Felsefenin ne türden bir düşünsel aktivite olduğu, onu ortaya çıkaran motivasyonların neler olduğu sorusu gibi felsefenin nerede doğduğu sorusu da merkezi bir problemdir. Yanıtların birbirine bağlı olduğu da bir başka realitedir. İlk kuşak filozofların kimler olduğunu, neleri epistemolojik nesne yaptıklarını açığa çıkarmak, temel sorumuzun yanıtlarını teşkil eder / edecektir.
Filozof deyince Thales ismi çoğumuzun aklına hemen gelir. Yaşadığı coğrafya ise Ege’nin hemen kıyısıdır. Buradan bakarak bile felsefenin su’yu seçtiğini, onsuz yaşayamadığını da
anlayabiliyoruz. Peki felsefe, ilkçağlarda olduğu gibi her çağda ve günümüzde de su merkezli olarak mı açıklanmaktadır?
Kuşkusuz ki felsefenin motivasyonu, her çağda değişmektedir. Her ne kadar su, halen insan yaşamında belirleyici bir unsur olsa da sanayileşme ve dijital çağın imkanları, felsefenin varoluş nedenlerini büyük oranda su’yun dışına taşımıştır / taşımaktadır.
Vurgulamak gerekir ki, böylesi bir felsefenin sınıf dinamiğine gözleri kapalıdır. Açık olduğu hallerde de felsefe, egemen sınıfların fikirleri olarak işlev görmüştür. Bu yönüyle tarafsız bir felsefenin olduğu, felsefe tarihinin bütün insanlık için ortak değer olduğu fikri tartışma kaldırır. Felsefenin kaynaklarına ilişkin pekçok konuyu tartışmak ve nerede doğduğuna açıklık getirmek üzere Yol TV ekranlarında buluşuyoruz. Zamanı olanları ve konuyu merak edenleri beklerim.
Felsefenin kaynağına inmek için su’yun ve su uygarlıklarının izini sürmek zorunludur. Felsefenin coğrafi kaynaklarına inildiğinde Mezopotamya bölgesi, öncelikle dikkat çeker. Çünkü Mezopotamya “su uygarlığı” denildiğinde ilk akla gelmesi gereken coğrafyadır. İlk uygarlıklar Batı’dan evvel Doğu’da, Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Mısır uygarlıkları da mutlaka anılmalıdır.
Fırat ve Dicle ırmakları yanında Nil nehrine de, ne kadar dikkat çekilse azdır. Zira buradaki uygarlıklar, Fırat, Dicle ve Nil nehrinin armağanı gibidir. Felsefenin Doğu uygarlıklarında doğduğunu ve gelişme dinamiklerini Yunan dünyasında (Grek, İyonya) bulduğunu ileri sürebiliriz.
Her türden düşünsel etkinliğin temelinde uygar / modern ilişkiler vardır. Yani düşünceler, gökten zembille inmezler. Üretim ilişkileri, mülkiyet, devlet ve modern düzeni gerektirir. Felsefe de böyledir. Öncelikle uygarlığın geliştiği, mülkiyetin, toplumsal artığın arttığı toplumlarda ortaya çıkmıştır. Her türden felsefenin arkhesi, üretimdir, mülkiyetçi düzendir, toplumsal artıktır.
Günümüzde ise felsefenin arkhesi, artı değerdir. Filozofları, yönlendiren artıdeğer üretimidir. Geçmişte, felsefenin doğum yeri olarak öncelik sonralık söz konusu olsa da, bu durum günümüzde nispeten değişmiştir. Yine de sermaye ilişkilerinin yoğun olduğu mekanlarda, sömürüye maruz kalan coğrafyalarda felsefenin toplumsal kaynaklarını tespit etmek zor değildir.
Felsefeyi “akıllı” kişilerin veya “üstün” halkların bir ürünü olarak görmek idealizmdir, teolojik bakıştır ve dolayısıyla yanlıştır. Felsefenin Mezopotamya, Anadolu, Çin ve Hint’te ortaya çıkması, buradaki halkların “üstün halklar” olmasından dolayı değildir. Su uygarlıklarının, gelişen Sümer, Hitit, Çin ve Hint topluluklarının bu coğrafyada ortaya çıkmasından dolayıdır. İlk kuşak filozofların Yunan dünyasında ortaya çıkması da Ege denizinin ve Akdeniz uygarlığının bir neticesi olarak not edilmelidir.