İngiliz felsefesinin önemli filozoflarından olan J. Locke demişti ki, yönetim despotlaşırsa halkların direnme hakkı doğar. Tarih, halkların bu hakkı kullandıklarına sıklıkla tanıklık etmiştir. Van direnişi buna en yeni bir örnek olarak karşımızda duruyor. Her direniş ve mücadele, elbet bir gün, bir tomurcuk, bir çiçek, bir özgürlük, bir gülüş ve bir moral getirecektir. Fakat Van merkezli mücadele, meyvesini çok erken verdi. Birleşik, devrimci mücadele, Türk egemen sınıflarına, bölge ve dünya gericiliğine karşı bir zafere imza atmış oldu.
Kürt halkını, en son 10 yıl evvel, 7-12 Ekim 2014’te bu denli, görkemli bir kalkışma içinde görmüştük. Tarih bazen tekerrür mü ediyor dersiniz? Böylesi süreçler, düşünürleri, sanat insanlarını, filozofları, politik teorisyenleri elbette ki etkiler. Yazılan metinlere, yapılan analizlere ve sanat eserlerine tarihsel materyalizm yön verse de duygular, öfkeler, abartılar, idealizmler de sürece eşlik eder. Kafamdaki düşünceler de bunlardan nasibini almış olmalı.
İnanılır gibi değil! Burjuvazinin tarihinde asla, halkların tarihinde ise ender görülen bir sürece tanıklık ettik / ediyoruz. Van halkı ve halkın motivasyonuyla çevre kentler, bölge halkları, büyük şehirler ve bir ucu da dünyanın farklı yerlerinde olan önemli bir direniş organize edildi. Emperyalist politikalar ve bunların yönlendirdiği yerel sömürgeci güçler 3 Nisan itibariyle direniş alanlarından püskürtülmüş oldu. Bu gelişme, yalnızca Van ile sınırlı olmadığı gibi sadece bir yerel seçim meselesi olarak da görülemez. Anlaşılıyor ki, 31 Mart’taki (2024) yerel seçimlerin, hakim sınıflar arasında olduğunu düşünmekle birlikte esasen devlet ile yani sermaye ile halklar arasında olduğunu düşünmek gerekiyor.
Tarih Nasıl Yazılır?
Van’ın destansı direnişi, 8 – 10 yıldır biriken nicel gelişmelerin devrimci bir nitel sıçramaya dönüşmüş formudur. 3 Nisan Van direnişi politik alana devrimci mesajlar verdiği gibi düşün disiplinlerine de gerekli mesajları vermiştir. Tüm caddeleri dolduran kitleler, öncelikle burjuva, resmi ideolojisinin tarihçilerine “gelin de tarih nasıl yazılırmış, görün” dedi. Zira tarih bilimi, yalnız Batı toplumlarının durağan yapısı incelenerek değil doğunun devrimci halklarının hareket tarzı izlenerek de yapılabilir. Tarihe damasını vuran ve ruhunu, rengini veren, temelde halkların ve emekçi sınıfların bu türden direniş ve savaşlarıdır. Oysa resmi tarih, gerçekleri bugüne kadar “üsten” ve manipüle ederek yazmıştır. Van hadisesi, tarihin yeniden ve “aşağıdan” yazım tekniğiyle yazılması gerektiğini bir kez daha göstermiş oluyor. Bu da yeni bir tarih felsefesini gerektirir ki diyalektik materyalizm ile mümkündür.
Direnişi izleyenler, zihinlerine ve hayal kurma yetilerine söz geçirememiştir sanırım. Benim için de geçerli bu söylediklerim. Filozoflardan ve bilimcilerden önce fotoğrafçı dostlarımı, afişlerimi yapan stüdyo çalışanlarını düşündüm. Çünkü Van direnişinin fotoğrafını çekmedikçe o mesleğin hep yarım kalacağı aklıma gelir. Peki hukuk biliminin ve yasaların gücünü nereye koyacağız? Hukukun bu denli prestijinin “sıfırlandığı”, yap boz tahtasına döndüğü, yasaların oyuncağa dönüştüğü nasıl açıklanacaktır? İnsan B. Brecht’i anmadan edemiyor. Ne demişti tiyatronun devrimci filozofu: Bir toplumda hukuk yok olursa direniş hak ve görev olur.
Sömürü ve Zulmün Sıfırlanması
Sıfırlamak dedik de, aslında sorunun odak noktasında bu konu bulunuyor. Halkların ve ezilenlerin, burjuvaziyi ve sömürücüleri sıfırladığı her yerde bunun bir bedeli var demektir. Kazanım, dikkat çekicidir. Halkların partisi, bazı birimlerde yüzde doksan civarında oy almıştır. Böylesi sonuçlar seçim ve demokrasiler tarihinde ilktir ve sistemin silinmesi anlamına gelir. Hiç bir sermaye düzeni bunu kaldıramaz! Bunun öcünü almak ister. Zafere karşı saldırılar düzenler. Van’da merkez dahil olmak üzere tüm ilçeleri alıp, devleti devre dışı bırakmak ne demek?
Diyalektiğin temel ilkesine göre seçim ve sandık bir olgudur. Seçimin kazanılması tezdir. Devletin saldırısı ve mazbatayı başkasına vermesi anti tezdir. Zaferle sonuçlanması sentezdir diyoruz. Geceboyu süren kutlamaları açıklamak içinse, içtenlikle söylüyorum, kelimeler kifayetsiz kalıyor. Tam bu duygular içindeyken Sokrates gelir insanın aklına. “Sen bu direnişin felsefesini yapabilir misin Sokrates”, dersiniz. Dersiniz ve eklersiniz, “İşin kolayına kaçmadan ama.”
Barış: Savaşın İkiz Kardeşi
Direniş diyorum ama kavramları da doğru seçmek lazım gelir. Nihayetinde felsefeyi, kavramsal etkinlik olarak niteliyoruz. Sivil iteatsizlik diyenler de oldu. Benim kanaatim, bu bir ayaklanmadır, görkemli bir halk ayaklanmasıdır. Ayaklanma ama “barışçıl” bir ayaklanmadır! Barışçıl da olsa yaşamın diyalektiği gereği, savaşın ikiz kardeşidir. Dolayısıyla böylesi halk hareketlerine, tarihteki örnek ve adlandırmalardan yola çıkarak “şanlı ayaklanma” demek daha doğrudur. Anımsanacağı gibi 1688’de İngiliz burjuvazisinin mutlak monarşilere karşı başlattığı ayaklanmalara “Şanlı devrim” denilmiştir. Şanlı sıfatının kullanılması, benim anladığım kadarıyla kan dökülmeden gerçekleşmesidir.
Politikanın, ayaklanma formunda görünüşe çıkması Türkiye sol hareketindeki reformist, uzlaşmacı, pasif eğilimlere karşı da bir uyarı yapma işlevi görmüştür. Burjuva psikolojisinin kurucusu Freud’a göre cesaret, saldırganlık, korkaklık gibi duygu durumlarının doğuştan olduğu düşünülür. Burjuva psikologları, sanırım iddialarını Batı’da, kapitalizmin yarattığı insan tipinden hareketle ortaya koyuyorlardı. Van ayaklanması, böylesi bir bilim anlayışının eksenini de değiştirmiştir. Bu da “devrimin merkezi Doğu’ya, kaydı” Leninist argümanı ile uyumludur.
Van Halkından Sosyologlara Dersler
Van ayaklanması karşıtını da kışkırtmış sanırım. Savaş sanayisini, savaş uçaklarını, pilotları, işkenceci güruhların da iştahını kabartmıştır. Elbette bunlar, savaşın, direnişin sonucunun zafer olduğunu görünce tırsmış olmalılar. Şanlı ayaklanma, burjuva bilimcilerine, sosyal bilimcilere önemli sorular soracaktır. Comte, Durkheim, Weber… Tüm bu sosyologlar da hem Batı merkezci sosyologlar oldular hem de toplumları fiziğe benzeterek sosyoloji yapmışlardır. Oysa Van tecrübesi, genelde sosyal bilimcilere özelde sosyologlara bir metot değişikliği önermektedir. Gerçi Comte, dinamik olgulardan ve süreçlerden söz etmişti ama dinamik yerine devrimci terimi daha uygun görünüyor.
Van ayaklanması, burjuva analizcilerini de elbette ki şaşırttı. Kitlenin ruh hali, yöneldiği hedefin büyüklüğü, yüzlerdeki haklılık gururu, cesaret ve temsil edilen özgüven, onları bindirilmiş kıtalardan ayırıyordu. Yönlendirilmiş ruhların yerini, bilinçli, amaçlı, haklı politik bir topluluk almıştı. Medya sektörünü de anmadan olmaz. Zira sanırım olup bitenleri haberleştiremediği için an be an canlı yayın yapamadığı için mahcup olan bir medya vardı. Netice itibariyle medya patronuna sitem eden, olup biteni yutan, olaylara kör kör ya da bön bön bakan anlı şanlı burjuva medyasına da sıfır vererek sınıfta bırakan 3 Nisan ayaklanması oldu. Böyle bir direnişin zafer getirmesi, bence ikinci planda önemlidir. Önemli olan böyle bir ayaklanmaya cüret edilmesi ve ayağa kalkılmasıdır.
Ya iki polis arasında yürüyerek gözaltına alınırken yine de gülümseyen genç çocuğun durumunu nasıl okumak gerekiyor? Sizleri bilmiyorum ama ben Deniz Gezmiş’i anımsadım. İdama giderken, kaygı taşımıyor ve gülümseyebiliyor.
Marx ve Hegel ile Gelen Özgürlük
Marx, anarşist filozof Proudhon’u eleştirirken felsefenin sefilliğini öne çıkarmıştır. Hangi toplumsal davranışı görüp de bu yargıda bulunduğunu hep merak etmişimdir. Van ayaklanması bu noktada son derece önemli bir ipucu veriyor. Marx için felsefenin gerçekleştiği an, bu andır. Teori, pratiğe bir an için de olsa eşitlenmiştir. Hegel içinse Van deneyimi, geist’ın somutluk kazanması ve özgürlüğünü gerçekleştirmesidir. Felsefenin, kendisini pratik ile özdeş hale getirdiği an, hem Marx için Hem de Hegel için felsefenin bittiği andır!
Ayaklanma ve zafer anları, özdeşliğin göz kırptığı anlardır. Van sokaklarında saldırı görüntüleri içinde izlediğimiz panzer, toma, polis ve benzeri silahların nasıl da karşıtına dönüştüğü, halkın arasında sıradanlaşıp etkisiz hale geldiğini izlemek toplumu, barışçıl, özgür, eşitlikçi, duygu yüklü ruh dünyalarına taşımıştır. Marx’ın, bir sözünde değindiği gibi katı olan, katliam için var olan her şey buharlaşma ve karşıtına dönüşme potansiyeli taşıyor.
Sanat, Seçim ve Eylem
Buharlaşma, dönüşme diyoruz. Bu da, felsefenin eski niteliğini yitirmesi ve yeni bir forma bürünmesi anlamına gelir. Dolayısıyla koltuğa kimin oturacağının önemi de kalmıyor. Pratik teoriye eşitlenip onu aşmıştır. Direniş, eylem ve zafer, halkların tarihine altın harflerle yazılmıştır. Tarih, “artık ölsem de yenilsem de umurumda olmaz, bu onur, bana bin yıl yeter” diyor.
Sanatçılara da sorular soracaktır Van’daki ayaklanma. Sokaklar dile gelirse “beni görmeden, içselleştirmeden yapacağın sanatın modası geçmiş olur” cümlesini söyleyecektir. Eylem, kendini edebiyat olarak, şiir kendisini direniş olarak gösteriyor. Şimdilerde Van’daki durumu “ayaklanma sanatı” olarak okumak yanlış olmaz. Van şehrine bakılırsa sahnedeki sanattır, tuvaldaki resimdir. Fırçaların, çizgilerin, renklerin, dizelerin, imgelerin yol haritası değişmiş, figürler, tipler, karakterler yaratmak, senaryolar ve kitaplar yazmak, Van’dan sonra daha da zorlaşmıştır.
Ezilenler ve Devrimin Yolu
Ayaklanma, saraylara ve saltanatlara korku verirken burjuva feodal krallıkları, demokrasi ve cumhuriyet türünden sermaye odaklarına da korku salmıştır. Haziran ayaklanmaları (2013) ve Ekim ayaklanmaları (2014) ile benzer olduğunu, onların bir devamı olduğunu söylemek yanlış değildir. Tıpkı bu ayaklanmalar gibi Van hadisesi de, siyaset kurumunun temellerinin hiç de yıkılmaz olmadığını, devasa sultanların, padişahların bile birer cüceden ibaret olduğunu göstermiştir. İnsan, halk söylerse doğru söyler diye geçirir içinden: Mazlumun ahı, tahtından indirir şahı, padişahı! Bu yüzden de, denilebilir ki şanlı ayaklanma açısından kimin kazandığının hiç de önemi yoktur. Bu şan, sultanlara korku verirken tüm Van halkına ve dünya halklarına uzun yıllar moral ve motivasyon verecek güçtedir. Önemli olan burasıdır. Tarihe büyük puntolarla yazılacak olan içerik de budur.
Şanlı ayaklanma, siyaset kurumunda bir paradigma değişikliği yaratacak imkanlar sunuyor. Devrimci demokratik mücadelenin biçim ve içeriği açısından da pasif, ölgün, reformist ve uzlaşmacı çizgiler yerine yekinme, ayağa kalkma ve ileri atılmayı işaret ediyor. Van deneyimine göre arkasında sokağın gücü olmazsa sandığın ve seçimin bir değeri yoktur. Dolayısıyla bu direniş, yalnız ezilen Kürt ulusuna değil tüm bölge halklarına, dünyanın bütün ezilenlerine bilhassa da enternasyonal proletaryaya devrimin yolu konusunda temel araçları ve silahları işaret ediyor.