Erkan Oğur konusuna değinmek istiyorum. Röportajda solda olduğunu ve devrimci olduğunu vurgulamış. Bazen, insanın yaşamında hiç umulmadık anlarda geriye itelendiği olur. Bilinç devre dışı kalır. Bilinçaltı belirleyen bir krala dönüşür. Bunun biricik nedeni sınıflı toplumdur ve günümüzdeki karşılığı kapitalizmdir. Bu toplumsal form aklı öteler duyguyu öne çıkarır. İnsanı mesleğine yabancılaştırmakla da kalmaz, kendine ve çevresine de yabancılaştırır. Bunu fırsata çevirecek yeterince rekabet yanlısı, zaten yine sermaye tarafından hazır tutulmaktadır. Artık bilginlerin yerini bilgiçler ve budalalar alır. Zayıf tarafınız ortaya çıkar çıkmaz tüm bu unsurlar insanın üzerine yürür, bazen bu hücumlar lince de dönüşür. Bu hücumlara çoğu kez sanatçıların, dahası halk sanatçılarının maruz kalması, kanaatimce yanıtı aranması gereken bir sorudur.
Sanat Toplum ve Politika Üstü Değil
Erkan Oğur’u hiç ummadık bir pozisyonda görünce çok şaşırdım. Önemsediğim bir müzisyen olarak gördüğüm için olsa gerek, malum manzarayı görmezden gelmeye çalıştım ve sustum. Ne iyi ki sevenleri üzerine yürüdü. Bunun üzerine açıklama yapan Oğur’un mantığı da beni çok ilgilendirdi. Sanatı, bir an için toplum ve politika üstü gördüğü anlaşılıyor. Almanya’nın ünlü filozofu Kant’tan, ayrıca sanatı fikrin açınımı olarak gören Hegel’den kalma bir yanılgı. Herkes gibi sanatçı da, yanılgılarını toplumla girdiği ya da kurduğu temaslar sırasında anlayabiliyor. Dolayısıyla Erkan Oğur’un, röportajındaki yanıtların, oldukça estetik ve yaratıcı olduğunu vurgulamak isterim. Tek motivasyonun sanat olduğu anlaşılıyor. Üstelik Oğur, bunun politikadan ayrı düşünülmeyecek bir durum olduğunu vurguluyor ki, son derece önemlidir.
Umarım Erkan Oğur’un, “düştüğü” son hadiseden dolayı ona yönelen hassasiyetin benzeri, verdiği röportaja da yönelecektir. Sınıflı toplumun formatladığı birey çoğu kez, negatif olanı görmedeki gösterdiği gücünü pozitif olanı görmede gösteremiyor. Oğur pratiği öğreticidir. Bu yüzden takip edilmesini önemsiyorum. Sanatçının, sanat derken siyaseti anlaması, siyasetin de devrimcilikle bağını kurması son derece önemlidir. “İçinin cız etmesi’ ise misliyle üzerinde durmayı gerektirir. Sermayecilik çağında “insanın içi”yle direnmesi az buz bir olay değildir. Oğur da bilmeli ki, müzik yalnız müzik değildir, sanatın da estetikle sınırlı olduğu düşünülemez…
Tenor ve Basın Diyalektiği
Yıllar önce bir kaç defa aynı ortamda bulunmuşluğumuz oldu Erkan Oğur ile. Kendisi İ. Hakkı Demircioğlu ile uygun bir ikili. Güzel düşünülmüş ya da denk düşmüş bir birliktelik. Bunu asıl olarak ses uyumu açısından söylüyorum. Oğur tenor, Demircioğlu ise bas okuyor. Yani aynı sesin bas ve baritonu olarak okuyorlar. Basın ve tenorun diyalektiği diyebiliriz. Özgün bir ses. Oğur, bana halk müziğinin filozofu gibi görünmüştür. Filozofça Bakış adlı kitabımda onunla yapılmış tartışmalarım var. Ayrıca televizyon ortamında fikir alışverişi yapmışlığım da söz konusu. Müziğe dair özgün görüşlere sahip birisidir. Yalına yöneliyor. Müzikteki tempoyu düşürüyor. Bir tartışmamızda Anadolu müziğine uygun Anadolu armonisinden söz ediyordu. Yani Anadolu müziğine Batı armonisini uygulamayı yanlış buluyor. Bestenin adeta ilhamla olduğuna inanırken de mistik felsefelere yatkın olduğu görülüyordu.
Meselenin bir de diğer cephesi var. Be birader, “düştüğün” pozisyonu hiç mi göz önüne getirmezsin? Bunca zulüm sazla sözle giderilebilir mi? Hümanist bir adamı yoldan çıkarmanın, konu mankeni yapmanın, prestijini sömürmeye kalkmanın alemi ne? Filozoflar söyler: Bilmek, insanın toplumsal pozisyonunu, yerini ve yeteneğini bilmesidir. Diyeceğim şu ki sanat, saray ve saltanatla asla bir araya gelmez. Bunları bir araya getirmeye çalışanlar, yalnız kendilerini değil, temas ettiklerini de zorda bırakırlar. Uzak ve yakın tarihimizde örnekler bulmak zor değil. Neyse, karşı cepheyi kendilerine bırakalım, Erkan Oğur’a dönelim.
Estetik Titizlik Sınıfsal Titizliği Gerektirir
İlgili kişileri, konumları gereği karşılaştırmam bile. Birisi sistem, diğeri sistem dışı. Birisi devlet, diğeri devlet ödüllerini reddeden. Birisi yasaları yapanların tarafında diğeri türküleri yapanların yanında. Kaldı ki müziği dinleyenler fark etmiştir: Oğur’un enstrümanı ve kendine özgü çalım tekniği dışında estetik bir değer taşıdığı da tartışma kaldırır. Mevzu uzun. Tek tarz sanat da, sanatçı da yoktur. Sınıflar varsa, ki var, taraflar da var demektir. Bu yüzden de, sosyal süreçler içinde sanatçının estetik titizlik gösterdiği oranda sınıfsal titizlik de göstermesi gerektiği anlaşılıyor. İlgili konuda çıkartılması gereken ders de, sanırım budur. Oğur’la bitireyim.
Kendisiyle yaptığımız tartışmadan anımsadığım kadarıyla müziğe büyük bir hayranlığı ve saygısı vardı Oğur’un. Müzik estetiği, müzik felsefesi gibi konuları konuşabileceğimiz ender müzisyenlerden birisi. “Perdesiz” enstrüman icat etmeyi düşünen bir kafa. Dolayısıyla çıkar, menfaat ve bencillik nedenleriyle malum sahnede yer alması bana kuşkulu görülmüştür. Zira bende bıraktığı intiba, olumluydu ve üstelik huy ve mesleki yetenek olarak da yüksekteydi. Malum hadiseyi duyunca ve kendisine de haklı eleştiri ve hücumlar olunca üzülmüştüm. Neyse ki İndependent’e verdiği röportajda görüldüğü üzere Oğur, belirli bir “sanatçı” türünün dümeni sağa kırdığı ve sisteme muhalif olmak yerine ondan beslendiği günümüz ve ülkemiz koşullarında solda olduğunu gizlemeye tenezzül etmemiş. Sanatın devrimci tarafına yaslanmış…