Osmanlı’da
FELSEFE, BİLİM VE KADIN
Toplumların genel yapısı iki parça şeklinde görülür: Altyapı ve üstyapı. Altyapıda üretim güçleri, ekonomik ve sosyal ilişkiler vardır. Üstyapıda ise bunların bir neticesi olarak kültürel değerler yer alır. Yani bilim, sanat, hukuk, politika, felsefe, din, ahlak vs. Hiç bir antik, modern, sınıflı toplum bundan azade değildir. Sınıflı bir toplum olan Osmanlı’da öncelleri (Bizans, Selçuklu, Abbasi) gibi diğerleri yanında bilim ve felsefenin de üretildiği bir toplum olmuştur.
Bir toplumda bilim ve felsefenin olmadığını savunmak, o toplumda sınıfların olmadığını savunmak anlamına gelir. Kuşkusuz ki Osmanlı, sınıfların, sömürünün, mülkiyetin olduğu bir toplumdu. Dolayısıyla Osmanlı söz konusu olduğunda Şeyh Bedreddin, Ali Kuşçu, Katip Çelebi gibi aydınlardan söz ettiğimiz gibi Yahya Kemal, Beşir Fuad, Tevfik Fikret gibi aydınlardan da söz etmek gerekiyor. Elbette feodal ve kapitalizm koşullarındaki aydınların büyük ekseriyetle sistemin aydınları olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla sistemin doğru anlaşılması gerekmektedir. Biz de bu hafta, 19. yüzyıldan hareketle Osmanlı’da aydınlanma düşüncesini, bilimi ve felsefeyi anlamak üzere Komün TV ekranlarında olacağız. Osmanlı’nın kültürel iklimini merak edenleri bekleriz.
Kuruluş Yıllarında Bilim ve Felsefe
Davudi Kayseri’yı kuruluş yıllarının bilimcisi olarak anmak gerekiyor. Orhan bey, bilime ve bilim adamına önem veriyordu. Yalnızca silah, şiddet ve zulümle bir devlet kuramayacağını, kursa bile sürdüremeyeceğini de biliyordu. Davudi Kayseri, Medreseler kurarak eğitim alanında önemli işlere imza atıyor. Molla Fenari de 1300’ün ikinci yarısında Osmanlı’nın ilk Şeyhülislamı olarak dini çalışmalar yanında bilimsel çalışmalar da yapıyor. Kişilerin dindar olması, bilimsel faaliyetlerini pek de etkilemiyor. Aristoteles Tanrı’ya inanıyor, Kepler meleklerin varlığına inanıyordu. Kopernik’i kilise destekliyordu. Pascal ve Newton da inançlı kişilerdi. Bu bilim ve düşün insanları aynı zamanda egemen, sömürücü sınıfların temsilcisi ve sözcüsü olarak işlev görmüşlerdir. Bu durum çağımızda da değişmiş değildir.
Osmanlı’da bilimsel çalışmalar kuruluş yıllarında başlar (1299 – 1302).1400’lerin ikinci yarısında ise Ali Kuşçu, Şerefettin Sabuncuoğlu, Akşemsettin var. Fatih bilime ve bilim adamlarına önem veren bir filozof kralı andırıyor. Yani 15. yüzyılın üç büyük bilim adamı var karşımızda: Ali kuşçu, Akşemsettin, Şerafettin Sabuncuoğlu. Savaş silahları, toplar, kılıçlar yapmak için bilime gereksinim duyuluyor. Rasathane denilen gözlemevleri kurmak zorunlu oluyor.
Osmanlı ve Coğrafi Keşifler
Osmanlı, coğrafi keşiflere de duyarsız değildi. Piri Reis, haritalar çiziyor, keşiflere katılıyordu. Ama Batılılar gibi “başarılı” olamıyor. Osmanlı coğrafi keşiflerle dünyanın geri kalanını yağmalama düşüncesinde olmuştur. Ama Piri Reis gibi coğrafyacılar (1513) başarılı haritalar yapamadılar. Kristohp Colomb’un haritası daha başarılıdır. Şüphesiz ki çok övülen kaşifler, dünyanın yağmalanmasında pay sahibi oldular. Piri Reis de diğerleri gibi bir yağmacı idi. Hizmet ettiği Osmanlı egemen sınıfları tarafından öldürüldü.

Nasıl ki Fatih zamanında Ali Kuşçu varsa, 16. yüzyılda, Yavuz ve Kanuni zamanında da Kemalpaşazade vardı. Bilim ve düşünce çalışmaları yapan bir Şeyhülislam olarak biliniyor. Daha önemlisi Taşköprülüzade Ahmet efendidir. Bilim tarihi, bilim sınıflaması ve sözlükler, ansiklopediler yazmıştır. Bilginlerin tarihini yazan da odur. Yazdıklarının başlıkları dikkat çekicidir: Bilimin tarihi, bilginin tarihi, bilimlerin sınıflandırılması.
16. Yüzyıl ve Rasathane
Kınalızade Ali Efendi de 16. yüzyılda yaşamış önemli bir Osmanlı filozofudur. Hekimdir. Ahlak ve hukuk konusunda düşünmüştür. O da bilimler sınıflaması yapmış, madde ve düşünce diyalektiğini bulmuştur. Ahmet Davutoğlu, Kınalızade’den etkilendiğini söyler. Kınalızade ailesi, sonraki çağlarda da entelektüeller yetiştirmeye devam etmiştir.
16. yüzyıl deyince Hezarfen Takiyüddin için özel bir açıklama yapmak gerekiyor. 1575’te Galata’da bir gözlemevi kuruyor. Gök gözlemi yaparken Kepler’in saptadığı bazı verilere ulaşıyor. Gözlem için saat ve teleskop gibi aletler icat ettiği söylemektedir. İstanbul’u mesken tutması düşündürücü. Çünkü İstanbul, fetihten beri (işgal) kültür ve bilim başkenti durumunda. Bir bilim ve düşün geleneği de oluşmuş. Ne var ki, 3. Murat’ın teşvikiyle kurulan gözlemevleri, yine onun fermanıyla 1580’de yıkılıyor. Bunda Kadızade gericiliğinin etkisi olduğu düşünülür.
Katip Çelebi ve Descartes
Katip Çelebi, Descartes döneminde yaşamış önemli bir Osmanlı düşünürüdür. Ansiklopediler yazmanın yanısıra, Osmanlı tarihini de yazmıştır. 17. yüzyılın büyük düşünürü olarak biliniyor. Devlet adamı olmakla birlikte, savaşlara katılmıştır. Envanterleri yazdığı için kendisine katip denilmiştir. Fransa’da Aydınlanma yaşanırken Osmanlı’da da 17. yüzyılda Katip Çelebi gibi düşünürler çıkar. 15.000 maddeden oluşan bir sözlük yazmıştır.
18. yüzyıl deyince akla Yanyalı Esat Efendi gelir. Yanyalı Mehmet Esat Efendi de (1670-1736) dönemin önemli bir filozofudur. Aristoteles’in Fizik ve Metafizik gibi eserlerini çevirmiştir. Yani Farabi, İbni Sina gibi Süryanice’den değil, aslından yani Grekçeden çevirmekle özgündür. Öğrenciler yetiştirmiş, sanat, edebiyat ve şiir çalışmaları yaparak, değişik türde eserler vermiştir. Lale devrinde daha da ünlenen düşünür, “muailimi salis”, yani üçüncü öğretmen olarak tanınmıştır. Mehmet Esat Efendi, Yunanistan’ın Yanya şehrinde doğduğu için kendisine kısaca Yanyalı Esat Efendi de denilmiştir. 3. Ahmet, Damat İbrahim Paşa ve dönemin yöneticileri de düşünce çalışmalarını desteklemiştir.
Osmanlı’da 19. yüzyıl, yıkıma doğru gidişin çağı oldu. Ahmet Cevdet Paşa, Osman Hamdi bey gibi düşünür, sanatçı ve siyaset adamları çıktı. Ahmet Cevdet, hukukçu, tarihçi, siyasetçi ve şairdi. Mecelle’yi yazdı. Kadın yazar Fatma Aliye’nin babasıdır. Fatma Aliye ilk Türk kadın romancı olarak edebiyat tarihine geçmiştir.
Yüzyıllarla Bilim ve Felsefe İnsanları
13. yüzyıl Selçuklu’dan Osmanlı’ya geçiştir. Sadrettin Konevi ve Nasrettin Tusi’yi biliyoruz. Bunları İbni Rüşd geleneğini sürdüren düşünürler olarak ele almak gerekiyor.
14. yüzyıl deyince Molla Fenari ve Davidi Kayseri akla gelir.
15. yüzyıl Osmanlı bilim, düşün tarihinde Ali Kuşçu, Şerafettin Sabuncuoğlu ve Akşemsettin var. Bunlar Fatih’in himayesindedir. Aynı Fatih, muhalif birçok bilim ve düşün adamını katletmekle de ünlüdür!
16. yüzyılda Kemalpaşazade, Taşköprülüzade ve Kınalızade’yi görüyoruz. Ayrıca Takiyüddin için de bir sayfa açmak gerekiyor.
17. yüzyılda Katip Çelebi, Descartes’in çağdaşı olan bir düşünür, filozoftur. Taner Timur’un Çelebi ile ilgili yazdıkları dikkat çekicidir. “Felsefe, Toplum Bilimleri ve Felsefe” adlı eserinde şunları söylüyor: “17. yüzyılda Descartes’ın yaşadığı Fransa’daki üniversiteler ile Katip Çelebi’nin yaşadığı Osmanlı’daki medreselerin niteliği pek de farklı değildi. Katip Çelebi de Osmanlı koşullarında ortaya çıkmış büyük bir düşünürdü.”
18. yüzyıl ise Aydınlanma çağına karşılık gelir. Yanyalı Mehmet Efendi’nin mutlaka anılması gerekiyor. 28 Çelebi Mehmet’in çalışmaları da bu dönemde oluyor. Sefaretname yazılıyor. 18. yüzyıl aynı zamanda Osmanlı’da Lale devridir. İbrahim Müteferrika da matbayı aydınlanma yüzyılında kurmuştur.
19. yüzyılda, bilim ve düşün alanında Ahmet Cevdet efendi’yi görüyoruz. 10 ciltlik tarih kitabı yazdı. Osman Hamdi bey, maarif nazırı Emrullah efendiyi de unutmayalım.
OSMANLI’DA KADININ KONUMU
Osmanlı aydınlanması deyince kadın konusu merkezi bir sorun olarak önem kazanır. Ataerkil sistemler kadını yok saymış olsa da, tarih kitapları onun tarihini yazmasa da biliyoruz ki, kadınlar vardır. Doğuran varlık olarak, insanlığın kaynağı olarak vardır. Var olan her canlı, hayvan, insan ve erkek gibi kadın da, yaşam içinde bir aktivite göstermiş, hayatta kalma mücadelesi içinde olmuş, sosyal ve siyasal süreçlere katılmıştır. Bu durum ve irade, bir süreç, kültürel bir özellik olmadan önce doğal bir olgudur. Canlı cansız her varlık, varoluşunu ölüme ve yokluğa karşı doğal olarak savunur / sürdürür.
Kırda ve Kentte Kadın Olmak
Kadın kırsal yaşamda tarımsal üretime katılarak kendini göstermiştir. Bunlar kadınlar için çıkartılan yasaklama fetvalarından fazla etkilenmemiştir. Kent kadınları, baskılara daha fazla maruz kalmıştır. Üretime katılması, çarşıya pazara çıkması engellenmiştir. Ev içi kölesi durumuna düşmüştür. Osmanlı’da kent kadını daha çok baskı altında olmuştur denilebilir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda, Osmanlı padişahlarının eşleri, kız çocukları, şehzadelerin anneleri, sarayın temel bileşeni olarak, yönetme erkine çeşitli boyutlarda katılan / karışan kadın sayısı az değildir. Benzer durum, elbette ki Osmanlı toplumunun geneli için de, halk arasında da geçerlidir.
“Kadınlar saltanatı” terimi önemlidir. Demek ki padişah eşleri ve kızları yanında yüksek bürokrasiye mensup kişilerin kadınları da kısmen kendilerini göstermiştir. Bunların yönetime de etki ettiklerini düşünmek yanlış olmaz. Hamın sultan, valide sultan, kösem sultan gibi terimlerin varlığı da ayrıcalıklı kadınların olduğunu işaret etmektedir.
Eğitim Dünyasında Kadınlar
Padişah eşleri nispeten şanslı sayılır. 1856 islahat fermanı, öncesi ve sonrası kadınlar anayasal metinlere giriyor. Miras hakkı, eğitim hakkı geliyor. 1869’da kız okulları kuruluyor. Kadın müdürler atanabiliyor ama yine de kadın eşit cins olarak görmüyor. Buna rağmen Osmanlı yanlısı aydınlar, dünya tarihinde kadına ilk defa eğitim hakkı verdikleri yalanını söylemektedir. Benzer yalanı, sonraki yıllarda Türk resmi ideolojisi de “kadına seçme – seçilmeyi biz verdik” diyerek tekrar etmiştir. 1908’deki reform ve kadın mücadelesi, ataerkil sistemde çeşitli gedikler açıyor. Kadın örgütleri ve dernekleri kuruluyor. Kadınlar dergi çıkarıyor ve ayrıca kendi önderleri de tarih sahnesinde boy gösteriyor.
Sınıf Mücadelesinde Kadınlar
1920’lerde cumhuriyet rejimi, dini, toplumu tahakkumu altına aldığı gibi kadın hareketini de kuşatıp kendine biat ettiriyor. Kadın hareketi, Türkiye’de yeniden 1970-80’li yıllarda sınıf mücadelesine paralel olarak gelişiyor, dinci ve Kemalist rejimden özgürleşme imkanını ise kısmen de olsa ancak 1990’lı yıllarda feminist mücadele yoluyla ve büyük oranda da devrimci mücadele sayesinde buluyor.
Osmanlı’da kadınlar üzerine çıkartılmış çok sayıda fetva var. Bunlar, kadının dinamik bir görünüm sunduğunu kanıtlıyor. Onu baskılamak için yasaklar konuluyor. Avrupa’da da, kadının tarihi baskılarla doludur. Kadınlar “bekaret kemerlerini” kırıp attıkları gibi fetvaları da yırtmışlardır. Antik ve modern burjuva sistemlerin kadına bakışı, olumsuzdur. Osmanlı fetva çıkarırken fuhuşu bahane ediyordu. Oysa fuhuşun nedeni, sistemin kendisidir. Yani kadını yoksulluğa iten koşullardır.
Cumhuriyet, Kadın ve Sosyalizm
Kadınların, Osmanlı – Türkiye tarihinde sınıf mücadelesine katıldığı da not edilmesi gereken başka bir husustur. Bedreddin Devrimi sırasında, Celali ayaklanmalarında, Dersim kıyımında, 68 hareketinde kadınların katkısı son derece önemli olmuştur. Osmanlı yıllarından miras kalan şu dörtlük kadının ruh dünyasını pek güzel betimliyor:
Ben varmam inekliye
Yoğurdu sinekliye
Mevlam nasib eylesin
Omuzu tüfekliye
İmparatorluk sistemleri kadın düşmanı olduğu gibi modern ulus devlet ve cumhuriyet sistemleri de kadın düşmanıdır. Modern uygar devletler için düzen, kural, kayıt ve vergi önemlidir. Ulus devletler çözümü resmi genelevler açmakta bulmuştur. Türkiye’de de Hollanda’da, Avrupa’da da durum değişmiş değildir. Olası bir kadın aydınlanması sosyalizm ve komünist bir dünyada mümkün olabilir.