İnsana, Topluma ve Dünyaya..
Düşünsel olan ile maddesel olan arasındaki gerilim ilk defa Hegel tarafından çözülmüş, felsefede konu genişlemesi de Hegel ile başlamıştır. Ayrıca emek konusu, toplumsal yaşam ve sivil-siyasal alan ayrımı felsefeye onunla girmiştir. Ne var ki Hegel emekten, daha çok kafa emeğini anlamıştır. İnsan ve toplum yerine de devleti tutmuştur. Bu anlamıyla Marks, ekonomi-politikçi A. Smiht ile Hegel arasında paralellik kurmaktan çekinmemiştir. Gerek, gerçek anlamda emek, işçi sınıfı ve tarih “kıtaları”nın keşfedilmesi ve gerekse “bilincimiz yaşamımızı değil yaşamımız bilincimizi belirler” saptamasıyla “Kopernik Devrimi”ni gerçekleştirmiş olması onuru da hiç kuşku yok ki Marks’ındı.
FİLOZOFÇA-2: DÜŞÜNCE YOLCULARI
Çetin Veysal*
Türkiye’de yerel düşünür, filozof ve sanatçıların felsefe bağlamında ele alındığı; düşünür, filozof ve sanatçıların insan, toplum ve doğa hakkındaki temel düşünce ve yaklaşımlarını öğrenebileceğimiz bir kitap: Filozofça-2. Kitaba yakından bakıldığında eserin, yerel düşünürlerimizin tanıtılması ve tartışılması eksikliğini büyük ölçüde giderdiği gözlerden kaçmayacaktır. Bu çalışmayı zenginleştiren bir nokta da; çalışmayı yapan Mehmet Akkaya’nın, Filozofça’da adı geçen düşünür, sanatçı ve filozofların güncel hayattaki düşünce dünyasına katkılarını, kitapta tartışılan yazarların örnek kitapları bağlamında da serimlemesine dayanıyor.
Öncelikle Filozofça’nın birinci cilt ile ikinci cildi arasındaki farklılık göze çarpıyor. İkinci cildin birinciden daha serbest ve Mehmet Akkaya’nın düşünce ve çalışmalarının ağırlıklı olduğu söylenebilir. Bu durum, yazıların sahipleri, söyleşiler ve Mehmet Akkaya’nın yazdıklarıyla karşılaştırıldığında kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Filozofça’nın birincisinde ve ikincisinde izlenen genel yaklaşım, Akkaya’nın genellikle DEM TV’de hazırlayıp sunduğu, belki de Türkiye televizyonlarında felsefe ya da felsefi içerikli en önemli program olan DÜŞÜNCE KERVANI’ndaki konukları ile yaptığı tartışmayı andırıyor. Andırıyor diyoruz, çünkü Akkaya’nın makaleleri ve tartışmaları program dışında özel olarak yaptığı çalışma, söyleşi, tartışma ve soruların yanıtlanmasından oluşmaktadır.
Birinci ciltten farklı olarak ikinci ciltte Mehmet Akkaya; söyleşi ve tartışma yaptığı filozof, düşünür ve sanatçıların konu bağlamında birer kitaplarından yararlanarak birkaç sayfalık özetle, hem kitabı hem de yazarın düşüncelerinin özetlenerek okuyucuya sunumunu hazırlamış görünüyor. Dolayısıyla da bu kitap özeti bağlamındaki yazıyla da, Anadolu kültür yaşamına önemli bir katkı olarak “Filozofça-2”de günümüz Türkiye’sinin konuşulan, tartışılan ve düşünceleri izlenen filozof ve sanatçılarının düşüncelerine yer verilmektedir.
Elbette Mehmet Akkaya’nın ilk yazılı çalışmaları olmasına karşın, yapmış olduğu bu çaplı işe bakılarak denebilir ki, ondan daha geniş ve derin çalışmalar umut edilebilir. Şöyle ki; bu türden çalışmalara daha geniş ve inceleme metinleri yerleştirilerek, yerel düşünürlerin tanıtımının daha da derinleştirilerek, onların 5–10 sayfalık bazı konular hakkında özet şeklindeki yaklaşımlarını değil, baştan başa birkaç düşünürün tüm çalışma ve eserleriyle, hayatları ve pratikleriyle ilgisinde derleyerek, okuyucuya kazandırması beklenebilir. Yazar, belki de çoktan bu türden bir yoldadır ve Filozofça-1, Filozofça-2 bizim düşündüğümüz bir Filozofça 3 ile ilerleyecektir. Böylesi bir çalışma Türkiye için gurur ve sevinç verici olduğu denli önemli bir tarihsel-kültürel katkı olacaktır.
Filozofça-2 de birçok önemli filozof, yazar ve sanatçı ele alınmaktadır. Bunları kısaca ele alıp tanıtmak gerekirse: Felsefe de Eksen Değişiklikleri başlığıyla, felsefenin başlangıcından Marx-Felsefe ilişkisine, oradan Kant ve dizgeci felsefeye, doğru bilgiye ilişkin tarihsellik değerlendirilmektedir.
Yazarın Afşar Timuçin ile tartışması, “Aşk sevgiye benzediği gibi kine ve öfkeye de benzer.” sözleriyle başlıyor. Afşar Hoca’nın aşk, sevgi ve cinsellik ile ilgili ayrımlarıyla devam ediyor. Aşk, sevgi ve cinselliğin ayırtlarına varılamadığı, birbirlerine karıştırıldığı ve hakikaten yaşanmadığı düşüncesi yanında, aşkın sanatla ilgisi betimlenmektedir. Timuçin’e göre, “Aşk da sanat da bilinçlerin tam bir içtenlikle birbirine kavuştuğu iki kültür ortamıdır.” Ayrıca Timuçin “Sanat da ve aşk da yarar yoktur, yararlı bir yaşamı bu ikisinin dışında anlamak ve aramak gerekir” derken, yararın doğrudan bir ilişkisini aşk ve sanatın taşımadığı vurgulanmakta, yarar gözeten eylemlerin aşk ve sanat içermeyeceğini anlatmaktadır. Yine aynı söyleşi de aşkın kısa erimli olduğu dile getirilirken sevginin daha uzun süreli olduğu vurgulanır.
Akkaya’nın Taner Timur ile söyleşisi “Osmanlı Tarihi’nin Batı Tarihi’ne Ters Düşen Tarafları Var” başlığıyla veriliyor. Timur, romanın batı kaynaklı edebi bir tür olduğunu bu türün ortaya çıkmasında burjuvazinin de etken olduğunu belirtiyor. Ancak Rus devrimi ile burjuvazi-roman ilgileri bakımından bir çelişki gösterir düşüncesinde olan Akkaya’ya Timur katılmıyor. Timur’a göre Rusya gelişmiş bir kapitalist ülke olmasa da gelişmekte ve Batı’ya yüzü dönük bir kültürel-toplumsal yaşamın belirleyici olması nedeniyle büyük roman ve romancılar çıkmıştır. Ama yine de küçük burjuva, köylü ya da aristokrat yazarların evrensel çalışmaları başarıya ulaşmıştır.
Taner Timur’un Yordam Yayınlarından çıkan “Habermas’ı Okumak” adlı çalışmasını Akkaya şöyle özetlemektedir: Kamusal alan ve yapısal dönüşümü konusunda Habermas’ın yaklaşımını Antik Yunan’a değin götüren Timur, Ortaçağ’da kamusal-özel alan ayrımının özelliğini yitirdiğini ancak Ortaçağ sonrası yeniden canlandığını belirtir. Habermas’a göre kapitalizmle birlikte her türlü entelektüel ürünün yaratıcıları tarafından biçimlenen kamusal alan ortaya çıkmıştır. Burada, felsefeciler, aydınlar, sanatçılar etkin bir şekilde sürece katılırlar. Bu süreçte basın bağımsız bir güç haline gelmiştir. Modern gazetecilik bu dönemin ürünüdür. Kamusal alan 17. yy.’ın sonlarında, doktor, avukat ve eğitimcilerin de eklenmesiyle, salonlar, kahvehaneler de kamusal alana katılmıştır. Habermas’a göre, kamusal alan, özgür bir tartışma alanı olarak 19. yy.’ın son çeyreğinden itibaren yapısal dönüşüme uğrar. “Sanatçılar çeşitli çevrelerin güdümüne girer. Özgürce faaliyet yürüten basın adeta ‘parti basını’ haline gelir”. Akkaya, Taner Timur’a dayanarak “sınıf kavgasıyla beslenen zengin sosyalist yazın kıtasını görmezden gelen Habermas’ın anti-kapitalist eleştiriyi dışladığını söylüyor. Bu noktada, Habermas’ın Marxist argümanları da reddettiği vurgulanıyor. Bu bağlamda Habermas, kapitalist toplumun düzenlenmesi fikriyle Weber’e daha yakın durmaktadır ve Timur, Habermas’ın düzen içi bir dil kullandığına inanmaktadır. Mehmet Akkaya Timur’un kitabını ana hatlarıyla ele alıp aktardıktan sonra devam ediyor.
Ömer Naci Soykan ile söyleşi, “Filozofun Nasıl Söylediğine Değil Ne Söylediğine Bakılır” başlığını taşıyor. Bilindiği gibi Ömer Naci Soykan çalışmalarında özgün değerlendirme ve yorumlarıyla öne çıkan zengin bir filozofumuz ve düşünürümüzdür. Mehmet Akkaya’nın sorusu bağlamında felsefe ve sanat ilgisini değerlendiren Ömer Naci Soykan; sanatın her türünün bir ifade olduğunu, bu ifadede yansıyan yaşantılar, duygular, düşünceler her sanat türünde onu kendi tarzında ortaya konduğunu vurgular. Ona göre sanat, insanın tüm benliğine yönelir, bizi başka yerlere götürür demektedir. İyi bir eleştirmen, her estet gibi sanat yapıtından ilkin haz almaya bakar, ancak sonra ona eleştirel tavır alır. Soykan’a göre, hoşa giden şey olma, sanat yapıtının ayırıcı niteliğidir, onu bir metinden ayıran başlıca özelliktir. Soykan, sanatın yönlendirmesi hoşlanmayla, dinin gütmesi inanmayla olur, der ve özellikle ritm sazların, yani davul türünün daha kuvvetli olarak insanı harekete geçiren, bu nedenle de savaşlarda telli değil ritm kullanılır düşüncesinin altını çizer. Gerçi buna basit müzik denmesi bile yeridir, der. Öte yandan, yüksek beğeniye seslenen müzikle ruhun yönlendirildiğine işaret eder, güdülenmeye değil.
Akkaya’nın sorusu bağlamında felsefe, sanat ve mitoloji ilgisine değinen Soykan, felsefenin başlangıcın da mitolojiden beslendiğini, arkhe kavramının bu kesişime işaret ettiğini gösterir. Sanata da mitosun esin kaynağı olduğunu vurgular ve sanat ile mitos ilgisini Antik Yunan düşüncesini Schelling’le bağlantısında ele alır.
Ömer Naci Soykan’ın Eserleri Üzerine başlıklı değerlendirme bölümünde Mehmet Akkaya özellikle, Türkiye’den Felsefe Manzaraları 1.2.3. ve Arayışlar (Felsefede Son Söz Yoktur) 1.2. ve Gönülden Dile Öz Sözler adlı çalışmaya dayanıyor. Öte yandan Wittenstein üzerine ve değişik değerlendirmeleri içeren 10 ciltlik zengin çalışmaları kitaptaki yer sorunu nedeniyle bir kenara bırakılıyor.
Mehmet Akkaya, Betül Çotuksöken ile yaptığı söyleşisinde Aydınlanma olgu/kavramını ele alıyor. Çotuksöken, Aydınlanma kavramının 17. ve 18. yy.larda ortaya çıkarak tartışıldığını, günümüze kadar sürdüğünü belirtiyor. Alman, Fransız ve İngiliz Aydınlanmalarından söz ediyor. İnsanın dünyayı tanıması ve tanımlaması bağlamında kendini ve türünü tanıması, özgürlükler ile insanın eğitilmesi amacına vurgu yapıyor. Öznenin doğduğu yer olan Batı’ya, orada bilgi ve bilimin gelişmeleri ile ilgisinde insanın kültürlenerek özgürleşmesine işaret ediyor. Aydınlanmacıların yalnızca eleştirmediklerini ama aynı zamanda tutum aldıklarını da ekliyor.
Aydınlanma ve Türkiye bağlamında nelerin engelleyici olduğu betimleniyor. Kadınların sosyal yaşama erkeklerle eşit haklarla katılmasının, eğitim sürecinin etkilerine değiniliyor.
Türkiye’de özgürlük sorunlarının aydınlanmayı olumsuz etkileri yanında çalışma hayatının, çalışma saatlerinin çokluğu sorunsallaştırılıp tartışılıyor.
Medya aydınları eleştirisi ile söyleşi noktalanırken, Çotuksöken, her konu hakkında konuşan medya bilgiçlerini “doktor universalis” olarak ti’ye alıyor.
Mehmet Akkaya Yıldız Silier ile söyleşisinde, “Marks’ta Epistemolojik Bir Kopuş Olduğu Kanaatinde Değilim” başlığını kullanıyor. “Özgürlük Yanılsaması” kitabıyla entelektüel hayata “mini müdahale”de bulunduğunu söyleyen Silier, felsefeyi kendi için özgürleştirici bir alan olarak belirlemektedir. Kendini öğrencilerinin yerine koyarak, kendisinin nasıl ve neyi öğrenciyle tartışıp konuşacağını belirlemeye çabaladığını ifade eden Silier, öğrenciye ezberci değil, düşünmeyi, soruşturmayı öğretecek yollar aradığını belirtmektedir.
“Özgürlük Yanılsaması” çalışması bağlamında Siyaset Felsefesi alanında düşüncelerini ortaya koyan Silier, öncelikle Marks- Rousseau ilişkisini, Rousseau’nun özel mülkiyeti tarihsel olarak ortaya çıkmış bir olgu olarak almasına karşın, sınıf temelli bir çözümü önermemesi ile Marks’ın sınıf karşıtlıklarını dile getiren bir yaklaşımı benimsemesi çelişkisinde göstermektedir.
Çalışmasının sonunda ortaya koyduğu “Başka Bir Dünya Mümkün mü?” sorusu konulaştırılınca Silier, Mehmet Akkaya’ya şu yanıtı verir: Bu ifadede vurgu “mümkün” sözcüğündedir ve bu olanağın “ne yapılması gerek” ile ilişkilendirilebileceği hakkında bağlamlar aktarır.
Silier’e göre; Batı da dahil olmak üzere tüm kürede medyanın da işin özellikle içinde olduğu, böylelikle kapitalist düzen karşıtlarının seslerinin duyulmaması için her türlü engellemelerin yapıldığı, uyumsuz ve kapitalizm karşıtlarının çalışma alanlarından uzak tutularak etkisizleştirildiklerini ve böylece yok sayılarak hiçlendikleri bir totaliter bütüne kapatıldıkları vurgulanmaktadır. Ancak Silier’e göre, “Şafaktan önceki karanlık, karanlıkların en koyusudur” da.
Mehmet Akkaya’nın Filozofça-2 de yer verdiği diğer düşünür ve sanatçıları da aktarmak gerek. Öncelikle, Nihat Behram ve Murat Belge’yi anmak gerekiyor. Akkaya’nın çalışması Sevim Gündüz, Cengiz Gündoğdu, Erkan Oğur, Sevgi İyi, Eren Omay, Cengiz Çakmak, Haşmet Zeybek… üzerine yapılan değerlendirmelerle zenginleştirilmiş. Dolayısıyla ilgili okur, söz konusu düşünür, filozof ve sanatçıların kısa ama ana hatlarıyla dile gelen düşüncelerini öğrenmek için Filozofça-1 ve Filozofça-2’ye başvurmalıdır.
Mehmet Akkaya’yı bu türden bir çalışmayı yapıp, ısrarla sürdürdüğü ve sürdürme azminde olduğu için kutlamalı. Eline sağlık Mehmet Akkaya arkadaş. Umarım çalışmaların karşılığını bulur.
Mehmet Akkaya, Filozofça-2, Belge Yayınları, İstanbul, 2009, 400 sayfa.
* Doç.Dr., (Mersin Üniversitesi Felsefe Bölümü).