Yumurtayı ve yoğurdu mecbur kalmadıkça dışarıda yemeyi tercih etmiyorum. Genellikle köy üretimine ulaşarak tüketme yollarını seçiyorum. Kahvaltı yapmaya önem verenlerden birisiyim. Kahvaltı, benim için yıl 12 ay, her gün özenle yaptığım aktiviteler arasında. Bal, pekmez, tahin, tereyağı ve kaymak konusunda da bir beslenme konforum olduğunu itiraf edeyim. Sert peynir ve siyah / yeşil zeytin de bilhassa kahvaltıda tükettiğim ürünlerdendir. Her mevsim domates (soyulmuş), salatalık, roka ve maydanozdan oluşan sebze kokteyline nar ekşisi, az sirke ve limon sıkmayı da ihmal etmeyerek kahvaltımı yaparım.
Salam, sosis ve sucuk türünden ürünler için damak tadım yeterince gelişmiş ve evrimleşmiş değil! İyi ki de değil. Zira bu tür yiyecekler epeyce pahalıdır. Bu yüzden de bir çok insan için bilcümle emekçi sınıflar için ulaşılması zor ürünlerdir. Gerçi günümüzde ve ülkede son yılları dikkate alırsak konforlu beslenmeyi bırakalım bir kenera, en mütevazi masalar kurmak, sofralar hazırlamak dahi zordur. Yine de en kötü koşullarda bile insan (insan toplulukları), çeşitli alanlarda, istisna da olsa konfor imkanı yaratabiliyor / bulabiliyor. Bu da genel olarak insanlığın özel olarak da emekçi sınıfların bir yeteneğini, yaratıcılığını kanıtlayan bir özelliktir.
Burjuvaziyi ve tüm sömürücü sınıfları kahreden de emekçilerin sahip olduğu bu yaratma yeteneğidir. Sınırlı imkanlarla, sınırı yüksek maddi olanaklar ve moral değerler üretebiliyor. Maddi imkanlar ve sosyal psikolojik değerlerin yaratıcısı olan bu emekçi sınıflar ve onlarla ittifak içinde olan ezilenler, benzer bir yasa gereği yeni yaşam biçimleri de yaratabilir. Spartaküslerden, Bedreddinlerden, komünarlardan beri insanlık tarihinde pek çok model inşa edilmiştir.
Bu girizgahı, sözü haftasonu katıldığım bir kahvaltı toplantısına getirmek için yaptım. 17 Kasım 2024 tarihinde, pazar günü kendimizi yüzlerce kişiyle birlikte Maltepe sosyal tesisleri denilen bir mekanda bulduk. İlçenin burçlarına yapılmış bu mekan, ilk bakışta insanda güzel duygular bırakabilir. Mekan, insan merkezli, halk merkezli bir bakışın imarı ve mimarlığı olarak da algılanabilir. Oysa kapitalizmin sınırlarını kent dışına taşımaktan başka bir nedeni olduğunu sanmıyorum. Neyse, salona girince bunları düşünecek değilim. Birbirini kucaklayan insanlar, gülen yüzler, özgürlüğüne kavuşmuş bireyler, eşiyle, çocuğuyla salona yönelenler, masa bakanlar, masa için “uygun” arkadaş veya arkadaşlar seçenler, uzaktan uzağa el sallayıp selam verenler…
İnsan İnsana Kavuşursa
Sıklıkla söylüyorum bu türden buluşmalar benim için tek nedenli değildir. Yeme içme meselesi de değildir. İnsanların davranış tarzı, duyguları, düşünce biçimleri, arkadaşlık tarzları, destek – dayanışma kültürleri ilgimi çeker. Ortamı gözlemlemek, insanlardan öğrenmek, gerektiğinde olanlara itiraz etmek, tartışmak önceliğim olur. Çünkü küçük topluluklar ya da mikro mekanlar, büyük toplulukların veya makro dünyanın prototipidir. Hatta deneme yazarı Montaigne’e bakılırsa her insanın mikro bir evren olduğu da ileri sürülebilir.
Dağ dağa kavuşmaz ama bu mikro evrenlerde insan, insana çabucak kavuşur. Hasan Erkul ile karşılaşmayı, bu çerçevede anmak isterim. Şiiri, sanatı, teoriyi takip eden birisi. Ayaküstü sohbette, konu emek değer teorisine geldi. Belli ki farklı görüşlere de sahibiz. Felsefe Üzerine Genel Tezler adlı yeni kitabımı okumuş. Eleştirdiği noktalar var. Ayaküstü Marx ve Marksizm dedik. Araya mizah girince, tartışma Marx aşılır mı aşılmaz mı konusuna evrildi. Erkul, Marksizmin tek ve “mutlak doğru” bir yorumunun olmadığını aklıma getirdi. Marksizmin “mutlak geçerli” bir kalıbı olsaydı, onlarca farklı Marksizm yorumu olmazdı diye düşündüm. Türkiye’de çok sayıda siyasi örgüt ve parti de kurulmazdı. Marksizm, günümüz koşullarında doğruluğu en genel geçer olan bir teoridir. Sartre’ın dediği gibi kapitalizm var olduğu sürece de genel geçer olmayı sürdürür ve aşılmaz. Marksizmin, hangi yorumunun “mutlak doğru” olduğu konusuna gelirsek bu tartışmalar hep devam etmiştir, bundan sonra da devam eder!
Canlı İnsan İlişkileri
Yazıyı biraz daha anlaşılır hale getirmek için başa dönüp biraz bilgi aktarsam iyi olacak. Yaşam Ağacı Derneği’nin (YAD) düzenlediği bir kahvaltı etkinliği oldu. Tarihi, yukarıda belirtilmişti. Etkinlik, giderek gelenek haline gelmiş durumda. Birkaç yıldır ben de angaje oluyorum bu toplantılara. Güzel de oluyor. İletişimin, ısrarla dijital ortama transfer olduğu günümüz koşullarında canlı, dinamik insan ilişkileri son derece değerlidir. Bu canlı insan ilişkilerine eğilim, burjuva iletişim araçları ile bastırılıyor olsa da bunun, toplumlar için hiç değilse belli bir kesiminde hayati bir talep olduğunu gözlemlemek zor değildir.
Nitekim etkinlik açılışında, Nazif Töre tarafından “hoşgeldiniz” ve “afiyet olsun” mealinde yapılan konuşmada verilen örnek de bunu kanıtlıyor. Örnekte, yoldaşlarıyla buluşmak için bir gün önceden yola çıkan kişinin mesajı var. Mesajı burada da paylaşmak isterim: “Günaydın / rojbaş yoldaşlar. Hepinizi özledim. Kahvaltıda sizlerle buluşmak için Maraş – Elbistan’tan yola çıktım. Görüşmek üzere.” Konuşmacının şu “mütevazi” sözleri nakletmesi de kanımca değerli oldu:
“… 20 yıllık süreçte gün oldu güne güncele dair söz söyledik. Mazlumun yanında zalimin karşısında durduk. Üye ve dostlarıyla kültürel ve sanatsal bir dizi faaliyetin içinde olduk. Toplumsal mücadelede başat bir rol üstlenmesek de imkanları ölçeğinde katkı vermeye çalıştık. Devam da edeceğiz… “
Duygulandıran Devrimci Dayanışma
Kahvaltı masalarına gelirsek, kısaca söylemek isterim ki menü zengindi. Başta, kendim için yazının girişinde betimlediğim menüye uygundu. Biz masada 7-8 kişiydik. Önümüzden birçok şey arttı. Kimseden ne girişte, ne de masalarda davetiye, bilet vs sorulmayışı da sanırım insanları duygulandırmıştır. Gerçi hizmete, katkısı olmak üzere 300 tl’lik davetiyeler edinmiştik önceden. Arkadaşın birinin “yedik içtik ama doymadık!” dediğini duyunca bütün dikkatimi bu cümledeki anlam aldı. Çünkü yemeye içmeye doyulmuştu aslında ama dostlara, arkadaşlara doymak mümkün olmuyordu.
Ortamda entelektüel bir disiplin yoktu. Disiplin yoktu ama disiplin kültüründen gelen insanlar vardı. Hikmet Şenses, İbrahim Ekinci, İsmail Göksu, Bekir Zengin ve aynı kültürden daha birçok değerli arkadaş vardı. Zengin’i sağlıklı görmem iyi oldu. İnsan sağlığı, mücadele yılları ve gündelik gelişmelere değinen kısa bir fikir teatisi yaptık. Ali Reçber’in tebessümlü yüzü ve eksik olmayan esprisini de unutmak olmaz. Bu arkadaşların özgünlüğüne rağmen benim favori arkadaşlarım, salonun nispeten gençleri olan Ali Şimşek ve Volkan oldu. Salona girince beni karşılayan da onlardan başkası değildi. Karşılayan değil de ilk onlarla karşılaştım demem daha doğru olur. Nereye, hangi masaya oturalım diye birlikte düşünürken salonun orta ve ortanın da cam kenarına yakın bir masasına karar verildi.
Şiir, Tiyatro, Sanat ve Felsefe
Masaya, semtten arkadaşlarım Jale ve Erdal ile birlikte oturduk. Biraz sosyal konular, öğrenciler, gençlik ve tiyatro üzerine bilgi alışverişi oldu ki tam bunun üzerine yeni arkadaşlar aramıza katıldı. Önceden planladığımız gibi tiyatrocu arkadaşlar Asuman ile Sevtap geldiler. Masa daha da hareketli ve canlı hale geldi. Ali ile Volkan, masamıza geliş gidişini sürdürdü. Çok sayıda arkadaşla fotoğraflar çektirdik. Tiyatro konuşması, felsefeye, politik ve etik meselelere dek genişledi.
Katıldığım etkinlik, toplantı, eylem, miting, sunum gibi aktiviteler benim açımdan bittikten sonra da devam eder. Üzerine düşünür, tartışır yazar çizerim. Resmi kurumlarda Atatürk köşesi mutlaka olur. Bu salonda da olduğu gibi. Salonlarda, ilgili köşeyi arkama veya yanıma almamaya özen gösterdiğim olmuştur. Alırsam, fiziksel ve politik olarak karşıma alırım! Türkiye ve Kürdistan’ın sınıf bilinçli proletaryası da sanırım aynı kanaattedir. Bu köşelere günün birinde emekçilere ve dünya halklarına önderlik etmiş kişilerin fotoğraf ve resimlerinin konulacağının hayalini kurmayan az değildir.
Devrimcilerin hayali bir yana içimden kendi kendime dedim ki, keşke şu anda Avrupa’nın “demokratik” bir ülkesinde olaydım da, bu salondaki Atatürk’lü manzarayı görmeseydim. Onun olduğu salonda kahvaltı yapanları da, “solculuk” penceresinden bakarak, hem de filozofça bir güzel azarlasaydım. Azar’ın adını da eleştiri koysaydım, dedim. Dedim amma elbette gerçekler, hayali olandan başka şeyler söyletiyor bize. Fiziksel dünyada ve insan biyolojisinde olduğu gibi sosyal ve siyasal dünyada da sistem, güç dengeleri üzerinden yürür. Neyse, bu mevzuyu uzatıp can sıkmayalım.
Aranırsa Hata ve Eksikler de Bulunur
Siyaset, felsefe, estetikle birlikte Türkiye medyası da gündemlerden biri oldu. Bayram ve Hüseyin Kelleci ile hummalı bir medya analizine girdik. Hangi televizyon kimin? Filanca kanalı kim satın aldı? Hüseyin, bunlarla ilgili epeyce havadis verdi. Ortak tanıdığımız medya patronlarını da yad etmeyi unutmadık. Bu türden ikili üçlü konuşmalar az olmadı. Bir ara elinde fotoğraf makinesiyle Levent ve ayrıca Turan Parlak ve Celal Siy’le selamlaştık. Gözlerim Dinçer ve Selçuk’u aradı. Sordum arkadaşlara. Kent dışındaymışlar. Tanıdık çoktu, burada tümünü anma niyetinde değilim. Dayanışmaya temas ederek söyleyeceklerimi bitireyim.
Aranırsa her davranış ve süreçte hata ve eksikler bulunabilir. Sanırım saygı duruşu yapılmadı. Oysa yaşamlarını demokrasi, devrim ve komünizm mücadelesinde yitirenler, bir dakikalık bir duruşla da olsa anılsaydı iyi olurdu. Belki de böylesi bir saygının, dernek adına açılışta okunan metnin içine serpiştirildiği düşünülmüştür. Aranırsa başka eksikler de bulunabilir.
Sosyal İzolasyonun Aşılması
Derneğin (YAD) doğa ve ekoloji merkezli oluşu, bu çerçevede yürütülen çabalarla dayanışma içinde oluşu önemlidir. Okunan metinden de anlaşıldığı gibi kitlenin duyarlı sesi Hopa, Akbelen, Kazdağları, İkizdere ve İliç’te yankılanmıştır. Yankının Hatay – Samandağ’da da duyulduğu söylenebilir. Zira Hayat’da kadınların katkısıyla kurulan kooperatifin tarımsal ürünlerine sahip çıkılması dikkate değerdir. Ürünlerin, salonda tanıtılması, perakende satışı, doğal ürünlerin aracısız bir şekilde dernek üyelerine ulaştırılmasını da not etmek yararlı olur. Hozat derneğinin yöneticilerini gördüm salonda. O sırada dernek çevresinden ve semtten arkadaşlarım Mahmut (Berbati) ve Nihat da göründü. Bu türden buluşmaları, demokratik kurumlar arasındaki dayanışmanın gereği olarak görmek doğru olur.
Pozitif yandan bakarak şu söylenebilir ki pasifizmin, pesimizmin ve moralsizliğin yaygınlaştığı günümüz koşullarında bir arada olup insanlara dokunmak güzel ve değerlidir. Bu tür kitlesel buluşmaları, sosyal izolasyonun aşılması olarak okumak doğru olur. Dolayısıyla böylesi umut, dostluk ve sevinç yüklü süreçlere imkan veren, emek katan arkadaşlara, başta kurum yöneticileri Aydın Özdemir ve Rıza Yıldırım olmak üzere Fatmagül, Oğuz, Ali, dernek üyeleri ile tüm salon emekçilerine teşekkürler…