Felsefe ve felsefenin sorgulanması üzerinden, Mart ayı yapacağımız sunumların yol haritası belli oldu. Pasaport ve vize gibi bürokratik uygulamaların alt edilmesinden sonra içerik de büyük oranda şekillendi diyebiliriz. Danimarka programlarını, yalnızca bir dizi programdan ibaret saymak kanaatimce yanlış olur. Onlar aynı zamanda yeni bir felsefi yolculuk, yeni felsefi dostluklar, yeni bakışlar, yeni düşünceler ve yeni dünya arayışları anlamına da gelir. Netice itibariyle Danimarka’nın soğuk iklimini, değiştirme kültürü olarak düşündüğümüz felsefi etkinlikler ile hareketlendirip ısıtmak üzere 3 sunum (konferans) organize edildi. Sunumlar için Danimarka’nın üç büyük kenti seçildi: Odense, Kopenhag ve Aarhus.
İlkinde felsefenin ve Marksist felsefenin karakteri üzerinde durup ortaya çıkan pozisyondan dünyaya ve özellikle de ülkemizdeki siyasal gelişmelere ve emek hareketinin durumuna bakmayı planlıyoruz. Burada Marksist felsefenin özgünlüğü, burjuva-liberal felsefelerle ayrım noktaları öne çıkarılır. Marksizmin içine sızdığı düşünülen milliyetçi, modern, laik ve aydınlanmacı hurafelere dikkat çekmek gerekecek. Proletarya bilimi olarak betimlediğimiz tarihsel materyalizmin, kavramları değil, ekonomik ve sosyal olguları temel aldığına işaret edilir. Dolayısıyla onun, kamuculuk, millicilik, devletçilik, kooperatifçilik, belediyecilik türünden reformist bir ideoloji olmadığı, tersine devrimci bir teori olduğunun altını çizmek gerekecek. Bununla birlikte işçi sınıfı – emek- hareketinin önünü açacak şekilde reform ve ezilenlerin gücünden, neden yararlanılması gerektiği, halklar ile dayanışma içinde olmak gerektiğini de işaret etmek gerekecek. Sunumun, 11. Tez’e vurgu ile bitirilmesi uygun olur: Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca yorumladılar oysa dünyayı değiştirmek gerekir!
Ülkemizin önemli devrimci dinamikleri arasında Kürt özgürlük hareketini, Kızılbaş/Alevi toplumunu, kadın hareketini ve çevre mücadelesini mutlaka anmak gerekiyor. Bunların içinde kuşku yok ki Kürt sorunu en başta geliyor ve pratiği ile yalnız Türkiye toplumunu değil, Kürdistan, Ortadoğu, Asya ve hatta tüm dünya halklarını da ilgilendiriyor. Soruna çeşitli açılardan bakılabilir. Biz Marksist felsefe ve sınıf mücadelesi açısından bakmayı tercih edeceğiz. Self determinasyon hakkı üzerinde duracağız. Doğaldır ki, sosyal tarihin son beş yüz yılı içinde felsefi bir gezinti kaçınılmaz olur. Avusturya Marksist Partisi dahil olmak üzere Rus ve Alman sosyalist partilerinin tavrına ve Kaustky, Lenin, Stalin isimlerine yer vermek zorunlu görülüyor. Keza Türkiye’nin tarihine ve bölgedeki çatışmalara da değinmek icap eder.
Türkiye’de emek hareketinin en dinamik müttefiki olarak Alevi /Kızılbaş hareketini saymak son derece önemlidir. Sorunları büyük olan bir toplum olmasından dolayı mücadele alanında daha çok görünmektedir. Felsefi kaynakları kadar sosyal ve politik kaynakları da merak konusudur. Eşitlikçi bir toplum olması, ilkel komünal üretim tarzına dayandığının göstergesi olabilir. Dolayısıyla İslam veya benzeri dinlerden etkilenen değil de tam tersine etkileyen bir inanç sistemi olduğuna dair pekçok veri bulunmaktadır. Kendine özgü bir inançsal veya dinsel boyutu olmakla birlikte kültürel, felsefi bir yönü de bulunmaktadır. Teorisini “yol” kavramıyla ortaya koyan Alevi/Kızılbaş inancı, bünyesinde belli bir kavram seti ve terminolojiyi de barındırır. Uygar topluma geçişle birlikte kurumlaşma, dede ocaklarından dergahlara ve cem evlerine doğru yeni bir inşa süreci var. Bu dönüşümle birlikte Alevilik, bugün için geride kalan binlerce yıllık mücadele geleneği ve özgürlük arayışı anlamına gelir.