Felsefe Üzerine Genel Tezler adlı yeni kitabın içeriğini konuşmak üzere hafta başı internet üzerinden yayın yapan Özgün TV’de buluştuk. Felsefenin ne olduğuna, filozofun ne iş yaptığına yanıt ararken konu Alevi / Kızılbaş toplumunun felsefesini irdelemeye kadar genişledi. Alevi araştırmacısı, yazar Musa Kazim Engin’in moderatörlüğünü yaptığı programda felsefenin kaynakları ile Alevilerin kaynakları arasında bir benzerlik olduğu da ileri sürüldü.
İlkinin klan, kabile ve komünal toplumlardan miras olduğu iddia edilirken felsefenin, sınıfların ortaya çıkması ve toplumsal artığın büyümesiyle birlikte oluştuğu savunuldu.
Felsefenin ne olduğu ve filozofun kim olduğu tartışılırken disiplinler arası karşılaştırma yapma yolunu izledik. Bir bilim insanı bilgi nesnesi yaptığı, varlık dünyasına, olay ve olgulara baktığında formüller görür. Laboratuvar koşullarında deney ve ölçmeye dayalı tekniklere başvurur. Aynı olgu durumlarına bir sanat insanı baktığında ise imgeler görür, simgelere yükselir, sesler, renkler, notalar, dizeler görür. Ayrıca tipler, karakterler, figürler, kahramanlar görür.
Siyaset adamı yani politik aktivist veya teorisyen ise bilimciden ve sanatçıdan daha değişik sonuçlara ulaşır. Çünkü politik kişi aynı olgulara baktığı halde örgütsel ilişkiler görür, aktif bir süreç görür. Örgütler, grevler, partiler, sendikalar görür. Filozof ise kavram icatçısı olduğu için baktığında temel kavramlar görür. Öyle ki filozof nereye bakarsa baksın su, hava, toprak, ateş, idea, töz, Tanrı, madde, geist vs kavramlar dışında bir şey görmez.
Programda filozofu da bu noktadan yola çıkarak betimledik. Buna göre kavramsal düşünme tarzına felsefe deniyor, felsefe yaparak kavramlar icat eden veya kavramlara farklı anlamlar veren kişilere de filozof denilir görüşü savunuldu.
Programda felsefenin doğuş koşulları da gündem oldu. Tarihsel materyalizme uygun bir açıklamanın yapıldığı sunumda felsefenin yalnızca Batı’ya özgü olmadığını, masum da olmadığını hatırlattık ve Doğu – Batı diyalektiğine vurgu yaptık. Buradan bakılırsa felsefenin, birtakım “zeki” insanların ve ulusların işi olmadığı, tüm gelişmelerin üretim faktörüyle ilgili olduğu anlaşılıyor.
Düşüncenin felsefi bir form kazanması, komünal düzenin yeni bir sosyal form kazanması üzerine gerçekleşmiştir. Komünal düzenin sosyal form kazanması ise üretimin ortaya çıktığı ve gelişip uygarlığa evrildiği coğrafyalarda olmuştur. Uygarlığın beşiği olarak Mezopotamya ve Anadolu’yu görüyoruz. Aynı zamanda uygarlığın odağı Mısır’dır, İyonya ve Büyük Yunanistan’dır. Dikkat edilirse felsefe için merkez ve mekan Akdeniz’dir.
Akdeniz uygarlığına “su uygarlığı” demek yanlış olmaz. Üstelik bu tespit Thales’te varlığın arkhesi olarak “su”yun önerilmesi tezi ile de örtüşmektedir. Felsefe, doğuş yılları itibariyle suyu seven bir disiplindir. Fırat, Dicle, Nil, Hindistan’da Ganj, Çin’de Sarı Irmak, Ege denizi… Programda bunların felsefeye temel imkanlar sunduğunu belirtmek elzem oldu.
Programda uygar ve modern değerlere yönelik bir eleştiri de söz konusu olunca Marx, Engels gibi devrimci filozoflara ve J. J. Rousseau ile birlikte birçok burjuva filozofuna atıf yapmak da kaçınılmaz olmuştur.
Alevi toplulukları yalın özellikleriyle bilinirken ve uygar değerlere karşı direnç odağı olurken felsefe de uygar dünyayı meşrulaştırma işlevi görmüştür. Aynı zamanda devrimci felsefeler de var olmuş ve uygarlıkla birlikte doğan ve gelişen sınıflara, sömürüye, savaşa ve kısacası mülk dünyasına karşı pozisyon almıştır. Bu gelişmelere karşı ilk eleştiri bir burjuva filozofu olan Rousseau’dan gelmiştir.
Rousseau’ya göre uygarlık gelişmiş ve tarih ilerlemiş olsa da insanlık etik, estetik, eşitlik, özgürlük ve politik bakımdan ilerlememiştir. Tam tersine süreç, bir zulüm uygarlığı doğurmuş ve insanlığı kuşatmıştır. Rousseau’ya göre bu gidişata dur demek için “genel irade”yi yansıtacak şekilde bir “toplumsal sözleşme” yapmak gerekmektedir. Marksizm önerisi ise tamamen farklıdır.
Marx ve Engels, uygar ve modern dünyanın kapitalist bir uygarlık olduğunu söylüyor, onu eleştirmekle iyileştirmelerle kalmıyor ve büyük bir dünya devrimi öneriyor. Hatta onlara göre enternasyonal proletaryanın böyle bir devrimi yapması, isteğe de bağlı değil bir zorunluluktur. İnsanlığın yeni bir komünal toplum kurmasının bütün objektif koşulları mevcuttur.