Son birkaç ay içinde, yine sanatçı aydın, yazar, çizer dostlardan pek çok kitap ulaştı elime. Fırsat buldukça, bu eserlere yönelik kanaatlerimi sizlerle de paylaşıyorum. Gülten D. İncesu da bu şair, derlemeci ve yazarlardan birisi. Sosyal medyada ve kamuoyundan tanıyoruz kendisini. İnsan sorunlarını, dünya sorunları olarak algılaması önceden beri dikkatimi çekmiştir. Buluştuğumuzda, yazdığı ve imzaladığı üç eserini bizatihi görme durumum da oldu. Kısaca söz etmek istiyorum bunlardan.
Bu eserlerin birinde özgürlük arayışına çıkmış İncesu. Bu arayışı ülkemizin birçok yazar ve entelektüeli ile birlikte yapmış. Kitabı, derleme olarak takdim ediyor. “Niye Özgürlük” adını taşıyan bu kitabın (Bakara Kitap, 2022) kapağında Rosa Luxemburg’un bir sözüne de yer verilmiş ki, anmadan olmaz: “Hareket etmeyen, zincirlerini fark edemez”. Kitaptaki özgürlük arayışçıları olarak aklımda kalanlar: Mazlum Çetinkaya, Hasan Çapik, Ahmet İlhan, Muzaffer Oruçoğlu, Sezai Sarıoğlu. Yazarlar özgürlük arayışını bazen felsefe içinde aramışlar. Bazen sanat ve edebiyat içinde, bazen direniş ve mücadele içinde. Her daim insan, toplum ve dünya çevresine örülmüş engellerin aşılması olarak düşünmüşler özgürlüğü.
İkinci kitabı da benzer bir biçime sahip. 6 Şubat depremi üzerine yapılan etkinlik sunumlarını içeriyor ki, son derece güncel olduğunu düşünmek mümkündür. Emrullah Alp ve Mehmet Karasu ile birlikte hazırlanmış bir eserdir. “Amanos Çiçekleri” adını taşıyan eserin kapağına bir de özdeyiş konulmuş. Amanos Çiçekleri, karanlıktan güneş sağan çiçekler olarak betimlenmiş. (Akdoğan Yayınevi, 2024). Depremde Hatay ve çevresinin yıkıma uğradığı düşünülürse neden Amanos çiçeklerine vurgu yapıldığı da anlaşılmış oluyor. Kitabın girişinde yazarın da işaret ettiği gibi kötü günde, insanlığın yabancılaştığı bu uygar dünyada dost bulmak ve destek, dayanışma imkanı yakalamak kolay değildir. Deprem üzerinden bir sistem eleştirisi yapılıyor. Yazı içeriklerinin de bu istikamette olduğunu kavramak zor değildir. Depremin kültür, düşün ve sanat dünyasında yarattığı yankılar da yazar, akademisyen ve şairler tarafından dile getirilmiş.
Şiirin, çoğu zaman derin imgelerle, soyut sözlerle, kavramsal içeriklerle kurulduğu söylenir. Rus şiirlerinden, Batı şiirlerinden çevrilen eserlerde bu boyut çok belirleyici biçimde hissedilir. Oysa bizim halk şiirimiz olsun serbest şiirlerimiz olsun, çoğu zaman yalındır. Ses, ritim, müzik, duygu, söz, bilgi ön plandadır. Gülten’in şiirlerinde bu yön son derece belirgin olmuş. Şiiri için, bir sorunun, insanın, dünyanın şiirleridir denilebilir. Dünya önce düşünceye dökülüyor sonra dizelere. Düz cümlelerle, açık, anlaşılır dizeler baskındır. Şairin sıklıkla uyumlu sesler aradığı, dolayısıyla şiirleri ahenkli bir yapı kurulduğu izlenimi veriyor. Şu dizelerde olduğu gibi “Su yürür çiçek açar dağlar / Dağılır dilde ağrılar”. (Age, 60).
Uyuyan dünyanın içinde hareketli bir su tasvir ediliyor ki, bu da şairin iyimserliği ile ilgilidir. Dünya mevzusu onu, dünya yolculuğuna çıkarır. Eski zamanlara, Yunan dünyasına kadar gerilere gider. Oraların yaşamından, havasından, börtü – böceğinden, kuşundan ve çiçeğinden ilham alır. Özü öze temas ettirerek, sözü söze ekleyerek günümüze gelir. Bu türden şair az değildir ülkemizde. Derler ki, “Felsefe yolda olmaktır”. Ben böyle gezen şiirler görünce “şair olmak da yolda olmaktır” derim. Helene adlı şiirde şu dizeleri okuyoruz:
“Gel Helene
Artemis’i anlat bana
Sarı Kız’dan söz edeyim sana
Bezden bebekler yapalım
…
Olmadı şiirler okuyalım Homeros’tan…” (Age, 19).
Şiirin devamında yaşam ağacına aşı yapılması düşünülür. Aşının da zeytin dalıyla olması savunuldu ki, İncesu’ya göre dünya, ancak böylelikle barışa doyabilir.
Gülten’in şiirlerinde, Dünya uyuyordu, denilse de bunun bir ikaz etme anlamında söylendiği anlaşılıyor. Dünya’da, canlı cansız olsun her varlık kendini hissettirme yeteneğine sahiptir. Her varlık adeta çocuktur. Gelişmek ister. Bu yüzden her şair gibi İncesu da çocukluğunu arzuluyor. Dünyadan izin ister. Çocukluğunu yeniden görmek için. Dostoyevski de benzer duyguları arzulamıştır: Çocukluğumun beşiği sana gelmek istiyorum.
Sanatın şiir türü bana biraz romantik görünür. Her şairde geçmişe biraz özlem duygusu vardır. Doğaya, toprağa, dağlara hayranlık kendini belli eder. Umarım şairin yaşamdan kaçışı değildir bu. Bu yüzden de romantizm denildiğinde ben hep başına “devrimci” sıfatını eklemek isterim: Devrimci romantizm. İncesu da romantizm, lirik ve destan ile birleşir. Sevgi bir arı misali insana, doğaya, kadına, erkeğe, topluma dokunmak üzere harekete geçer. Çoğu zaman özgürlük toplumun dışında aranır. Hatta dağların işaret edildiği de görülür. Gülten’in Kars doğumlu olduğu da dikkate alındığında coğrafyamızın dramını yaşayan kuşaktan olduğu anlaşılacaktır. Salt yakın tarihinizin sıcak ve insanı adeta “yakan” sorunlarının şiire yansıması manidardır. Nitekim şu dizelere yer verilmiş “Hatıraları Hatırlamak” adlı şiirde:
“Toprak damlı evlerin üstünde
Dilekler tutup türküler söyledim
Dağlarda kaldı sesim” (Age, 69).
Şairin dağlardaki sesi önce dünyaya, sonra Anadolu ve Mezopotamya’ya, sonra da şehirlere, kasabalara doğru yankılanır. Bu sesler Asmin adlı şiirde de dile geldiği gibi en son, sokakların derinliklerinde bahar ile birleşir ya da bahar olup daha gürleşir.