Coğrafyanın kader olduğunu kimin söylediğini tespit etmek zor olsa da İbni Haldun’un sosyal felsefesinde bunu doğrulayacak düşüncelerin yer aldığı ileri sürülebilir. Bilhassa sanayi öncesi toplumlarda iklim ve bitki örtüsü belirleyici olmuştur. Bugün Dersim’in coğrafyasını görünce öncelikle coğrafya ile toplumsal düzey arasında bir ilişki olacağını düşündüm. Erzincan yol ayrımından Dersim’e sapıp Pülümür’e girdiğimizde coğrafyası ve kaderi ile farklı bir mekana girdiğimizi anlamak zor olmadı. Diyelim ki 40 – 50 kentten geçiyorsunuz. 61. kenti de rahatça, polissiz, askersiz, engelsiz aştınız. Sıra 62. kente geldiğinde Pülümür’ün girişinde askeri araçlar, panzerler ve tam teçhisatlı ordu güçleri tarafından durduruluyorsunuz. Kimlik kontrolü, dakikalarca sürüyor. Vatandaş ve devlet birbirine alışmış, araç kaptanları komutanlarla adeta senli benli olmuştur.
Girişteki güvenlik engeli aşıldıktan sonra aracınız Pülümür vadisi boyunca su gibi akar. Vadinin yamaçları, zirvelere doğru bakınca, ürpertici bir ruh dünyası yaratır. Aynı zamanda vadinin, bilhassa yamaçları ve zirveleri insanda özgürlük hissi uyandırır. Bu his sizi Dersim’in geçmişine, tarihine, geleneklerine, yaşam tarzına taşır. Vadide ilerledikçe Pülümür çayının oluşmaya başladığı görülür. Çay akdıkça büyür, büyüdükçe durulur ve köpüklenir. Zirve – vadi diyalektiğini düşünmeden olmaz. Suyun, zirvelere kurulan yerleşim birimlerine kaynak olduğunu düşünmek mümkündür.
Pülümür vadisi boyunca çayın üzerine kurulan köprüler olsun, vadi boyunca asfaltlanmış yol olsun, ayrıca yakın tarihlerde inşa edilmiş tüneller olsun, Dersim ve uygarlık sorunsalını akla getiriyor. Dersim’in başına ne geldiyse uygarlık gibi görünen bu “medeniyet” eserleri yüzünden geldi denilebilir. Biliyorum bu görüş, pek çok kisi ve çevreye, son derece kışkırtıcı bir fikir olarak görünecektir. Fakat her değere olduğu gibi ilkel ve modern olana da diyalektik bir perspektifle bakılırsa böylesi bir tespitin doğruluk payı da oryaya çıkıyor. Şimdilik şu notu yazmakla yetiniyorum ki, uygarlık analizi ve eleştirisi yapılmadan Dersim’i anlamak mümkün görünmüyor. Zira Dersim’in Yavuz ve Abdülhamit döneminde olduğu gibi cumhuriyet dönemindeki katliamlarının altında da işte bu “medeniyet taşıma” meselesi yatmaktadır. Üstelik böylesi bir oryantalist bakıştan Komintern gibi komünist bir organizasyon bile etkilenmiştir.
Pülümür deresi ve üzerindeki köprüler, bitişiğinde tüneller birçok sanat eserine ilham olmuştur. Şimdilik bunlara girmiyorum. Dersim coğrafyasındaki heybetli dağlara bakarak beton, demir ve egzoz uygarlığından kurtulmanın hayalini kurmadan yol almak, Dersim’den bihaber olmak demektir. Betimlediğim coğrafyanın, Dersim’in özü ve kaderi olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Didaktik bir coğrafyadır Dersim, ufuk açar, düşündürür, yeni dünyaları hayal etmeye sürükler insanı. Peki gezginler bunun karşılığında ne veriyor Dersim’e derseniz, yanıt biraz cansıkıcı olacak! Büyük kentlerde biriktirdiğimiz yozluk, yobazlık, yabancılaşma unsuru ve lümpenlik olur! Genç yaşlı insanların Dersim’e taşıdığı lümpenliği Pülümür’ün ağlayan kayalarındaki gözyaşları yıkamaya yeter mi, bilemiyorum.
Pülümür, birçoğunuz bildiği gibi güneyde Nazmiye ile sınırdır. Kent merkezine giderken bir kavşak gelir ve sola doğru yol alırsınız. Düzgün Baba yoludur bu yol. Sarp ve engebeli elbette. Büyük otobüslerden inilir minibüslere binilir. Stres ve gerilim içinde dinsel bir ruh hali tüm kitleyi sarar. Adak, kurban, ziyaret, mitler, efsaneler birbirini izler. Dualar edilir. Kutsal ile kutsal olmayan değerler iç içe girmektedir. Kuşkusuz ki bunca ruhani efsane, Dersim’e yapılan kıyımlarla ilgilidir. En seküler ve devrimci kişi ve kesimlerin bile bunca dinsel mitolojiye eğilimli oluşu, kuşkusuz ki sorgulanması gereken bir realitedir.
Bugünlerde Düzgün Baba’ya gidecek olursanız Dersim’e yakışır bir eylem de sizi bekliyor. Çünkü Nazimiye Belediyesi işçilerinin bir bölümü, işten çıkartıldıkları için direniş halindeler. Destek vermekte yarar var derim. Direniş morali ile Düzgün Baba Cemevine varmanız anlamlı olacaktır. Cemevine vardığınızda Cem’e duran dostları hayretler içinde izlerseniz şaşırmayın. Çünkü bu eğilim ülke çapında da yükseliş halindedir. Her efsanenin arkasında sosyal ve tarihi bir gerçeklik olduğunu düşünmek varken doğaüstü düşüncelere inanmak çok şaşırtıcı. Düzgün Baba efsanesi de bunlardan birisi.
Coğrafyaya temas ederek bitireyim. Düzgün Baba diyarından ovaları izlemek, stresinizi süpürecektir. Cemevinin çay ocağına uğramayı unutmayalım. Çünkü odun ateşinde demlenen lezzetli çaydan içmeyi ihmal etmek olmaz. Üstelik komünal toplumun ilkeleri geçerli çay ocağında: Herkese ihtiyacı kadar…