Akşam karanlığı olduğu tavukların kümese girmesinden belli oluyordu. Kahve kapanmak üzereydi. Hava nispeten serindi. Oyunu kaybeden okeyciler, çay paralarını ödüyordu. Kaybedenler arasında derneğin yöneticisi ve başkanı Seyit Ali de bulunuyordu. Nispeten sessizlik vardı mekanda. Koşar adımlarla köy / kasaba kahvesine giren Kösem Dede, önce elinde para sayan kahve sahibi İmam dayıyı ve sonra Seyit Ali’yi gördü. Televizyon da açıktı o sırada. Alevi kanalında Hasret Gültekin “Sevgi Kuşun Kanadında” adlı türküyü seslendiriyordu. Sesin duygusu, Dede’ye derin ve tarihi trajedileri anımsattı. 2 Temmuz 1993 Sivas – Madımak katliamı, en yakın olanıydı. 33 can kaybı, candan kayıptı. Trajedi bunlarla sınırlı değildi elbette. Dersim ve muhakkak ki evveli de vardı. “Ne duruyorsunuz, Leman dergisine saldırı oldu. Bugün ona yarın bize” diyerek sükuneti bozdu. Sivas anmasına çağrı yapan birkaç cümleyi de peş peşe sıraladı Dede. İçini tam değilse bile büyük oranda boşaltmıştı.

Dede’ye bakan İmam dayı, önce bir duraksadı. Sağa sola göz gezdirdi ve beklenmeyen bir çıkışla ilave yaptı Dede’ye. “O diyerek ayırdığın sanat dergileri de biziz Dedem” dedi. Köy kahvesi çalıştıran birinin muhalif bir mizah dergisine ve sanata sahip çıkması, ilgiye değerdi. Dernek başkanı Seyit Ali çıtayı bir tık daha yükseltti. “Herkesin kabesi bir günlük de olsa Madımak’tır. Bütün köy, köylü, bu gece Sivas’a dönerek uyumalı ve Madımak şehitlerini anmak için erkenden yola çıkmalıyız” dedi. Kahvedekiler dikkat kesildi olanlara. Mesaj alınmıştı. Başlar, hafifçe öne arkaya sallanarak onaylandı söylenenler. Eski belediye başkanı Yusuf, yol gideri olarak katkıda bulundu. Orada bulunan mahalleli genç Hüseyin de pankarttan sorumlu olacağını, yüksek sesle dile getirdi. Kitleyi Sivas’a taşıyacak araçlar ise önceden planlanmıştı.
Kösem Dede, konuşmalardan ve ortamdaki olumlu havadan son derece memnun oldu. “Öncü teorisi” ve “halk felsefesi” adına birkaç sonuca ulaştı. Elbette kendisine de epeyce bir pay çıkardı. Biraz önce eşiyle yaşadığı gerginliği unuttu. Eşi Suna hanımın itirazları Dede’ye şimdi daha makul ve masum görünmeye başladı. Ruh dünyası iyiden iyiye değişti Dede’nin. Dernek yönetimine, üyelere ve kahvedekilere yapmayı düşündüğü eleştiri ve itirazları da sonraya erteledi. “Şafak vakti, önemli mazereti olanlar dışında herkes kahvenin önünde olsun” talimatından sonra, biraz asık suratla geldiği kahveden belirgin bir tebessümle yeniden eve döndü.
2 Temmuz ve İdeolojik Bulanıklık
Bu sene, 2025 itibariyle 2 Temmuz katliamının 32. yılı oldu. Önceki birkaç yıla oranla katılım daha fazlaydı. Dolayısıyla onbinlerle birlikte Sivas kent meydanındaki alandaydık. Her zamanki gibi başlayan anmanın iki etabı olduğunu düşünüyorum. Hatta buluşma yeri de dikkate alınırsa üç denilebilir. Kitlenin toplanması, yürüyüş ve Madımak önünde miting biçiminde oluyor anmalar. Bu sene de öyle oldu. Toplandıktan hemen sonra yol boyu süren yürüyüş ve topluca atılan sloganlar, biçim ve içerik olarak detaylı incelenmeyi gerektirir. Bunlar katliamın sosyal, siyasal ve tarihsel nedenini açıklayan bir öze sahiptir. Keza katliamın faillerini anlamak ve halkın bu konuda neye inandığını idrak etmek bakımından da oldukça öğretici oluyor. Önde yürüyen araç ise bu sene de Kızılbaş kültürünü yansıtması bakımından canlı, dinamik ve renkli bir görünüm sunuyordu. Bununla birlikte ideolojik bulanıklık ve çeşitli acemilikler de varlığını sürdürmektedir. Madımak kıyımını, halen belirli bir gerici topluluğun üzerine yıkma eğilimi görülüyor. Oysa Sivas – Madımak katliamı, gerici toplulukları kullanmakla birlikte esasen, sermaye, sınıf, devlet ve emperyalizm bağlantılı bir hadisedir. Bu yüzden de anmaların, asker ve subayıyla, ordu ve polisiyle iç içe yapılıyor oluşu izaha muhtaç bir durumdur.

Saldırı, Kıyım ve Soykırım Politikası
Kösem Dede’nin stresine benzer bir durum Sivas’ın sorumlusu Komiser Kamil için de geçerliydi. Hiyerarşi gözardı edilerek komiser Kamil, bir gün öncesinden Ankara’ya çağrıldı. Tüm güvenlik yetkisinin kendisine verildiği yüzüne tebliğ edildi. Devletin bir saldırı, kıyım ve soykırım politikası olmadığı da açık bir dille kendisine söylendi. Komiser her söylenene “evet efendim” demekle yetindi. Kendisinden daha derin güçlerin, bir sonraki gün gerçekleşecek olan Kızılbaş eylemi için ne tür kararlar aldığını da düşünmeden edemedi. Kulağı delik olacaktı. Dolayısıyla dikkatli olmalıydı. Komisere göre bu dünyada, bu devlette sinsilik hiç de eksik olmuyordu. Bu yüzden Kamil komiserin “Osmanlı’da olduğu gibi Türkiye devletinde de oyun bitmez” biçiminde sessizce söylediği cümle asla yabana atılır cinsten değildi. Ona göre Kızılbaşlara yönelik çoktandır bir saldırı olmuyordu. Saldırılar daha çok dışsal bir görünüm sunuyordu. Bunun için Suriye’de cihatçı gruplar ne güne duruyordu.
Komiser Kamil’in siyasi psikolojisi, evliliğe hazırlanan kızını ve vakıf üniversitesine girmeyi planlayan küçük oğlunun durumunu hatırlamaya uygun değildi. Ona göre ülkenin, devletin durumu, kendi görevi daha önemliydi. Ona bakılırsa iç siyasette ve sosyal çatışmada dönem, daha çok hükümet partisi ile devlet partisi arasındaki gerilimde içkindi. Şimdilik Kızılbaşlar için kültürel, ekonomik, inançsal asimilasyon dönemiydi. Üstelik 2 Temmuz anmacılarının devleti, askeri, polisi karşılarına almak gibi ne bir konseptleri vardı ne de güçleri vardı. Yıllardır Sivas’a gelip kayıplarını anıyor, sessiz sedasız dağılıyorlardı. Bu da demokrasi konusunda kitleleri ikna etmek için “kullanmada” son derece işlevsel oluyordu. Komiser Kamil, ilk talimatı Kürt illerinden, Güney’den ve Kuzey istikametinden gelecek araçlara ve bu araçlarla gelen kitleler için verdi. Kangal ve Ulaş istikametinden gelen araçlar ayrıca işaret edildi.
Sivas’ın Kızıl Karanfilleri
Ulaş, Kangal istikametinden gelen araçta bendeniz de bulunuyordum. Malatya, Adana, Diyarbakır ve Samsun Pir Sultan örgütleri yollara düşmüştük. İçanadolu yönünde geniş bir bozkır içinde, medeniyetin açtığı asfalt yollardan Sivas’ın kızıl karanfillerine ulaşmaya çalıştık. Kalkış için ilk hareket noktamız, Akçadağ, Malatya merkez oldu. Araç komutanları Yazıhan üzerinden Batı’ya çevirdi direksiyonu. Güney’de Maraş, Elbistan, Gürün levhaları, Kuzey’de Zara, Divriği ve Erzincan topraklarına dokunarak ilerledik. Yamaçlardaki kengerleri ve kısa boylu meşe ağaçlarını, yeni olgunlaşmış buğday ve arpa tarlalarını izleyerek doğaya karıştık. Belki çoğumuzu çocukluğumuza taşıdı gördüğümüz doğa manzaraları. Kendimi, kenger sakızı yaptığım günlere kadar gerilere götürmekten alıkoyamadım.
Hekimhan ve Hasançelebi’de çay çorba ikramı bizi bekliyordu. Dayanışma bilinci, tetikleyici ve “bulaşıcı” sonuçlar doğurabilirdi. Öyle de oldu. İlçenin belediye başkanını, konuklara “hoşgeldiniz” derken gözlemlemek, kitlede değişik duygular yaşatmış olmalı. Mola kısa sürdü. Yol yeniden göründü. Şoförler, ağızlarındaki sigaradan son nefesleri hızlı hızlı çektiler, dişlerinin arasında ileri geri çevirdiler sigarayı ve yeniden yolculuk başladı. Demin de dedim ya, uzun ve geniş araziler, kapitalizmin iştahını kabartan cinstendi. Arguvan ve Yazıhan civarında yeni kurulmuş olan Boztepe barajının işlevi de merak konusudur. Bunca düzlüklerde kuru ziraatın yerini belki de sulu ziraat alacaktır. Peşinden tarımda kapitalizm…
Hekimhan ve Divriği maden işletmeleri, kapitalizm adına ilk kıvılcımları çakmış gibiydi. Tren yolunun, madeni toprağı ve demir işletmelerini de not etmek gerekiyor. Bölgede ilk olarak madenci işçiler bu işletmelerde örgütlenmiş, sendikalar kurmuşlardı. Hekimhan deyince Kınık köyünden arkadaşım olan Hekimali’yi, ayrıca Onur, Hüseyin ve Hülya’yı da yad edelim. Birlikte olsaydık ne iyi olurdu. Dost ve arkadaş özlemiyle Sivas il sınırına çoktan girmiştik. Kangal, tarihi ilçelerden birisi. İlçenin çıkışında büyük bir kayde üzerine yapılmış görkemli bir Kangal köpek heykeli bizi bekliyordu. Böyle bir insan dostu hayvanın yaşadığı coğrafya nasıl olmuştu da insan yakan katillere de mesken olmuş, hayat vermişti? Bunu Kangal köpeğine de sormadan edemedim. Başını eğip kendi haline bakarken bazı sanatların tutsak ve tutucu olduğunu söyler gibiydi.
Hayati Hocanın Siyasi Hayatı
Hayat kelimesinin ruhlara dokunması üzerine, yurtdışından geçen hafta dönmüş, eski öğretmen Hayati hoca söze başladı. 2 Temmuz saldırısına maruz kaldığını söyleyince araçtakiler önce şaşırdı. Gençliğinden beri Avrupa’da yaşayan Hayati hoca, nerede, ne zaman, nasıl maruz kalmıştı? Hayati hoca nihayetinde 68 kuşağından birisi ve devrimci idi. Söylediğine bakılırsa katliamı takip eden yıllarda, Avrupa’nın en demokratik sayılan merkezinda (Danimarka) idi. Kıyıma uğrayan aydın, sanatçı ve Kızılbaşlar için tavır alması nedeniyle evi, Türkiyeli ırkçılık tarafından taşlanmıştı. Hoca detay da veriyordu konuşmasında.
O konuşurken kaptanımızın deyiş ve ağıtlar söyleyen cihazın sesini de biraz kısması, sanırım dikkatlerden kaçmamıştır. Deyişlerin sesi azaldıkça Hayati hocanın sesi bir kademe daha arttı. Hayati hocamız, saldıranların yaklaşık 200 aileden oluştuğunu, yalnızca kendisine de değil, onlarca duyarlı, demokrat kişiye yönelik de yapıldığını eklediğinde şaşkınlık daha da arttı. Madımak soykırımının derinliğini ve genişliğini gösteriyordu söylenenler. Merak iyice arttı. Hoca, bu saldıranların çocuklarına dersler verdiğini, Türkçe, Almanca, İngilizce öğrettiğini söylediğinde kitle kaygılı bakışlarını hocaya dikmişti.
Sivas Meselesi, Sınıf Sorunudur
Kösem Dede, yerinden kalktı. Boynunu uzatıp şoföre “neredeyiz?” diye sordu. Ulaş’a girmek üzere olduğumuz yol işaretlerinden belli oluyordu. Dedemiz’de tecrübe konuştu: “Herkes kimliğini hazır etsin, biraz ötede polis kontrol noktası var. Eyleme geç kalmayalım, anma ihmale gelmez. Kimlikleri çabuk ibraz edip geçelim.” dedi. Eklemeyi de unutmadı: “Kimse polise karşı Donkişot olmasın, Alevilerin gücü belli, öncekinin hesabını sormadan bir kez daha yanmayalım.” Eşi Suna hanım da lafa karıştı hemen. “Korkunun ecele faydası yok, Yezit’e boyun eğen namerttir.”
Seyit Ali durur mu? Gençliğindeki devrimcilik yaptığı yılları anımsadı sanırım. “Kavga, Donkişot veya Yezit meselesi değil, Sivas meselesi bir sınıf meselesidir. Hedefte Aleviler, aydınlar, işçi sınıfı ve sosyalistler vardı. Katil, İslami gericilik değil devletin ta kendisidir. Gericilerin kullanılması, saldırının özünü değiştirmez. Tarihte, devletler, profesyonel ordu ve polis güçleri olmadan hiçbir halk diğerini katletmiş değildir.” Herkes alkışlar gibi Hasan Ali’ye bakmıştı ki ileride jandarma / polis barikatları göründü. Değişik bir korku hali içinde kimlikler toplandı. Yüzlerce asker, polis, resmi, sivil ve ne olduğu pek anlaşılmayan eli, beli silahlı adam (bazıları kadın) yolu kesmişlerdi. Görev icra ediyorlar, görünürde de olsa hallerinden memnunlar.
Hallaç ve Pir Sultan Olmak
Uzun sürmedi sorgu sual. Gerekli korkuyu vermişlerdi anlaşılan. Kimlik kontrolü bitmişti. Suna hanıma göre burada olup biten kimlik meselesi değil “Yürüyüş ve miting sırasında akıllı uslu olun” mesajıydı. Mesajı alan araçlar hızla Sivas kent merkezine girdi. Sağ tarafta Sivas Cumhuriyet Üniversitesi vardı, kavşakta bir levha da Ankara istikametini işaret ediyordu. Sanırım Kayseri, Tokat ve Yozgat yolu da levhalarda vardı. Diğer iller neyse de Sivas katliamı “Ankara ideolojisi”inden izole edilerek ele alınamaz. Resmi ideolojiyi bir yana bırakalım şimdilik. Kavşak tereddütler içinde geçildi. Toplantı yerine yakın bir alanda araçlardan inildi. Yürüyüş kolunu bulmak zor olmadı. Slogan seslerine doğru pankartlar eşliğinde yürüdük. Kösem Dede ve sevgili Hüseyin pankarta rehberlik ettiler. Bir anda binlerce insanın içinde, sloganların, pankartların arasında, hakikatin içinde “sır” olduk, hakka karışıp kırklarla bir olduk. Birlik, yeni katılanlarla daha da çoğaldı, nitelikli bir hal aldı. Kitle Hallaç olup, Pir Sultan olup Sivas’ın cadde ve sokaklarında, 2-3 saat boyunca sel gibi aktı.
Madımak’ta Şehit Düşenler
Yürüyüş kolunun en önünde, Anma’yı koordine eden otobüsteki heyet yer alıyordu. Kadın sunucuların yönlendirme yaptığı otobüste, anladığım kadarıyla Kızılbaş kurum temsilcileri bulunmaktaydı. Alevi basını da burada idi. Komuoyunun tanıdığı çok sayıda Alevi medyasını burada görmek mümkün oldu. Otobüsün arkasında Madımak’ta şehit olan kişilerin yakınları yer aldı. Ellerinde şehitlerin fotoğraflarını taşıyarak toplantı noktasına dek yürüdükleri görüldü. Peşlerinden en kitlesel olarak halk kesimleri yürüdü denilebilir. Alevi örgütleri, devrimci çevreler, siyasi partiler, gençlik hareketleri, kadınlar, kitle örgütleri… Çok sayıda dost ve arkadaşın adını zikretsem iyi olur ama söz uzar. Yine de Hasan Gülüm, Özkan Tacar ve Ali Çiftçi’yi anmış olayım. Tülay Hatimoğulları’nı da unutmayalım.
Kitlenin ortak ve bağımsız olmak üzere değişik sloganları, talepleri, bayrak, pankart ve önerileri vardı. Tertip komitesinden bazı kişi ve çevrelerin lüzumsuz uyarı ve önerileri de eksik olmuyordu. Kitleye hitaben, “kaldırımdan değil, şuradan yürüyün” yollu öneriler oldu. Öneri olur elbette ama bunda ısrar ve zorlama vardı. Tabii kitlenin de her zaman olduğu gibi bildiğini okuduğu görüldü. Dolayısıyla bu kısmı uzatmayalım. Çünkü on yıllardır, anmaya ilişkin bir “gelenek” oluşmuş durumda. Her yıl benzer biçimde gerçekleşiyor. Bu rutin durum değişmeli mi sorusunu da buradan sormuş olalım.
Sloganlara da kısaca değinmek gerekiyor. “Faşizme karşı omuz omuza” sözleri çokça duyuluyordu. “Sivas’ı unutma, unutturma” sözleri de sık duyuldu. Kortejin çeşitli kısımlarından farklı sesler eksik olmadı. “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Devletin Alevisi olmayacağız”, “Şeriata, karanlığa, faşizme geçit yok” sloganları da atıldı. Eşitlik talebi dikkat çekiciydi. “Eşit yurttaşlık hakkımız engellenemez”, “Halkız, haklıyız, kazanacağız”, “Katil devlet hesap verecek” sözleri de ilgi gördü.
Alevi Katliamı Suriye’de Sürüyor
Madımak önünde toplanan kitleden bir grup semah dönerken otobüs üstünden de konuşmalar yapıldı. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Cuma Erçe de konuştu. Basına da yansıyan konuşmasından birkaç cümle şöyleydi: “Suriye’de aylardır Alevi katliamı yaşanıyor. Filistinli yurttaşlar siyonist İsrail tarafından eziliyor. Emperyalistler İran’a bomba yağdırıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, faşizme, emperyalizme, kapitalizme karşı direnenleri selamlıyoruz.” Başkanın kitleyi de devrimci duygular içinde selamladığını ekleyelim. Mitingin bitiriliş biçimi de bana yıllardır sorunlu görünmüştür.
Normalde tertip komitesi, belli bir disiplin içinde eylemi bitirdiğini duyurması gerekir ve kitle de alandan ayrılmaya başlar. Oysa böyle olmuyor. Henüz konuşmalar sürerken onbinlerce insandan geriye binler, hatta bazen yüzler kalıyor. Bu defa da öyle oldu. Üstelik erken ayrılan gruplar için de bizim grup da (ben de) vardı. Alandan ayrılırken Kamil komiser ve beraberindekilerin keyfine ise diyecek yoktu. Komiser ve yanındakiler bir yandan dağılan kitleyi izliyor, bir yandan da gönderilen paket yemeklere yumulmuşlardı. İçlerinden pekçoğu gibi komiser Kamil de bize bakarak içinden şöyle diyordu sanki: “Sizler olduğunuz sürece biz, bilinçsiz kitleler ve gericiler nezdinde daha yüzyıllarca meslek sahibi, rütbeli, yüksek maaşlı, prestijli, kimlikli, kişilikli insanlar olarak algılanıp şen – şakrak yaşamaya devam ederiz.”
Şehitlere Saygı ve Rıza Sofrası
Markete hızla giren Kösem Dede, 4 büyük karpuz, 5 kilo domates, bir kaç kutu keçi peyniri, salatalık, acı biber, 15 ekmek, birkaç koli Munzur marka su alınması talimatını verdi. Miting grubu birkaç kümeye ayrılmıştık. Dönüş için bizimle hareket edenlerin sayısı 40 civarıydı. Dönüş yolunda birlikte yenilip içilecekti. Kır ile iç içe geçmiş bir köy kahvesinde mola verildi. Dede, yol erzaklarını indirirken, masalara düzerken görülüyordu. Kadınlar da boş durmuyor, lafa söze karışıyor, öneride bulunuyor, kahveye canlı bir hareket katıyorlardı. Bu hareketlilik içinde Rıza sofrasının kurulduğu ilan edildi.
Sivas’ın kızıl karanfilleri için bir kez daha saygı duruşu yapıldıktan sonra sofralara geçildi. Kösem Dede, Rıza sofrasını, sanatla, sabırla ve şiirle zenginleştirdi. Seyit Ali, “devrim andı”ndan söz etse de kitle rağbet etmedi. Biyolojik açlık, sosyal ve politik açlığın önüne geçmişti sanki. Bitişikteki dağ havası, yandaki şelale sesi ve köy çeşmesinin görüntüsü eşliğinde yenildi içildi. Kimse ses etmese de, sanırım karnını tam olarak doyuran da olmamıştı. Şoförler ayaklandı önce. Hızla araçlara binildi. İlk durak yeri benimdi. Bu yüzden ilk inen de ben oldum. Otoban üzerinde araçtan inip köy yoluna doğru yürümeye başladığımda, Karakaya Barajı da Dersim ve Karadeniz yönünden getirdiği esintiyi, sırt çantamın üzerinden aşırıyor ve boynuma yumuşak, duygu yüklü, tatlı bir dokunuş yaparak üflüyordu.