Sanat Felsefesi Açısından
EKİM DEVRİMİ VE GÜNCELLİĞİ
Ekim Devrimi’nin 107. yıldönümündeyiz. Resmiyette 25 Ekim 1917, devrimin başlangıcı kabul edilir. Rusya tersine çevrildi denilebilir bu devrimle birlikte. Her şey tepetaklak oldu. Platon’un süpürdüğü emekçi insan tipi yönetime geldi. Hegel’in başaşağı duran sistemi karşıtına dönüştü. Tabir yerindeyse karalar ak oldu, ayaklar baş oldu.
Bolşevik İhtilali de denilen Ekim Devrimi ile birlikte Rusya toplumu, ülkede yaşayanların kontrolüne geçti. Sınıf, sömürü ve ayrıcalıklı yapılara son verildi. Emekçiler ve ezilenler Rusya’nın sahibi oldular. Emek, beden, üretim, bilim, felsefe ve konumuz olan sanat özgürleşti. İşçi ve köylüler gibi sanatçılar da yurdun efendisi haline geldiler.
Ekim Devrimi’yle birlikte sanat, piyasadan ve sermayeden özgürleşti. Sanatçı geçim ve gelecek kaygısı gütmeden estetik üretimine yoğunlaştı. Daha da önemlisi sanatın tüm dallarında kitleselleşme, yoğunluk ve derinleşme görüldü. Sinema başta olmak üzere tiyatro, müzik, roman, resim, mimari, opera ve balede çığır açan bir zenginlik ortaya çıktı.
Tüm bu gelişmeler Sovyet ülkesinde yepyeni bir yaşam, düşünme ve kültürün doğduğunun göstergesiydi. Rus proletaryası, yoksul köylüler ve onların komünist partisi, genç ve tecrübesiz olması nedeniyle, kuşkusuz ki yanlış ve hatalı uygulamalara da neden olmuştu. Bu hafta Felsefenin Gözü’nde Ekim Devrimi’ni, bilhassa sanatsal, politik ve benzer uygulamalar açısından masaya yatırıyoruz.
Ekim Devrimi, insanlık tarihinde bir dönüm noktası oldu. Kepler, Kopernik ve Galilei’nin güneş sistemini tersine çeviren fiziksel devrimi ne ise sosyal dünyanın tersine çevrilmesi anlamına gelen Ekim Devrimi de aynı öze ve biçime sahipti. Yalnızca ana akım felsefe ve bilim teorileri zıttına dönmekle kalmadı, yalnızca Platon, Kant, Hegel reddedilmedi! Oryantalist bakış açısı da tümden sorgulanıp aşıldı. Hatta Ekim Devrimi, Marx ve Engels gibi dehaların Batı merkezli (kapitalizm) devrim teorilerinde bile radikal kopuşlar yaratarak ihtilalin merkezini Batı’dan Doğu’ya kaydırmış oldu. Dünya doğudan kuşatılmaya, kentler kırlardan giderek özgürleşme yolunu izler oldu.
Devrim, giderek Çin başta olmak üzere Doğu Avrupa, Asya ve sömürge ülkelere de yayılma imkanı buldu. Marksist teori doğrulanırken bir yandan da evrensel bir yapı kazanmaya başladı. Eski burjuva ve feodal değerlerden kopuşlar niceliksel değil, radikal oluyor, yepyeni bir dünya kuruluyordu. Tarih yeniden yapılıyor ve yeniden yazılıyordu. Bu yenilik karşısında eski olan, katı olan ne varsa ya buharlaşarak yok oluyor ya da biçim ve içerik değiştiriyordu. Sanat, siyaset, felsefe gibi bilim de yeni bir nitelik kazanmıştı. Devrimin daha ilk günlerinde yeniliğin sınırları konusunda bolşevikler kendi aralarında büyük kuramsal tartışmalara girmişlerdi. Temel konularda belli bir netlik olsa da pek çok konuda da sesler, tezler ve teoriler birbirinden farklıydı. Tezler ve anti tezler çatışma halindeydi. Bu zıtlıklardan sanat ve edebiyat dünyası da üzerine düşen payı alıyordu.