştirip Fujimori’yi iktidara getirmesi an meselesiydi. Emperyalizm ilk işaretini hükümeti değiştirerek verdi ve yeni Peru hükümetinin tek ve biricik amacı vardı: PKP’yi etkisiz hale getirmek ve Peru Devrimi’ne son vermekti. Aynı süreç (1992), Amerikan emperyalizminin yükselişte olduğunu birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de devrimci yapılara karşı “katliam” düzeyinde operasyonlar yaptığı, Kürt hareketini uzlaşamaya ve ateşkese zorladığı yıllar oldu.
“Tarihin sonu geldi”, “ideolojiler öldü” türünden safsataların yayıldığı yıllardı anılan dönem. Gonzalo bir kez daha önemli bir figür haline geldi, emperyalizmin doğrudan yöneldiği bir liderdi. Onun etkisini ortadan kaldırmak için Peru egemen sınıfları yarışa girdi, birbirlerine darbeler yapıp cuntalar örgütlediler. Bir türlü partinin lider kadrosu ve Gonzalo bulunamıyordu. Egemen sınıflar arasındaki ittifaklar neticede sonuç verdi. Gonzalo ve partinin üst düzey yöneticilerinden bir kısmı başken Lima’da, devletin en güçlü olduğunu sandığı yerde ele geçirildiler. Emperyalizm cephesinde bir bayram yaşandı. Devrimin geri çekilmesi, yenilgi döneminin başlaması anlamına geliyordu.
Geri çekilmeyle birlikte devrimci hareketlerin az çok varlık gösterdiği Türkiye’de dahil olmak üzere 1992’den itibaren pekçok ülkede geri çekilmeler ve yenilgiler birbirini izledi. Tabir yerindeyse post-devrimcilik diyebileceğimiz bir sürecin de başlamasına neden oldu. Emperyalizmin Peru özgülündeki saldırısı yalnızca Peru ve Peri Komünist Partisi’ne saldırıyla sınırlı değildi. Küresel çapta düşünülmüş bir saldırının bir parçasıydı. Yeni bir Sovyetik sistemin inşa edilmemesinin önü erkenden kesilmek isteniyordu. Nasıl ki günümüzde Rojava’nın olası bir devrimci model oluşturmasını engellemek için emperyalizm ve dünya gericiliği ittifak içindeyse aynı güçler Peru’da da aynı nedenlerle ittifak içinde oldular.
Mahkeme Salonunda Devam Eden Devrim
Emperyalizm ve onun uzantısı durumundaki Peru egemen sınıfları, Parti’nin yönetici kadrolarını yakalamayla birlikte “her şey bitti, Parti’nin ve Gonzalo’nun sonu geldi” derken mahkeme süreci de “başa bela” oldu. “Af” isteyecek “ben de sizdenim” diyecek beyaz ve orta sınıftan gelme, üniversitede dersler veren bir felsefe profesörü beklerken karşılarına, mealen söylüyorum, “dövüşeceğiz yeneceğiz, tekrar dövüşeceğiz tekrar yeneceğiz” diyerek sıkılı yumruğu havada olmak kaydıyla haykıran, konuşmalarını Enternasyonal Marşı’nı okuyarak bitiren emekçi sınıflardan gelme bir komünist/filozof çıktı. Tüm dünya burjuva basını, emperyalizm ve Peru egemen sınıfları, günlerce aylarca belki de yıllarca bu moral değerlerin, devrimci cesaretin, birikimin, inancın kaynağını merak etti durdu.
Gonzalo, yargılanma görüntülerine bakılırsa “yargılanandan çok yargılayan” pozisyonunda olmuştur. Yargılamada filozofumuz o denli bir yetkinlik ve kahramanlık örneği ortaya koymuştur ki, mahkeme heyeti –bila istisna- yüzlerini kapatmak zorunda kalmışlardır. Yüzlerine kukuleta takan mahkeme heyetinin kendilerini göstermek istemeyişleri, korkudan mıdır, bu filozofun gösterdiği cesaretten utandıkları için midir, bu da uzun süre tartışma konusu olmuştur. Gonzalo’nun mahkeme tavrından, kurgulayarak söylüyorum, şunu anlamak olasıdır:
“Peru devriminden hareketle dünyaya egemen olacağına inandığım idealler için savaştım ve savaşmaya devam edeceğim. Bunu tutsaklık koşullarında da sürdüreceğime devrim ve sosyalizm adına ant içiyorum. Bundan sonra, tutsaklık koşullarında emperyalizm ve Peru egemen sınıfları, bu görüşlerimi zayıflatacak, rencide edecek bir takım yalanları benim ağzımdan Peru halkına ve dünya halklarına iletebilirler. Bunlara katiyyen inanmayınız. Böyle bir açıklama ya düşmanın yalanıdır ya da benim “ihanetim”dir. Peru proletaryası ve dünya halklarının burjuvaziye ve ihanetçilere asla ve asla inanmayıp onlara karşı mücadeleyi daha da yükseltmeleri gerekir.”
Burjuva Hukukunda Ortaçağ Kuralları
Abemael Guzman’nın esir düşmesinden sonra da Peru Devrimi geri çekilip yenilgiye uğrasa da mücadele etkisini sürdürmeye devam etti. Peru devleti Gonzalo’nun ağzından “barış”, “uzlaşma” ve hatta “af” türünden önerileri Parti güçlerine, Peru toplumuna ve dünyaya duyurmakla meşgul oldu. Parti güçlerinin büyük çoğunluğu, tüm bunların birer uydurma, psikolojik savaşın bir uzantısı olduğunu ya da yalandan ibaret olduğunu düşünse de buna ihtimal veren kesimler de oldu ve harekette bir kafa karışıklığının ortaya çıktığı anlaşılıyor. Daha da önemlisi Peru Devrimi, ittifak halindeki emperyalizm ile uzun süre savaşacak kadar güçlü ve tecrübeli değildi. Buna rağmen hareketin bugüne kadar varlığını sürdürüyor olması dikkate değer bir durumdur.
Gonzalo’nun yakalanıp yargılanması ve hapishaneye konulması, burjuva hukukunun maskesini de düşürdü; onun ne denli gerici, iki yüzlü ve faşist olduğunu göstermesi bakımından da dünya halklarına ve komünistlere öğretici örnekler bıraktı. Peru yasalarında idam cezası bulunmadığı için müebbet hapse mahkum edilen Guzman, otuz yıl boyunca adeta yerin yedi kat altında yapılmış tek kişilik hücrede tutuldu. Parti’nin çabasıyla Gonzalo’nun koşullarının “iyileştirilme” talebi birçok kez geri çevrildi. Peru egemen sınıfları arasındaki klik dalaşından dolayı Gonzalo’yu yeniden yargılama yöntemlerinden de bir sonuç alınamadı.
Gonzalo, mücadele yaşamında zindanlara yabancı değildi elbette. 1970’li yıllarda da politik nedenlerle iki kez tutuklanmıştı. Şimdiki ise çok farklıydı. Otuz yıllık zindan tecrübesi kuşkusuz ki ezilen sınıflar cephesinde ilk defa uygulanan bir durum değildir. Dünyadan da ülkemizden de pekçok örnek mevcuttur. Üstelik yeni de değildir bu zindan fenomeni. Burada Campenella örneğini anmak istiyorum. Yaklaşık beş yüz yıl önce İtalya egemen sınıfları Güneş Ülkesi gibi komünist unsurlar da barındıran bir kitabın yazarı olan Campenella’yı otuz yıl boyunca zindanda tutmakla ünlüdür. Liberalizm sıklıkla ilerlemeden, demokrasiden, hukuktan, hukuktaki adaletten ve devrimden söz eder. Burjuvazinin ilericiliğinden de söz edilmesi eksik olmaz. Birçok tecrübede görüldüğü gibi Gonzalo örneğinde de tüm bu yaklaşımların safsata olduğu görülmektedir. Burjuvazi ilerici değil gerici bir sınıftır. Sınıf çıkarı söz konusu olduğunda Ortaçağ kurallarını uygulamaktan asla geri kalmaz.
Peru Devrimi’nin Kadın Figürleri
Abemael Guzman’ın yeniden yargılanmaları sırasında yanında bir kadınla görülüyor: Elena Iparraguirre. “Yoldaş Miriam” olarak tanınıyor. Gonzalo ile birlikte esir düşen kadın üst düzey kadrolardan birisi. Bazı bilgilere göre partinin Gonzalo’dan sonraki ikinci sorumlusudur. Gonzalo ve Miriam derken Peru Devrimi bağlamında kadının rolünü de birkaç cümleyle de olsa anmak zorunlu görülüyor. PKP sonuç itibarıyla bir yeraltı (illegal) örgütü olduğu için tüm kadın ve erkek yetenekleri saptayıp değerlendirmek mümkün olmuyor. Yalnızca Gonzalo’nu eşi olmalarından dolayı iki kadın ismine ulaşmak kolay oluyor. Bunlardan birisi Gonzalo’nun ikinci eşi olan Elana Iparrauirre’dir.
İlk eşi ise Augusta La Torre idi (1945-1988). “Yoldaş Norah” olarak tanındığı söylenmektedir. 1969’da Peru Komünist Partisi – Aydınlık Yol’u kuran kadroların içindedir ve –belki de- Gonzalo’nun eşi olmasının da etkisiyle partinin iki numaralı lideri olarak bilinmektedir. La Torre’nin okulu bırakarak Peru’daki siyasal çevrelere katıldığı, bunda da kadınlara karşı yapılan sosyal adaletsizliklerin etkili olduğu anlaşılıyor. La Torre’nin, Guzman ile birlikte Çin’deki devrim deneyimlerini araştırmaya gittiğini ve bu deneyimden pekala yararlandığını söyleyebiliriz. Çiftin Çin gezisi çok yönlüdür. Savaş taktikleri, kitle içinde çalışma ve propaganda yapmak, saldırı stratejileri gibi konularda tecrübe edinmişlerdir. 1965’te gerçekleşen bu araştırma turlarından sonra La Torre devrimci kadın toplulukları oluşturuyor. Guzman’ın da yönlendirmesiyle Halk Kadın Hareketi kuruluyor. Norah bu kurumun başına getiriliyor. Bu çalışmanın amacı cinsiyet ayrımcılığına ve kadın sömürüsüne karşı mücadele etmektir.
La Torre’nin 1988’de öldüğüne dair bilgiler var. Bir görsele göre Gonzalo eşinin ve yoldaşının kızıl bayrağa sarılı bedeninin başında hüzünlü bir şekilde durmaktadır. Gonzalo’nun sonraki eşi ve yoldaşı ise Miriam kod adıyla bilinen Elena Iparraguirre’dır. 1945-46 doğumlu olduğu söylenir. Çok sayıda genç yetişkin kadın ve erkeğin PKP’ye katıldığı bir dönem yaşanmıştır. Miriam da evi, kocasını ve çocuklarını bırakıp partiye katılan çok sayıdaki kadından birisidir. Peru Komünist Partisi’ne 1973’te katılan Elena, özellikle kadın çalışmalarında, kitle örgütlerinde kendini gösteren birisi. Gonzalo ve Norah’a bağlı olarak çalıştığı anlaşılan Elena, sendikal çalışmalarda da parti ve kadın lehine mücadele yürütmüş ve birçok burjuva-reformist çevre tarafından da ötelenmiş birisidir. 1992’de esir düştükten bir süre sonra hapishane koşullarında Gonzalo ile resmi evliliği gerçekleşmiştir. Gonzalo’nun cenazesinin akıbeti için Peru devleti Iparraguirre ile görüşmeler yapmıştır.
Gonzalo’nun Yolu: Devrimci ve Aydınlık Yol
Gonzalo ve önder kadroların esir düşmesinden sonra psikolojik savaş uygulamalarının da etkisiyle PKP iki gruba ayrıldı. Burjuva basında yer alan haberlere itibar edilirse 5-6 bin kişilik küçük bir grup parti dışına düştü, partinin ana kadroları ise devrimci birimlerle birlikte yoluna devam etti. Silahlı mücadeleye devam kararı alan Parti’nin yeni sekreteri Oscar Ramirez Durand olmuştu. Gonzalo sonrası sürecin değerlendirilmesi başka bir yazının konusu olduğu için değinmekle yetiniyorum. Şurası var ki Ramirez de “barış” ve “af” gibi uzlaşmacı siyasetlerle ve hukuksal yollarla değil “Aydınlık Yol” ile meşgul oldu.
Burjuva hukukunun sahteliğini eskiden beri çok iyi bilen Gonzalo 1980’de gerilla savaşının startını verdiğinde, ilk gerilla eylemleri olarak seçimler hedeflenmişti. Hukukun, parlamentonun sahteliğini de göstermek için seçim sandıklarının yakılması eylemi, ilk eylem olmuştur. Seçim sandıklarını yakma eylemleri pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizin mücadele tarihinde de görülmüştür. Kısacası Gonzalo, demokratik mücadelenin kazanımlarından yararlanmakla birlikte esasen yasal yolları, hukuksal yöntemleri değil ölünceye dek “devrimci yolu” ve kendi örgütünden hareketle “aydınlık yolu” savunmuştur.
Gonzalo ve birlikte yakalandığı kadın yoldaşı ve eşi Elena, yeni yargılamalarda da hep müebbet aldılar. Peru egemen sınıfları ve emperyalizm Gonzalo’nun her yargılanmasında onun ağzından belki son bir kez “af” ya da “pişmanlık” duyarız rüyasını görüp durdu. Rüyalarında duydukları ise aksine Gonzalo’nun, son mahkemede söyledikleri olmuştur. Gonzalo, uluslararası basının önünde şöyle seslenmişti: “Yaşasın Peru Komünist Partisi! Marksizm-Leninizm-Maoizm’e şan! Peru halkına şan! Yaşasın halk savaşının kahramanları!”