Dünya Felsefe Günü’nde
SOKRATES’İ SAVUNMAK VE SORGULAMAK
Başlığa dikkat ettiyseniz iki tema ön plana çıkmış durumda. Birisi Dünya Felsefe Günü, diğeri de Sokrates’in önemi. Dünya Felsefe Günü deyince kim ne biliyor, ne anlıyor? sorusu sanırım aktüel bir sorudur. Bunun Sokrates ile bir araya getirilmesinin de bir nedeni olmalıdır. Konuya açıklık getirmeye çalışayım. Her yıl kasım ayının üçüncü Perşembe günü Dünya Felsefe Günü olarak kutlanıyor. Bu tarihin seçilmesinin nedeni Sokrates’in Kasım ayında ve perşembe günü öldüğünün varsayılması. Felsefe Günü, 2002’den beri ülkemizde ve dünyada kutlanıyor. Bugünün UNESCO’ya önerilmesi ve kabulü Türkiyeli filozoflar/felsefeciler sayesinde olmuştur. Bu türden kabuller, aktiviteler, kutlamalar, ölmüş filozofları anmalar, toplumun felsefeye ilgisini artırabilir elbette. Yine de ülkemizde bu ilginin oluşup oluşmadığı sorunu tartışmalı bir durumdur. Konuyu gündeme getirmek üzere bu hafta Yol TV ekranlarında olacağım. Merak edenleri beklerim.
Sokrates’in MÖ 469-399 yılları arasında yaşadığı söylenir. Grek kökenli bir Yunan filozofudur Sokrates. Filozof deyince ak saçlı, ihtiyar bir bilge olarak ilk onun adı akla gelir. Dolayısıyla filozof tipolojisine en uygun kişi olarak bilinir. Felsefe geleneğini hem içerik olarak hem de biçim olarak yapısal dönüşüme uğrattığı söylenir. Ciçero gibi düşünürlere göre felsefeyi gökyüzünden yeryüzüne indiren kişi Sokrates olmuştur. Keza felsefeyi Atina sokaklarında, halk içinde, tartışarak yapan da öncelikle Sokrates olmuştur. Felsefe tarihinin yazdığı, söylediği bu bilgilere rağmen onun hakkında çeşitli efsaneler de vardır. Sokrates’in, yaşamış biri olmadığı, Platon’un kurguladığı bir tip olduğu gibi söylentiler de söz konusudur. Sokrates’in adını, felsefesini ve felsefe yapma tavrını öncelikle Platon’un diyaloglarından öğreniyoruz. Dolayısıyla efsane gibi görünen bilgileri de akılda tutmak gerekiyor.
Sokrates, Antik Yunan felsefesinin üç büyükleri arasında, kurucu filozof olarak yer alır. Diğer ikisi Platon ve elbette ki Aristoteles’tir. Felsefenin merkezi disiplini olan epistemoloji konusunda ilk kapsamlı tartışmaları yapan kişi, Sokrates olarak bilinir. Bilme nedir ve nasıl biliyoruz? biçimindeki soruları ortaya atan ve bunlara yanıt arayan ilk filozoftur. “Menon Diyalogu” adlı kitapta bu konu tartışılır. Diyalog’taki paradoks şu şekilde formüle edilebilir: İnsan bir şeyi bilemez, bilse bile onun doğru olduğunu bilemez. Çünkü insan bildiği şeyi, zaten aramaz. Bulduğunda da onun, aradığı şey olduğunu nereden bilecek? Sokrates’in özgünlüğünü anlamak için ondan önceki filozofların, epistemoloji ile değil de “esasen” ontoloji (varlık) ilgilendiklerini anımsamak gerekiyor. Thales ile başlayan filozoflar kuşağı varlığın neliğini ve kökenini (arkhe) araştıran insanlar oldular. Su, hava, ateş, toprak gibi temel varlıklardan söz etmişlerdi. Demek ki Sokrates, felsefede bir paradigma değişikliği yapmış oluyor. Ahlak, erdem ve yaşam filozofu olarak da bilinir.
Sokrates denildiğinde epistemolojiye örnek teşkil eden çeşitli argümanlar akla gelir. Bunlardan birisi de Sokrates’in “sorgulanmayan yaşam, yaşanmaya değmez” demiş olmasıdır. Bu argüman, yazının başlığını koyarken etkili oldu diyebilirim.
Sorgulama bilincine dikkat çekildiği düşünülürse Sokrates’i de, büyük bir kurucu filozof olarak gördüğümüz halde onu da sorgulamak gerektiği gibi bir sonuç da ortaya çıkmaktadır. Kanaatimce bu bilinç gözardı edilmektedir. Tersine filozoflara ve felsefeye karşı büyük bir kutsallık yükleme eğilimi vardır. Diğer filozoflar bir yana konumuz olan Sokrates’in demokrasi karşıtı, neden böyle bir tavır içinde olduğu, neden Atina yoksullarını savunmadığı da dikkate alınmaz. Elbette, büyük bir filozof olarak onu savunmak gerektiği gibi kurduğu sosyal felsefelerin de tümüyle sorgulanması gerektiğini de not etmek yanlış olmasa gerek. Devlet, düzen ve yasal uygulamaları merkeze koyan birisidir. Bunu Sokrates’in Savunması adlı diyalogdan anlamak zor olmuyor. Bireyi, devlete (polis) tabi kılan bir siyaset felsefesi kuruyor. Bilgide aklın krallığını ilan ediyor. Sınıfsal ilişki ve hakikatleri ya görmezden geliyor ya da konumu gereği bunların üzerini örtüyor.
Sokrates’in adı bilgi felsefesi, siyaset felsefesi, demokrasi konularında ön plana çıktığı gibi eğitim felsefesi deyince de onun adı mutlaka anılır. Sokrates, bilginin mümkün olduğunu ama doğuştan geldiği kanaatindedir. Onun eğitim felsefesi konu edilirken iki terimi muhakkak anmak elzemdir. İroni ve maiotik. İlki tartışmada alay etmek, ikinci de doğurtmaktır. Bunlar sanat gibi düşünülür. Sokrates’in, diyaloglarda tartıştığı kişilerin bilgilerinin yanlış olduğunu gösterdiğini ve onlarla alay ettiğini hatırlarsınız. Adeta özgürlük ortamında yapılan tartışmada karşı taraf görüşlerinin yanlış olduğuna inandırılıyor. Burası birinci adımdır. Bilgilerinin yanlış olduğuna inanan insan, Sokrates’in soru ve eleştirileri karşısında doğru bilgiyi kendisi bulur. Bu da bilgi ya da eğitimde ikinci aşamadır. Demek ki bilgiyi, Sokrates öğretmiş olmuyor. Sokrates, insanda zaten var olan bilginin somut ve canlı hale gelmesini sağlıyor. Potansiyel olan bilgi, bilince çıkmış oluyor da denilebilir.
Felsefe tarihinde, Sokrates ile ilgili olarak büyük çoğunluğu Platon tarafından aktarılan pekçok söylem vardır. Sokrates’in annesinin hemşire/ebe olduğu ileri sürülmektedir. Annesinin, hamile kadınlara doğurma sırasında yalnızca yardımcı olan birisi olmasına benzer şekilde o da halkın kendinde olan bilgiyi çıkarmasına yardımcı olurmuş. Her şeyi, her bilgiyi sorgulamak, doğru olduğu zannedilen düşüncelere kuşkuyla bakmak gerektiğini, Atina demokrasisinin demokratik olmadığını söyleyen de Sokrates’ten başkası değildi. Bu yüzden olsa gerek Atina, uyuşuk bir ata, kendisi de onu kışkırtan bir at sineğine benzetilmiştir. Atina’dan, idam edilmek yerine sürgüne gönderilmesi önerildiğinde, “kendi ülkesinde istenmeyen birini başkası hiç istemez” demiştir. Hapisten kaçırılma önerisini de reddetmiştir. “Şimdiye kadar Atina yasalarından yararlandım, aynı yasalar aleyhime dönünce neden itiraz edeyim” diyerek bir tür tutarlılık ve ahlakilik örneği sergilemiştir. Yasaları savunurken çoğunluğun (sürü/halk) yaptığı yasaları değil de “bilen ve eğitimli) elitistlerin yaptığı yasaları savunmuştur. Atina egemen sınırları içinde demokratlardan ziyade aristokrat sınıfının filozofu ve sözcüsü olmuştur.
Sokrates ve onun mirasını bilmeden felsefe yakmak zordur, çoğu zaman tekrara düşmek, bilmeden onu tekrar ve taklit etmek anlamına gelebilir. Zengin bir felsefesi olduğunu tespit etmek zor olmuyor. Bunlar içinde tutarsız düşünceler de mevcuttur. Hem bir sofisttir hem de sofistlere karşı bir filozoftur. Kynik ve Krene Okulu gibi pesimist ve optimist ekoller bırakması da tutarsız felsefesiyle ilgilidir. Hiçbir şey bilmediğini söylemesi, büyük bir bilgelik sayılmıştır. Ona göre bilmek, kendini bilmektir. Bir yanıyla uygar, bir yanıyla geleneklere düşkündür.
Akıl ile bilgiyle özgür ve erdem arasında bağ kurmuştur. Hümanist bir hayat sürmeyi savunurken militarist bir filozof olmaktan da geri durmamıştır. Peloponnesos Savaşları’na katılarak Atina devleti adına asker olmuştur. Yazmaya, okula ve formel eğitime karşı durmuş, felsefeyi mesleki bir eğitimden ziyade bir yaşam tarzı olarak düşünmüş ve düşüncesine uygun yaşam gayreti içinde olmuştur. Sanat ve edebiyat tarihinde her zaman ona atıf yapıldığı görülmektedir. Kant, aklı önemsediği için Sokrates’i övmüştür. Hegel için Sokrates, yazmayan ama yaşayan birisidir. Nietzsche ise Sokrates’i, duyguları, tutkuları ve içgüdüleri görmeyen, kaba bir “akil adam” olarak değerlendirmiştir.