Tarihsel, iktisadi, sosyolojik ve psikolojik birçok boyutu bulunan milliyetçilik çağımızın, merkezi sorunlarından/belalarından birisidir. Entelektüel alandaki üretimlerin yüklüce bir kesimini devlet, millet (ulus), milliyetçilik, ırkçılık ve faşizm gibi konu ve kavramlar oluşturuyor. Ben çok küçük bir yönüne ilişkin kısaca kanaatimi paylaşmak istiyorum. Marksizm ve milliyetçilik gibi bir konu daha var ki, girmeyi düşünmüyorum. Şu kadarını baştan söyleyeyim, milliyetçilik faşizm demek değildir. Bununla birlikte aynı kavram seti içinde görülmeleri de manidardır. Faşizm doğrudan işçi, emekçi sınıflara (proletarya) karşı şiddetin adıyken milliyetçilik ve ırkçılık Konya katliamında görüldüğü üzere ezilen uluslara/milliyetlere yönelik şiddetin adıdır. Bununla birlikte bunlar sıklıkla da iç içe girmektedirler.
Milliyetçi ve Irkçı SaldırılarUlus-Devlet Organizasyonudur
Milliyetçiliğin bir adım ilerisi ırkçılıktır. Bu ideolojiler uygarlık tarihinde nispeten yenidir. Ne zaman, nerede, kime ve kimlere karşı kıyım ve katliam biçiminde somutluk kazanacağı, mobilize olarak kıyım ve katliamları getireceği belirsizdir. Belirsizdir ama her daim uyuyan hücreler misali açığa çıkma potansiyelidir. Potansiyeldir zira her an yürürlükte değildir. Bu potansiyel güç, burjuvazinin çağımızdaki en güçlü silahı olarak devletle ilintilidir ve bilhassa ulus devletle birebir ittifak içindedir. İtalyan düşünürü Mazzini’ye göre her devlet bir ulusa, her ulus bir devlete karşılık gelir/gelmelidir. Mazzini’ye bakılırsa her ulusal olan, devlete karşılık gelirken her devlet ise bir ulusa tekabül eder. Milliyetçilik, kitlelerde duygusal (akli değil) bir karşılık bulurken teolojik özellik gösterir. Bu duygusallık, rasyonalizmin önüne geçerken devlete yani devletin silahlı ve diğer ideolojik silahlarına ihtiyaç duyar. Bu yüzden Konya katliamında da olduğu gibi arkasında devlet desteği (ulus devlet) olmayan hiç bir ırkçı ve milliyetçi saldırı, kıyım ve katliam söz konusu değildir.
Milliyetçi ve ırkçı ideolojiler de, kendinden menkul olmadığı gibi mülkiyet ilişkilerinden, üretim biçimlerinden de bağımsız değildir. Bu ilişkiler doğrudan kapitalizmle (sermayecilik çağı) alakalıdır. Hatta milliyetçilik ve ırkçılık için sermayeciliğin bir ürünüdür diyebiliriz. Kapitalizmle ortaya çıktığı için ancak kapitalizmin ortadan kalkmasıyla yok olabilir, yok edilebilir. Sermayecilikle ortaya çıkan bu ideolojiler iki noktada ilginçlik gösterir. Bir, sermayenin ortaya çıkardığı ideolojiler, sermaye düzenini besleyen payandalar haline gelir. İki, nasıl ki feodal dönemin kendine özgü dini/dinleri varsa sermaye çağının da kendine özgü dini/dinleri vardır: milliyetçilik, ırkçılık.
Irkçılık ve Milliyetçilik Burjuva-Liberalizminin Arka Bahçesidir!
Çağımızda giderek yaygınlık kazanan burjuvazi ve proletarya gibi iki ana sınıftan söz edebiliriz. Politik yönden bakıldığında Marksizm ve liberalizm türünden iki temel ideolojiye tekabül ediyor. “Olağan” çatışma bu şekilde olması gerekirken proletaryanın ve Konya örneğinde olduğu gibi ezilen uluslar ve inanç gruplarının karşısına milliyetçi ve ırkçı gruplar çıkmaktadır, daha doğrusu çıkartılmaktadır. Marksizmin lehine söylemek gerekir ki, burjuvazinin en temel iddialarını içeren liberalizm, kendi ilke ve tezleriyle savaşacak gücü bulamıyor. Bu yüzden de ilke ve tezlerinde içkin olan hukuk devleti, can ve mal güvenliği gibi anlayışları paranteze almıştır. Proletarya ve ezilen halk kesimlerinin üzerine milliyetçi ve ırkçı cinayet şebekelerini sürüyor. Bu çerçevede milliyetçiliği ve ırkçılığı burjuvazinin ve dolayısıyla liberalizmin arka bahçesi olarak değerlendirmek gerekir.
Emperyalizm Çağında Milliyetçilik
Yeniçağ öncesi filozofların düşüncesine teoloji yön verirken modern dönem filozofların düşüncelerine milliyetçiliğin yön verdiğini söyleyebiliriz. İmparatorluk döneminin filozoflarında milliyetçilik aramak, abesle iştigaldir. Yerel dillerin önem kazanması, ortak soy sop arayışları ve bunları bir pazar çervesinde toplamak isteyen ilkel sermaye odakları (birinci evre) milliyetçi ve ırkçı ideolojileri başlattıklarından belki de habersizdiler. Serbest rekabet döneminin (ikinci evre) sermayesi ise ulus devletleri inşa ederken bir yandan da ezilen ulus olgusuna ev sahipliği yapmıştır. Buna göre milliyetçi ve ırkçı saldırılar nerede olursa olsun bir halk topluluğunun veya mahalle sakinlerinin öfkesiyle, tavrıyla, hastalıklı haliyle, ilkel psikolojisiyle, kendini bilmezliğiyle açıklanamaz. Burjuvazinin ırkçı ve milliyetçi saldırıları asıl olarak üçüncü evrede, tekelci kapitalizm (emperyalizm) döneminde görünür oldu. Almanya-Hitler örneğini vurgulamakla yetiniyorum.
Irkçı/Milliyetçi İdeolojilerde “Milli Bilinç” Yeterlidir!
İlkellik ve psikoloji açısından bakmak bizi meselenin epistemolojik kaynaklarına da götürebilir. Zira Tanrı ve teoloji gibi milliyetçi ve ırkçı ideolojiler de akılla değil duygularla ilgilidir. Sanki bir terslik var. Marksizm ve onun karşıtı, düşmanı olan liberalizm gibi ideolojiler rasyonalite üzerinden kendilerini inşa ettikleri halde feodalizmin ideolojisi olan din ve burjuva-liberalizminin arka bahçesi olan milliyetçi ve ırkçı ideolojiler duygusal düşünce üzerinden kendilerini var etmektedirler. Milliyetçi ve ırkçı nesillere akli, sorgulayıcı, eleştirel, bilimsel diyeceğim bir eğitim gereksizdir. Kaba saba bir “eğitim” yeterlidir. Kendi ırkının üstün olduğu, kendi dilinin yetkin olduğu, tarihinin kahramanlıklarla dolu olduğu, bütün dünya halklarının kendisine düşman olduğu, vatanı savaşla kurduğu “bilgi”si yeterlidir.
İtalya’yı Kurduk Şimdi İtalyanları Yaratacağız!
Türkiye’yi Kurduk Şimdi Türkleri Yaratacağız!
Buna “milli bilinç” diyebiliriz. Bunun için bilhassa emperyalizmin güdümünde kurulan ulus devletlerde milli eğitim politikaları hatta bakanlıkları kurulmuştur. Ülkemizde üniversite sayısının hızla artıyor oluşunu not etmek gerekir. Ulus devlet kurulduktan sonra yazarlar, sanatçılar ve milli eğitimin müfredatından geçen eğitimciler ordusu da bilerek bazen de farkında bile olmadan ırkçı ve milliyetçi ideolojileri üretirler ve yayarlar. Örneğin en yakınınızdaki kişi ve kesimler üzerinde bir araştırma yaptığınızda bile çokça örnek bulacağınızdan emin olabilirsiniz…
Rasyonel ideolojilerden farklı olarak duygusal/tepkisel ideolojilerde “biz ve ötekiler” anlayışı baskındır. Öteki iç ve dış düşman olmak üzere iki gruba ayrılır. Bu durumda evrensel düşünce tamamen erozyona uğrar; yaşam, işsizlik, yoksulluk, maddi hayat standartları unutulur ve “hain” aranır. Aklın, bilimin, mantığın bittiği yerdir burası. Millet de milliyetçilik de, bir bakıma bu koşullarda yaratılır. Toplumun aklını teslim almadan onu dine, teolojiye olduğu gibi millete, ırka, devlete inandırmak zordur, imkansızdır. Dolayısıyla milliyetçiliğin objektif şartlarından söz etsek de onun kurulan, icat edilen bir efsane olduğunu biliyoruz. Nitekim İtalyan düşünür Massimo d’Azeglio İtalya’yı kurduk, şimdi İtalyanları yaratacağız demişti. Bir çok ulus devlet gibi Türk milletinin ve Türk milliyetçiliğinin de böyle bir sürecin ürünü olduğunu biliyoruz: Türkiye’yi kurduk şimdi Türkleri yaratacağız!
Şununla bitireyim: Ülkemizde millet ve milliyetçilik yerine ulus ve ulusalcılık gibi terimler de kullanılıyor. Bunlar öz itibariyle aynı olgulardır. Milliyetçilik ve ırkçılığın gerçek yüzü sıkça açığa çıkıp teşhir olduğundan yeni terimlerle, bu ideolojik silahların gerçek yüzü gizlenmek isteniyor.