Önceki akşam bir grup Alevi aydını / entelektüeli ile bir araya geldik (Alevi Okulu Platformu). 16 Kasım (2024) cumartesi günü Alevilik ve felsefe ilişkisi üzerine saatler süren bir tartışma yürütüldü. Programda yaklaşık bir saatlik bir sunumum oldu. Genelde ilgi görmesine rağmen, haklı olarak eleştiriler de söz konusuydu. İş, felsefenin sefaletine dek ilerledi. Yanlış anladığım soru ve analizler de eksik olmadı. Felsefenin doğasına ilişkin söylediklerimin bir çok kişide farkındalık yarattığını da düşünmeden edemiyorum. Kuşkusuz ki dinamik bir ortamdı. Yanlış anladıklarım bile doğru açıklamalar yapmam için birer imkan özelliğinde oldu. Sunum ve tartışmalardan kısa bir kesiti burada da paylaşmak istiyorum.
Toplantıda felsefenin kavramlarla yapıldığını ileri sürmem, umarım konuya ilişkin, akıllı, düşünme, mantıklı düşünme, sorgulama gibi klişeleri aşan bir anlam vermiş olsun. Felsefeyi açıklarken alışıldık klişelerden kurtulmak için onu bilim, politika ve sanat ile karşılaştırma yolunu seçtim. Yaptığım sunum, felsefenin neliğinden hareket eden ve Alevi / Kızılbaş kültürü ile sentezlenen bir kanaldan yürüdü ki konu başlığının da bu bağlamda belirlenmiş olduğunu anımsatmak isterim.
Alevilik ve felsefe deyince iki noktanın altını çizmek zorunlu oldu. Birinci olarak, Alevi kültürüne filozofça bakmanın anlamını araştırmak. İkinci olarak da, Alevilikte immanent olan felsefenin ne olduğu ile yüzleşmek ve onu açığa çıkarmak. Birinci vurguya örnek olarak kendi sunumunu işaret etmem yanlış olmaz. Zaten tartışma da esasen bu çerçevede ilerledi.
Alevilikte içkin olan felsefenin de belli bir rağbet gördüğünü düşünüyorum. Bu noktada açığa çıkmış felsefeler için Alevi sanat ve edebiyatında içkin olan halk kaynağı işaret edildi. Yine Doğu filozoflarının sergilediği felsefe de Aleviliğin felsefesine örnek gösterildi. Dolayısıyla bu bahiste Hallaçı Mansur, İbni Arabi, Ravendi, Zekariya Razi ve Suhreverdi isimleri anıldı.
Alevilerin hukuk felsefesi, Alevilerin sanat felsefesi, Alevilerin insan felsefesi, Alevilerin bilim felsefesi, varlık felsefesi, dil felsefesi… Bütün bu alanlarda kitap yayını gerektiğinin altı çizildi. Bu noktada çelişkili görünen bir sunum yaptığım da fark edilmedi değil. Çünkü sunumda hem ilgili literatürün oluşmasını (kitap yayınını) önerirken bir yandan da sözlü kültürü savunmuş oldum. Bu çelişkiler, arkadaşlara anlamı gelmiş olmalı ki itiraz söz konusu olmadı.
Aleviliğin, – modern- kitaba uygun olmadığı, -ilkel- sözlü kültüre uygun olduğu ileri sürüldü. Modernizmin sınıflı topluma karşılık geldiği, “ilkelin” ise klan, kandaş toplumlarındaki eşitlikçi, özgür geleneğe tekabül ettiği tezi, sanırım dikkat çekmiştir. Zaten komünal geleneği, Kızılbaş kültürünün en temel ve evrensel kaynakları arasında göstermem, sunumun merkezi tezlerinden birisi idi. Dolayısıyla bu tez üzerinden bir çok soru ve eleştiri oldu. Sevindirici olan tezlerin anlaşılmış olmasıydı.
Sevindirici yana sorunlu yanlara da değinildi. Önümüzdeki cam erkan, lap top ve benzer teknolojiler de sözlü ve Kızılbaş ruhuna aykırı oldukları için eleştiriden paylarını aldı. Zira teknolojiden geçen hiç bir diyalog, Cemal cemale gerçekleşen diyaloğun yerini alamaz. Kitap ve yazı, çok kuvvetli düşünceleri geçirse bile duyguları geçirmede yetersiz kalır. Bu kuru, sığ ve kaba diyalog tarzının tutkuları, istekleri, insan psikolojisini de yok sayan türden olduğu iddia edildi. Oysa Kızılbaş / Alevi kültürünün “cam” dolayımıyla ilişkilere değil “can cana” tarzındaki ilişkilere uygun olduğuna işaret edildi. Bu noktada felsefe tarihine de bağlandık ve Kızılbaş kültürünü, kitap yazmayıp Atina sokaklarında halk ile birlikte Cemal cemale felsefe yapan Sokrates ile ilişkilendirdik. Felsefeyi Akademi’ye hapseden Platon ise Sokrates karşıtı olarak sunumdan hakkına düşeni almış oldu.
Topluluğun demokratik ortamda tartıştığı çok belliydi. “Yüz çiçek açsın” yaklaşımının uygulandığını fark etmek zor değildi. Kızılbaş kültürünün klan ve kandaş toplumlarından günümüze nasıl geldiğini açıklarken de sosyal mücadelelere dikkat çekmek zorunlu oldu. Çünkü Kızılbaşların tarihinin, sınıf mücadelesi tarihine paralel yürüdüğünü tespit etmek zor olmuyor.
Aleviliğin neliği noktasında farklı bir yoğunlaşma daha oldu. Sorular muhtelifti: Alevilik, idealiz mi, materyalizm mi? Alevilik din mi inanç mı? Alevilik din mi, bilim mi? Alevilik felsefe mi, kültür mü? Bana göre bu soruları sorduran mantık, bunlara verilecek yanıttan daha önemlidir! Sunumda da söylediğim gibi bunlar Aristoteles mantığıdır. Bu mantık kısmen ufkumuzu açabilir. Daha güçlü olan akıl yürütme yöntemi ise diyalektik mantıkta vardır.
Aristotelesçi mantık “ya ya da” biçiminde yanıtlar bekleyip üçüncü ihtimali yok sayarken diyalektik mantık pekçok özelliği bir arada göstermeye karşılık düşer. Dolayısıyla Aleviliğin diğer dinler türünden bir inanç olduğunu düşünemeyiz. İnançsal ve dinsel boyutları olsa bile kültürel, felsefi bir yönünün olduğu da açıktır.
Keza Aleviliğin tipik bir din olmadığı, semavi dinlerdeki gibi öteki dünya, Tanrı, Peygamber ve Kutsal kitap türünden unsurlar barındırmadığı da bir başka realitedir. Bu yüzden Alevilik “illa şu şekildedir” şeklinde bir tanım verip onu, katı kurallarla ele almak yanlış olur. Aleviliği, diğer dinlelerin pozisyonuna göre değerlendirmek anlamına gelir ki bu durum bana manasız görünmektedir. Bu bağlamda Alevilik için Hıristiyanlık ve Yahudilik ne ise İslam da odur denilebilir.
Alevilik, eğer temel ve evrensel kaynaklarını komünal toplumlardan alıyorsa diğer dinlerden etkilenen değil (tali olabilir) tersine onları etkileyen özellikte olmalıdır. Bu yüzden onu ehli beyt ile açıklamak çok naif bir görüş olarak anlam bulmuştur. Platformun genel kanaati şu ki Alevilik kendine özgü bir inanç sistemine tekabül ediyor.
Genelde olduğu gibi platformda da dinlere çeşitli anlamlar yükleyerek aşağıları aşağı göstermek (gerici, karanlık vs) felsefeyi ve bilimi yüceltmek eğilimi de kendini belli etmiştir. Oysa sınıflı toplum koşullarında felsefe ve bilim olarak ortaya sürülen tezlerin ve uygulamaların hiç de insani olduğu söylenemez. Hangi din? sorusu gibi hangi felsefe? hangi bilim? sorusu da meşrudur.
Emekçi sınıflar gibi (Marksizm bağlamında), ezilen inanç ve ulus toplulukları da bu soruları sormakla mükelleftir. Bu bahisete de Kızılbaş ve Kürt ulusana vurgu yapılmıştır. Felsefe ve bilim fetişizmi üzerinden yapılan bir Alevi analizi, onu sayılan kutsallar içinde eritip yok etmek anlamına gelir ki, buna karşı felsefi-ideolojik mücadele yürütmek gerekiyor.
Felsefi-ideolojik mücadele açısından söylenenler, programın bitiriş cümleleri gibi oldu. Emekçilerin ve ezilenlerin sorunları büyüktür ve benzer yanları vardır denildi. Bunların çözümü için devrimci felsefeler yol gösterici olabilir. Ülkemiz özgülünde söylenirse Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’da emekçi sınıflar ile ezilen halkların, inançların, ulusların, cinslerin ittifak yapması zorunlu görülüyor.