Dinin Materyalist Eleştirisi ve Bedreddin Devrimi
Bedreddin Devrimi bağlamında birkaç yıldır üzerinde yoğunlaştığım çalışmalardan birisi olan DİN FELSEFESİ adlı kitabımın son hazırlıkları da bu hafta tamamlanmış oldu. Tarihsel materyalizm bakış açısıyla yazılan kitabın mizanpajı tamamlanırken son okuması da yapıldı. Diğer kitaplar gibi Belge Uluslararası Yayıncılık tarafından basımı yapılacak olan kitabın rötuşlarını yapmak ve redaksiyon çalışmalarını tamamlamak üzere yayınevinin yöneticilerinden Sinan Zarakolu ile de bir araya gelerek kapak tasarımı konusunda da belli bir uzlaşmaya varıldı. Böylece kitap yayınevi sürecinden çıkarak matbaa sürecine girmiş oldu. Olağan koşullarda iki hafta sonra kitap, Dinin Materyalist Eleştirisi ve Bedreddin Devrimi alt başlığını taşımak üzere DİN FELSEFESİ adıyla basılmış ve yayınlanmış olacak. Kitabın içeriğine ilişkin daha geniş bir basın ve tanıtım bülteni yayınlamayı kitabın çıkışına bırakarak bu aşamada, meraklıları için eserin içeriğine dair kısa bir bilgilendirme yapmak istiyorum.
BATI ANTİKÇAĞ VE ORTAÇAĞ DİN FELSEFESİ
Kitap beş başlıktan oluşuyor. Batı Antikçağı ve Ortaçağı’nda din felsefesi araştırması yapan bir bölümle başlıyor. Homeros ve Ksenophanes bağlamında din felsefesi araştırması yapılırken Antikçağ’da konuya ilişkin dinsel ve teolojik incelemeler yer alıyor. Parmenides’in “varlık bir bütündür” anlayışı ile Bedreddin’in de izini sürdüğü tasavvufun vahdet-i vücutçu varlık anlayışı arasında bir bağ da kurulmaktadır. Batı Ortaçağı’nda da bilhassa Augustinus, Boethius ve Abelardüs üzerinden bir teoloji araştırması yapılıyor. Bu bahiste Ortaçağ’da ortaya çıkan nice sınıf savaşlarının din kisvesine büründüğü vurgusu öne çıkarılmıştır. Buna bağlı olarak kitapta, Antikçağ’dan Ortaçağ’a geçişin nedenleri de sınıf meselesine bağlanırken Yunan ve Roma egemen sınıflarının din politikaları sorgulanmıştır. Bedreddin Devrimi ile bağı kurulacak birçok gelişmenin altını çizme ihtiyacı da duyuldu. Elbette din ve düşünceler ile sosyal gerçeklikler arasında doğrudan bağlar kurmak için de azami çaba gösterilmiştir.
DOĞU ANTİKÇAĞ VE ORTAÇAĞ DİN FELSEFESİ
İkinci başlıkta ise Doğu Antikçağı ve Ortaçağı felsefelerinde din araştırması yapılıyor. Doğu Antikçağı’nın beş büyükleri olan Budha, Konfüçyüs, Zerdüşt, Mani ve Mazdek üzerinden yapılan açıklamalar “İslam Felsefesi”ne getiriliyor. “İslam felsefesi” yerine Doğu Ortaçağ felsefesi önerisi de kitapta dikkat çekecek şekilde vurgulanıyor. Keza ikinci başlık altında tasavvufa giden yolu açan beş büyükler de kendilerine yer buluyor: İbn Ravendi, Ebubekir Razi, Ş. Suhreverdi, Hallaç-ı Mansur ve İbn Arabi. İkinci başlık Doğu Ortaçağ felsefesinin beş büyükleriyle tamamlanıyor: El Kindi, Farabi, İbn Sina, Gazzali ve İbn Rüşd.
Buradan Bedreddin Devrimi için yeterince kaynak ve veri ortaya çıkarılmış oluyor. Doğu felsefesinin kaynakları açıklanırken de, onu Yunan-Latin kaynaklarına bağlamak yerine meydana çıktığı topraklara, üretim ilişkilerine dikkat çekilmektedir. Düşünceler gibi din de kendi çağının ve kendi coğrafyasının çocuğudur. Dolayısıyla düşüncelerin ve bilhassa dinlerin kendi başlarına tarihleri olmadığı Marx ve Marksizm ile de ilişkilendirilerek ekonomik olgulara bağlanmasına materyalist titizlikle özen ve önem gösterilmiştir.
TASAVVUF VE ALEVİLİK / KIZILBAŞLIK
Din Felsefesi’nin üçüncü başlığını Tasavvuf ve Alevi/Kızılbaş inancı oluşturuyor. Devlet ve düzen karşıtı bir topluluk olan Alevi/Kızılbaş/Bektaşi, topluluklarının tarihi oldukça karmaşıktır. Onu sıradan bir din gibi değerlendirmek zor görülüyor. Kitap, meseleye filozofça bir bakış atmakla yetindiği için pek çok kaynakta ileri sürülen tezlere materyalist bir yorum getirmekle yetinmektedir. Aleviliği, İslam dininin bir kolu olarak görmek ve onun Anadolu’ya başka coğrafyalardan geldiğini ileri sürmek ve Hz. Ali faktörüyle açıklamanın sorunlu olduğu ifade edilmektedir. Aleviliğin özgün yanları üzerinde durulurken, bu inanca ait pek çok konu, kavram ve anlayış da detaylandırılıyor. Direniş boyutu öne çıkartılırken inancın beslendiği felsefe, kültür, edebiyat ve estetik de konu ediliyor. Elbette ekonomik-sosyal olgulara sıklıkla atıf yapılmıştır. Yunus ve Yesevi’ye işaret eden kısımda ise Pir Sultan’ın sanatına dair yorumlara da yer verilmiştir. Anadolu, Mezopotamya ve Balkanlarda yerleşik durumdaki Alevi/Kızılbaş topluluklarının Bedreddin Devrimi ile ittifak ettiği hatta ittifaktan da öte Bedreddin’deki eşitlikçi fikirlerle aynı kulvarda bulunduğuna işaret edilmektedir.
MARX, MARKSİZM VE DİN
Kitap, Marx, Engels ve Lenin’de din temasını öne çıkaran dördüncü başlıkla yeni bir açılım daha yapıyor. Marx ve Marksizmin dini tartışırken hangi sorunsallardan, hangi kişilerden ve hangi kaynaklardan hareket ettiği problematikleştiriliyor. Bruno Bauer, D. Strauss ve özellikle de Feuerbach ile tartışmaya giriliyor. Daha doğrusu Marx ve Engels’in bu isimlerle yaptıkları polemikler tartışma düzlemine taşınıyor. Hegel’in din felsefesini aştığı düşünülen Bauer, Yahudi sorununun çözümünü Yahudilerin ve hatta Hıristiyanların dinden uzaklaşmasında buluyor. Marx buna itiraz etmektedir. Feuerbach ise dinin kaynağını insan da buluyor. Marx, Feuerbach’a da itiraz ediyor. Çünkü Marx ve Engels açısından dinin kaynağı insan değil, insanın da kaynağı olan toplumdur.
Demek ki teosantrik din anlayışından antroposantrik din anlayışına oradan da Marx’ın sosyalsantrik din anlayışına geçiliyor. Kitap “din halkın afyonudur” özdeyişine de kendisine özgü materyalist bir yorum getiriyor. Yine Marx, Engels ve Lenin açısından tarihteki birçok din savaşı aslında teolojik kılığa bürünmüş sınıf savaşlarıdır. Sınıf savaşı izleğinden hareketle konu Bedreddin Devrimi’ne bağlanmış oluyor.
ŞEYH BEDREDDİN DEVRİMİ
Din Felsefesi adlı bu yeni kitapta zirveyi ise Bedreddin Devrimi oluşturmaktadır. Burada teori ile pratik arasındaki ilişki detaylı bir tartışmadan geçiriliyor. Teolojik kaygılarla “yola” çıkan Bedreddin’in hangi koşullarda “Şeyh” unvanı aldığı ve zihni dönüşümü nasıl yaşadığı açıklanıyor. Dini kitapların Nil Nehri’ne hangi gerekçelerle atıldığına da vurgu yapan çalışmada teorinin hangi koşullarda pratiğe evrildiği de örnekler verilerek sergilenmiştir. Osmanlı tarihinden hareketle yaklaşık olarak 1415-1417 yılları arasında ortaya çıkan Bedreddin hareketini sosyolojik, politik, tarihsel ve felsefi bakımdan analiz etmek başlı başına merkezi bir konudur.
Konuya ilişkin Hikmet Kıvılcımlı’nın “tarihsel devrim” ve “sosyal devrim” açıklamalarından yararlanılmıştır. Sosyal devrimin izlerini, Paris Komünü’nde gördüğümüzü anımsatmak isterim. Peşinden Rus ve Çin devrimleri gelir. Bedreddin, Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa adlarıyla özdeşleşen harekete “köylü devrimi” ya da “köylü sosyalizmi” demek de mümkündür. Kitap, direnç odakları olarak betimlenen Spartaküs, Şeyh Bedreddin ve Seyit Rıza’ya ithaf edilmiştir.