Felsefeyi öğrenmek ve felsefe yapmak için felsefe tarihini bilince çıkarmak kaçınılmaz görünüyor. Bu yüzden de felsefe tarihinde nelerin olduğu, ne türden filozofların çıktığını, bunların hangi tezleri ileri sürdüklerini ve hangi felsefeleri kurduklarını bilmek gerekiyor.
Her yeni olduğu iddia edilen felsefe, eski felsefelerle ilişki içinde kuruluyor. Onların bir devamı, aktarımı biçiminde olduğu gibi eski felsefeleri yorumlayarak, katkılar yaparak da olabiliyor. Daha da önemlisi yepyeni olduğu varsayılan, eskiyle epistemolojik bir kopuş yapılarak kurulan felsefeler için de felsefe tarihine dair bir bilgiye sahip olmak gerektiği açıktır. Bu hafta Komün TV ekranlarında yapılan Felsefenin Gözü adlı programda felsefe tarihi içinde bir gezinti yapmayı düşünüyoruz. Doğrudan felsefe tarihi anlatımı biçiminde değil de felsefe tarihine nasıl bakmamız gerektiğine ilişkin bir program olacak. Dolayısıyla başlığa felsefe tarihini değil onun üzerine konuşacağımızı duyuran bir başlık konulmuş oldu.
Felsefenin kaynakları genellikle Batı’dan İyonya, Grek ve Roma’dan başlatılır. Oysa felsefe, sınıfların olduğu her ortamda yapılmıştır. Çoğu zamanda egemen sınıfların çıkarını savunan ideolojik bir işlev görmüştür. Misal Antikçağ’ın üç büyük filozofu olan Budha, Konfüçyus ve Sokrates, kendi çağlarında köleci sistemleri savunan felsefeler kurmuşlar, kurulu düzenin yanında olmuşlardır. Bu üç filozofun görüşleri içinde nadiren emekçileri, ezilenleri savunan felsefeler vardır.
Programda Antik Doğu felsefelerine pozitif ayrımcılık yapılarak biraz daha fazla yer verilmesi icap ediyor. Çünkü genellikle Çin, Hint, Mısır ve Sümer felsefeleri ihmal ediliyor. Bunların neden ihmal edildiği, bu alanlarda niçin yeterince felsefi literatür bulunmadığı üzerinde de durmak gerekiyor. Eldeki sınırlı kaynaklarda fark edilen felsefelere bakılırsa Batı’dakine benzer bir felsefenin Doğu’da da olduğu anlaşılıyor. Konfüçyus öncesi yapılmış ve yazılmış olan anonim formundaki Değişimler kitabı, Budha’dan önce yazılmış olan Vedalar kitabı, Yunan dünyasında filozoflar öncesinden kalma Bilgelik (yedi bilge) eserleri ile paralellik gösteriyor.
Thales ve Platon’a kadar pekçok Yunan filozofunun Mısır ve Mezopotamya’ya geziler yaptığı biliniyor. Evrenin arkhesinin su olduğu ve reenkarnasyonun Mısırlılara ait olduğuna ilişkin bilgiler de söz konusudur. Yunan felsefesinde su, hava, toprak, ateş denilen arkhe anlayışı, Çin, Hint, Mısır ve Mezopotamya düşüncesinde de vardır. Dört değil altı unsur olarak da geçiyor kaynaklarda. Çünkü bunlara bitki ve maden gibi iki arkhenin daha eklendiği görülüyor.
Felsefe tarihinin oluşması bazı üstün zekalı olduğu düşünülen şahsiyetlerin ürünü değildir. Nasıl ki tarihin motoru sınıf mücadelesi ise felsefe tarihinin motoru da sınıf mücadelesidir. Bu yüzdendir ki, felsefe sınıflı toplumun bir ürünü olarak vardır. Sokrates öncesi (pre-Sokratikler) filozoflar “Yedi Bilgelerden” farklı bir felsefe kurmuşlarsa bu fark sınıfsal, sosyal farklardan kaynaklanır. Thales varlığın arkhesi olarak su’yu işaret ediyorsa bunun sosyal, sınıfsal bir nedeni olmalıdır. Pisagor sayılara, Demokritos atomlara dikkat çekiyorsa bunun bir nedeni olmalıdır. Herakleitos “her şey değişir” derken mevcut iktidara bir mesaj veriyor olabilir. Her düşünceden kuşkulanan filozofları nereye koyacağız? İktidarda olan sınıfın temsilcisi olan bir filozof bilgiden, yönetimden, iktidardan kuşkulanır mı? Kuşkulanmaz elbet. Buna göre denilebilir ki, felsefe tarihi felsefi fraksiyonlar arasındaki çatışma biçiminde başlamıştır ve günümüze dek de böyle sürmüştür.
Felsefe tarihi üzerine tezleri konuşurken Antik Batı’nın üç büyükleri üzerinde mutlaka durmak gerekir: Sokrates, Platon, Aristoteles. İlki için felsefeyi gökyüzünden yeryüzüne indirdi deniliyor. Kurucu filozoftur Sokrates. Kurulu düzenin yanındadır. Ona göre akla uygun olan herşey doğrudur, iyidir ve güzeldir. Bu akıl da bilhassa aristokratlar da vardır demokratlar da değil. Öğrencisi Platon ise aklın yalnızca filozoflarda olduğuna inanır. Toplumu bu filozoflar yönetmelidir. Yönetme bilgisi idealar evrenindedir. İdeaları da en iyi bilen kişiler filozoflardır. Bu yüzden de filozoflar kral olmalıdır.
Ortaçağ’ın özelliğine ilişkin çeşitli tartışmalar söz konusu. Sosyal ve siyasal tarih gibi felsefe tarihi açısından da Ortaçağ önemli bir sorunsaldır. Karanlık ve tutucu olduğu iddiası halen aktüeldir. Oysa Hegel ve Marx’ın tarih anlayışına göre her çağ, öncekine göre daha ileridir ve aydınlıktır. Bu anlayış doğruysa Ortaçağ’ın bir “icat” olduğu da ortaya çıkıyor. Burjuvazi, kendinin ilerici bir sınıf olduğunu kabul ettirmek için aristokrasiyi, kilise ve tüm feodal sistemi, bunlara ait düşünceleri, kültürü karanlık olmakla itham ediyor. Oysa Ortaçağ’da da varlık, bilgi, dil, din ve bilim alanında yenilikler söz konusudur. Koşullar kendisine göre filozoflar çıkarmıştır. Bu filozoflar da burjuva – feodal filozoflar gibi kendi sınıflarının çıkarlarını savunmuşlardır.
Ortaçağ’da nominalistler, kavramcılar ve realistler olarak bilinen filozoflar vardır. Augustinus ile başlayan Anselmus ile devam eden çizgiye karşılık Roselin ile başlayıp Ockhamlı William ile devam eden çizginin varlığı bile sınıf mücadelesini yansıtmaya yeterli olmuştur. Keza A. Thomas felsefesine karşılık gelişen D. Scotus felsefesi arasında da fraksiyon çatışması olduğunu saptamak güç değil. Kısacası Ortaçağ bir “icat” olduğu gibi “din – bilim” çatışması da bir “icat”tır. Burjuvazinin icadıdır bunlar. Sınıf çatışmasının yerine ikame ediliyor. Yani Ortaçağ’ın dinci, Yeniçağ’ın bilimci olduğu tezi gerçekleri yansıtmıyor. Ortaçağ’da da din ve bilim birlikte var olmuştur. Yeniçağ’da da birlikte olmuş, günümüzde de din – bilim birliktedir. Bunda sınıflı toplumların ve burjuvazinin çıkarı vardır.
Ortaçağ’da felsefe denildiğinde Doğu Ortaçağ (İslam) felsefesi de mutlaka anılması gerekiyor. İslam coğrafyasında etkili olmuş, çoğu zaman dine reddiye biçiminde görünümler de alsa kutsal metinlere bağlı olan felsefeler ortaya çıkmıştır. Adını duyurmuş “beş büyükler” yüzlerce yıl etkili olan felsefeler kurmuştur. El Kindi, Farabi, İbni Sina, Gazali ve İbn Rüşd. Akılcı felsefeler kurdukları için Batı’ya benzer bir yol izledikleri anlaşılıyor. Meşşai geleceğini sürdürdükleri bilinmektedir. Farabi, ideal devleti ararken, İbni Sina ideal tıp bilimini yaratmak isterken, Gazzali, bunlara reddiye yazarken (tehafütül felasife) İbni Rüşd iman yerine aklı koyarken özgün felsefeler kurmuşlardır.
Yeniçağ ya da modern felsefenin içeriğini büyük oranda 14. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan burjuva sınıfı belirliyor. Yeni, coğrafi keşifler, mülkiyet biçimleri, üretim ilişkileri burjuvazinin çıkarına uygundur. İnsanın yeniden doğduğu ileri sürülür. Rönesans denilir. Tanrının yerine insan konulmuştur. Montaigne, Descartes, Locke insan felsefesi yaparken düşünceyi, aklı, bireyi temel alırlar. Eski çağlarda olduğu gibi yeni çağ felsefeleri de sınıftan habersizdir. Bazen de sınıf olgusunun üzeri kapatılır. İnsan vardır, hümanizm başat kavram olur ama emekçi sınıflar, kadınlar felsefede görünmez. İnsan, varlıklı erkeklerden oluşuyor. Burjuva, liberal teoriler bu gerekliğin üzerini örter, demokrasi, insan hakları ve aydınlanma kavramlarından dem vurur. 17. ve 18. yüzyıl felsefelerinde ortaya çıkan monad (Leibniz), conatus (Spinoza) gibi kavramlar da sınıf olgusunun yerine ikame edilir. Kant gibi büyük filozoflar da sınıftan, tarihsel süreçlerden değil sonuçlardan hareket eder. Aydınlanma gibi kavramlar “icat” edilir. Kant, aydınlanmayı dünyaya öncel olan bir takım apriorik kavramlarla açıklamakta bir beis görmez.
Felsefe tarihinde önemli bir kırılma Hegel ve özellikle de Marx ile yaşanır. Fiziksel, toplumsal ve düşünsel değişme (diyalektik) kaçınılmazdır. Hegel’in idealist diyalektiğinin yerini Marx ve Engels gibi filozoflarda materyalist diyalektik, daha doğrusu tarihsel materyalizm alır. Marx için her çağda olduğu gibi burjuva çağında da egemen fikirler ve konumuz olan egemen felsefeler hakim sınıfların çıkarına uygundur. Marifet, bu felsefeleri savunmak değil bunları ortaya çıkaran sınıflı, mülkiyetli, uygar dünyayı değiştirmektir. Dünya değiştiğinde düşünce formları gibi felsefe de “ben değişmiyorum” diyemeyecektir. Felsefe tarihi üzerine tezlerin konuşulduğu bir programda ve platformda 20. yüzyıl ve günümüz felsefelerine ilişkin konuşmak da zorunludur.