Birkaç yıldır Komün TV ekranı dahil olmak üzere bir çok platformda gördüğüm değerli arkadaşım, felsefeci – filozof, yazar Mehmet Akkaya’yı takip ediyorum. Pek çok görüşü açısından dikkatimi çeken birisi. Kendisiyle Alevi aktivitesi gösterdiğim süreçte tanıştık. İyi ki de tanışmışız. Felsefeyi, devrimi, sosyalizmi, sanatı ondan dinlemenin ayrıcalıklı olduğunu anımsatmak isterim. Yeni olanın izini süren Mehmet hocam, bu hafta da bence bir ilke imza atmış oldu. Kendisini, Evrim Kalınlıoğlu ile birlikte Komün TV’de izledim. Konu Ekim devrimi açısından sanat felsefesi idi. Programı biraz özetleyen, biraz yorumlayan bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Ekim Devrimi’nin 107. yıldönümüne ulaşmışken, bu büyük tarihsel olayın sanat, felsefe ve politikadaki derin etkilerini yeniden ele almak, devrimin günümüze olan yansımalarını anlamak için önemli bir fırsattır. Bu fırsatı, Felsefenin Gözü’nden izlemek ilginçtir. Akkaya’nın dikkat çektiği üzere 25 Ekim 1917’de patlak veren devrim, sadece Rusya’yı değil, tüm dünyayı etkileyen toplumsal ve kültürel bir dönüşümün başlangıcı oldu. Bolşevik İhtilali, sınıfsız bir toplum hedefi doğrultusunda ekonomik ve sosyal yapıları köklü şekilde dönüştürmekle kalmadı, aynı zamanda sanatı da özgürleştirdi. Sanat, sermaye ve piyasa baskısından kurtuldu; artık estetik ve toplumsal bir misyon taşıyan bir ifade biçimi haline geldi.
Konuşma, moderatörün müdahalesi ile sanatın özgürleşmesi ve kitleselleşmesine yöneldiği sanırım fark edilmiştir. Programa bakılırsa Ekim Devrimi’nin ardından sanat, toplumsal üretimin bir parçası olarak yeniden tanımlandı. Sinema, tiyatro, müzik, roman, resim, mimari gibi sanat dallarında bir patlama yaşandı ve sanatta kitleselleşme görüldü. Özellikle sinema, dönemin en önemli sanatsal araçlarından biri haline geldi. Sergey Eisenstein gibi yönetmenlerin devrimci filmleri, toplumsal bir aydınlanma aracı olarak öne çıktı ve sanatın ideolojik işlevi vurgulandı. Artık sanat, bireysel bir yaratım olmaktan çıkarak, devrimin bir silahı, halkın bilinçlenme sürecinin bir parçası haline geldi.
Akkaya’nın da pek yerinde belirttiği gibi bu yeni sanat anlayışı, elitizmin yıkılması ve sanatın halkla bütünleşmesi anlamına da geliyordu. Devrimin sonrasında sanatçılar, geçmişin sınıfsal ve ayrıcalıklı yapılarından kurtulmuş, yaratıcılıklarını özgürce kullanabilecekleri yeni bir toplumsal ortam bulmuşlardı. Sanatçılar, işçi ve köylülerle birlikte devrimin öncüleri olarak görüldü. Geçim derdi ya da piyasa talepleri olmadan, sanatlarını toplumun hizmetine sunma imkanı buldular. Artık sanatçının görevi yalnızca estetik bir güzellik yaratmak değil, toplumu dönüştürmek ve devrimi güçlendirmekti.
Mehmet hocamız, her sunumda olduğu gibi bu programda da, radikalize olan alanlara vurgu yapmıştır. Devrimle birlikte sanat felsefesindeki dönüşüm buna örnek verilebilir. Programın gidişine bakarak söylüyorum ki, Ekim Devrimi, sanat felsefesi açısından da derin bir değişime işaret ediyordu. Hegel’in idealist diyalektiği tersine çevrildi; tarih, maddi koşullar ve sınıf mücadelesi üzerinden yeniden şekillendi. Hegel’in “tarihin sonu” olarak kabul ettiği kapitalist sistem, devrimle birlikte çöküşe geçti ve Marx’ın materyalist diyalektiği devreye girdi. Bu durum, sanatın toplumsal ve felsefi rolünü de dönüştürdü. Artık sanat, yalnızca bireysel bir estetik yaratım değil, sınıf mücadelesinin ve ideolojik çatışmanın bir ifadesiydi.
Programda meselenin devrim teorisine, Marx ve Engels’e dek genişlediği de not edilmelidir. Marx ve Engels’in Batı merkezli devrim teorisi, Ekim Devrimi ile birlikte sorgulandı ve devrimci enerjinin Doğu’da da güçlü bir şekilde var olduğu anlaşıldı. Bu, sanat dünyasında da yankı buldu. Sanatçılar, artık Batı’nın klasik estetik değerlerine bağlı kalmak yerine, halkın yaşadığı koşulları ve toplumsal mücadeleleri merkeze alan bir estetik anlayış geliştirdiler. Sovyet avangard sanat akımları, bu yeni estetik anlayışın öncüsü oldu. Devrimden ilham alan sanatçılar, resim, edebiyat ve tiyatro gibi alanlarda, toplumu dönüştüren ve devrimi yücelten eserler yarattılar.
Ekim Devrimi’nin sanat üzerindeki etkileri de konuşuldu. Devrimin ve Sovyetlerin geliştirdiği sanatının dünya düzeyinde belirleyici etkileri de olmuştur. Sunumun gidişatına bakılırsa Devrim’in hemen ardından sanat dünyasında büyük bir canlanma yaşanırken, bu süreçte sanatçılar arasında ciddi kuramsal tartışmalar da patlak verdi. Sanatın sınırları, işlevi ve ideolojik konumu üzerine çeşitli tezler ortaya atıldı. Sanatçılar ve teorisyenler, devrimci sanatın estetik değerleri ve toplumsal işlevi üzerine yoğun tartışmalar yürüttüler. Bu süreçte avangard sanat akımları, sanatın hem biçim hem de içerik olarak büyük bir çeşitlenme yaşamasına zemin hazırladı. Yeni sanat biçimleri, devrimin ruhunu ve enerjisini ifade eden yaratıcı deneyimlerle doluydu.
Bu dönemde yalnızca içerikte değil, aynı zamanda sanatsal tekniklerde de önemli değişiklikler oldu. Sovyet sineması, tiyatrosu ve resim sanatı, devrimin toplumsal mesajını estetik bir derinlikle birleştiren öncü örnekler sundu. Özellikle Eisenstein ve Vertov gibi sinemacılar, sinema dilini devrimci bir bakış açısıyla yeniden tanımladılar. Sinema, devrimin ideolojik mesajlarını geniş kitlelere ulaştırmak için kullanılan en etkili araçlardan biri haline geldi.
Mehmet hocamızı izleyenler, onun her zaman, her konuyu güncele bağladığını bilir. Ekim devriminin de güncel olduğuna işaret edilmiştir. Konu bakılırsa Ekim Devrimi’nin üzerinden bir asırdan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen, devrimin sanata kazandırdığı özgürlükçü ve devrimci anlayış, günümüzde de etkisini sürdürmektedir. Kapitalist piyasa baskıları altında sanat üretiminin giderek ticarileştiği bir dünyada, Ekim Devrimi’nin sanatı özgürleştiren anlayışı, güncel bir model olarak karşımızda durmaktadır. Bugün de pek çok sanatçı, piyasa ve sermaye taleplerine karşı sanatı toplumsal bir bilinçlendirme ve direniş aracı olarak kullanmaya devam ediyor.
Günümüz dünyasında, özellikle ekonomik eşitsizliklerin ve sınıfsal çatışmaların arttığı bir dönemde, Ekim Devrimi’nin sanata kattığı radikal estetik anlayış, hala önemli bir ilham kaynağıdır. Sinema, edebiyat, müzik gibi sanat dallarında, kapitalist düzene ve toplumsal eşitsizliklere eleştirel bir bakış açısı geliştiren eserler üretilmeye devam etmektedir. Sanatın bir direniş aracı olarak kullanılması, devrimci estetik anlayışın hala canlı ve geçerli olduğunu göstermektedir.
Sonuç
Programda edebiyatta Gorki, Ostrovski, Şolohov gibi isimlerle, müzikte Şostakoviç’e, tiyatroda Stanislavski’e de işaret edilmiştir. Mehmet hocamız sıklıkla “diyalektik denge” der. Sovyetlerdeki siyasal ve sanat alanında yapılan hatalı ve yanlış uygulamalara yer verilmesi de bunu kanıtlıyor.
Programa dair görüşümü şöyle bitireyim. Ekim Devrimi ve sanat felsefesine Mehmet Akkaya ile bakmış olduk. Elbette izlemeyenlere izlemelerini öneriyorum. Mehmet hocamıza göre Ekim Devrimi, sanat felsefesi açısından sadece tarihsel bir olay değil, aynı zamanda sanatın işlevini, amacını ve estetik değerlerini kökten değiştiren bir dönüm noktasıdır. Sanat, Ekim Devrimi’yle birlikte, sermayenin ve piyasanın etkisinden kurtulup, toplumsal dönüşümün bir aracı haline gelmiştir. Bugün de bu miras, sanatı yalnızca bir estetik deneyim olarak değil, toplumsal bir bilinçlendirme ve mücadele aracı olarak gören sanatçılar için ilham kaynağı olmaya devam etmektedir. Ekim Devrimi’nin felsefi ve estetik dersleri, sanatta devrimci bir özgürleşme modelini temsil ediyor ve bu model, günümüz sanat anlayışında da yankı bulmaktadır.