Hapishaneler Kapanıyor mu?
HUKUK NE İŞE YARAR?
Hukuk, bilhassa Türkiye gibi ülkelerde gündelik yaşamı, entelektüel çalışmaları, politik aktiviteleri koşullayan bir disiplin. Bu yüzden de Antik çağlardan beri filozofların yakından ilgilendiği bir alan olmuştur. Düşünce tarihinde olduğu gibi ülkemizin yakın tarihinde de hukuk üzerine önemli kitaplar yazılmıştır. Bu eserlerden birisi de değerli felsefeci dostum/arkadaşım Mehmet Akkaya tarafından kaleme alınmış. Bu yazımda, yazarın Hukuk Felsefesi adlı eserinden söz edeceğim (Belge Yayınları, 2022). Yazar, bu kitapta hukukun işlevini, tarih bilgileri eşliğinde irdelerken bir yandan da hapishanelerin kapatılmasının koşullarını tartışıyor.
Kitap Okumakta Amaç Nedir?
Şöyle bir soruyla başlamak istiyorum: Bir insanın kitap okumak istemekteki amacı ne olabilir? Kuşkusuz bu, kişinin amacına göre değişir. Kimi dinlendirmek ister ruhunu. Kimi okumaktan keyif alır. Alıştırmıştır kitap okumaya kendisini. Bağımlı olmuştur adeta. Roman, hikaye, mitolojik eserler, şiir, polisiye… Bazı eserler de vardır ki, bilgi verir. Beynimizin bilgi boşluğunu doldurur. Bilgi, güçtür, güvendir. Bilgilenmekle huzurlu olmanızı sağlar. Hayatta mutlu olmanızın en önemli kilometre taşlarından birisini gerçekleştirmiş olursunuz bilgilenmekle.
Bazı kitaplar da vardır ki, bildiklerinizin, o ana kadar öğrendiklerinizin eleştirilmesi, yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini size kavratır. Akademik olarak yoğun bilgiye sahip olabilirsiniz ve bu bilgilerinizi zamanı geldikçe etrafınızdakilere anlatıyorsunuzdur. Belki mesleğiniz öğretmenliktir, akademisyensinizdir üniversitede. Dolayısıyla ömrünüz bilgi depolamak ve onu aktarmakla geçiyordur.
Ancak Mehmet Akkaya’nın kitabına geçmeden bir soru daha soralım: Öğrendiklerinizi hiç eleştirdiğiniz, acaba dediğiniz oldu mu? Sosyal medyada bir yazı okumuştum. Ulus Baker diye bir sosyolog, yazar, filozof, akademisyen, çevirmen var. Yedi dil biliyor. Sürekli okuyor, yazıyor, anlatıyor. Türkiye’de Spinoza’yı ondan daha iyi anlatan yok. Epistemolojik manada tam bir dahi. Buraya kadar bir sözümüz yok. İnsanlığın düşünce tarihinde böyle parlak zekalı örnekler hep olmuştur.
Türkiye’de Filozof Çoktur
Baker gibi birer bilgi deposu olan ana akım filozof çoktur ülkemizde. Peki bunlar onca toplumsal sorun için ne diyorlar? Kapitalist sömürü, soygun düzeni veya örneğin halen devam etmekte olan Filistin-İsrail haksız savaşı ve Rojava’da devam eden sivil katliamlar hakkında nasıl bir yaklaşımları var? Görüşleri nedir? Bu ana akım filozoflara sorarsanız, ”bunlar siyaset biliminin, siyaset insanlarının görevi, ben mevcut bilgileri aktarmakla mükellefim” derler büyük olasılıkla.
Öyle değil işte. Akkaya’nın Hukuk Felsefesi adlı eserini okurken bize verilen bilgiler, yaşamımızda ne gibi bir değişikliğe yol açıyor? sorusunu sormadan edemedim. Her şeyden evvel olgular hakkında sorgulamayı, düşünmeyi öğretebiliyor mu? Kısacası, bilimsel bilgileri akademik manada biliyor olabiliriz. Bilgiler ‘biliyorum’ demekten başka bir işe yaramıyorsa, beynimizdeki bilgi deposu hayatımızı daha iyiye, toplumsal barışa, kapitalist sömürü, soygun düzeninden kurtulma mücadelesinde yeni aşamalara geçmemizde etkin rol oynamıyorsa, soyut düzeyde bir anlam ifade etmekten öteye geçmiyor demektir.
Ercan Kanar’ın Sunumu
Biraz uzattığımın farkındayım. Bağışlayın. Hukuk Felsefesi‘ni okurken ilk çağrıştırdıkları bunlar oldu bana. Şimdi sadede gelelim ve kitabın içine girelim biraz. Hukuk Felsefesi‘nin Sunum yazısını Mehmet Akkaya’nın, hukuk filozofu dediği Ercan Kanar yapmış. Kanar, ülkemizde insan hakları alanında mücadele kültürü ve pratiği denince akla ilk gelen çok az sayıdaki isimlerden biridir. Kanar, insan haklarını cesaretle ayrımsız savunduğu ve bizzat aktivisti olduğu için her dönem iktidarların gadrine uğramış bir “düşünce suçlusu”dur. Kanar’a göre sınıflı toplumlar ve devlet var olduğu sürece insan hakları mücadelesinin devam edeceği bilinen bir gerçektir.
Sunum’da Ercan Kanar çok önemli bir belirleme de bulunuyor: ”Din, aile, devlet, sınıflar, hukuk kalkana kadar insan hakları mücadelesi devam eder. İnsan hakları mücadelesi, iktidar mücadelesinden farklıdır, iktidar alanlarının daraltılmasını hedef alır. Siyasi mücadele ise iktidarı ele alarak geçişi sağlamak sürecinde işlev görür. Devletli tüm toplumlarda insan hakları mücadelesine ve kurumlarına ihtiyaç vardır. Bu anlamda hukuku yok edecek hukuk mücadelesi, insan hakları mücadelesiyle kucaklaşır” (Age, S. 31).
Ercan Kanar ile Mehmet Akkaya arasında küçük bir nüans olduğu da anlaşılıyor. Yani hukukun görevi ve özellikle hapishanelerin hangi koşullarda ortadan kalkacağı konusunda, kitapta iki değişik görüş olduğu söylenebilir. Akkaya, hapishanelerin ancak komünist toplumda son bulacağını ileri sürüyor. Ercan Kanar ise hukuk ve insan hakları mücadelesiyle de hapishanelerin sınırlanacağını, adım adım ortadan kalkabileceğini savunuyor.
Filozofların Hukuk Anlayışı
Akkaya’nın kitabı genel olarak, insanlığın, toplumsal olarak bugüne kadar geçirdiği evreleri inceliyor, hukuk disiplinini felsefi açıdan yorumlayarak hayatımızın düşünsel dünyasında yeni bir pencere açıyor. Siyasal, hukuksal düşüncelerin toplumsal tarihi hakkında ciltleri dolduracak hacimdeki bilgileri özetleyerek, sorgulamaya çalışıyor. Sizi tartışmaya da katıyor adeta.
Kitap, Sokrates, Platon ve Aristoteles’in hukuksal manada devlet yönetimi anlayışlarını eleştirel olarak karşılaştırıyor. Kitapta, felsefe tarihi öne çıkıyor ve filozofların hukuk, devlet ve toplum konusundaki görüşleri ele alınıp sorgulanıyor. Büyük filozofların devletçi olduğuna dikkat çekilmiş. Örneğin Aristoteles için şöyle yazmış Akkaya: ”Aristoteles de hocası Platon gibi devleti, hukuku, aileyi, özel mülkiyeti kutsamıştır. Gerçi Platon Kanunlar ya da Yasalar adlı kitabında bu görüşlerini kısmen yumuşatmıştı. Tek adam (kral filozof) tezinden seçilmişlere, kurul ve meclis gibi uygulamalara dönüş yapmıştı. Aristoteles’in biraz daha ılımlı bir hukuk felsefesi kurduğu düşünülebilir.Yine de bugünden bakıldığında Sokrates, Platon ve Aristoteles’in her halükarda sert, demokrasi karşıtı, mülkiyetçi bir hukuk düzeninden yana oldukları unutulmasın” (Age, S. 116).
Doğa Anlayışı ile Hukuk Felsefesi
Akkaya, Antikçağ’ın üç büyükleri dediği Sokrates, Platon ve Aristoteles üzerinde özellikle durmuş. Bunlar bireyi, devlet içinde eriten filozoflar olarak betimleniyor. Dolayısıyla kitap, Aristoteles’teki doğa anlayışını, doğa-hukuk arasında kurulan ilişkiyi de sorguluyor:
“Aristoteles’teki ılımlılık biraz daha egemen sınıflara akıl hocalığı yapmasından kaynaklanıyor. Mülkiyetçi yapının aşırıya gitmesi, sınıflar arasındaki uçurumun artması ayaklanmalara neden olmaktadır. Aristoteles için sınıflar olsun, olmalıdır da. Bu durum doğaya uygundur. Doğada nasıl ki varlıklar arasında eşitlik, homojenlik yoksa toplumda da olmaması gerekir. Ancak! Ancak sınıflar arasındaki uçurumun artmaması, sistemin sürmesi için gereklidir” (Age, S. 117).
Akkaya, tüm felsefe tarihine eleştiri getirdiği gibi orta yolcu filozof dediği Aristoteles’in ılımlı diyeceğimiz tutumunu da eleştiriyor: “Aristoteles tüm uzlaşmacı ve orta yolcu felsefesine rağmen insan dediğinde de yalnızca halk, özgür vatandaş statüsünde olanları anlamıştır. Emekçi sınıfları, ezilen mağdur kesimleri taş toprak türünden daha iyi ihtimalle zenginlerin üretim aracı olarak görmüştür. Dolayısıyla bu kesimlerin hukukta yerlerinin de adlarının da olduğu düşünülemez” (Age, S. 117).
Egemen Sınıfları Savunmak
Akkaya’nın hukuk üzerinden Antikçağ’a tuttuğu projeksiyonu Ortaçağ ve Yeniçağ filozoflarına da tuttuğunu fark etmek zor olmuyor. Batı Ortaçağı’n da Augustinus ve Doğu Ortaçağı’nda Farabi’yi görüyoruz. Bunlar da kendi çağlarının hukukunu savunmuşlardır. Bu hukuk elbette ki egemen sınıfların çıkarını yansıtmaktadır. Kitapta da altı çizildiği gibi hukuk, görünüşte tüm toplumun çıkarını temsil ediyormuş gibi olur, gerçekte ise egemen sınıfların çıkarını meşrulaştıran bir işlev görmektedir.
Hukuk Felsefesi‘nde Hegel – Marx karşılaştırması da yapılıyor. Akkaya’ya göre ilki, hukuku Hıristiyan Germen toplumuna uyarlıyor. Marx ise hukuku ekonomik yapıdan kaynaklanan bir üstyapı kurumu olarak görüyor ve komünist toplumda sönümleneceğini düşünüyor. Kitap, hukukun sönümlenmesi bağlamında Sovyetler Birliği ve Çin’deki hukuk tartışmalarını da konu ediyor.
Hegel’in Özgün Felsefesi
Kitap, bize toplumsal mücadele sürecinde felsefi manada Hegel’in idealist, devletçi, kralcı görüşlerinin burjuva sınıfına hizmet ettiğini önümüze serirken şunlar söyleniyor: “Genellikle liberalizmin devleti küçülttüğü ya da küçültmek istediği iddia edilse de gerçekler böyle söylemiyor. Bir de Hobbes, Kant ve Hegel gibi filozoflar söz konusu olduğunda devlet yanlısı felsefe yapma tarzının baskın olduğu anlaşılmaktadır… Hegel’in devlet ve hukuk felsefesi birtakım mistik ve soyut denilebilecek felsefe sisteminin içine gömülmüş gibidir. Ona göre hukuk soyut hak olarak vardır. Bu soyut hak kendisini ancak devlet organizasyonu içinde somutlaştırabilmektedir” (Age, S. 200).
Akkaya açısından Marx, Hegel’in hukuk anlayışını önemsenmiştir. Çünkü Hegel, kendinden önceki felsefeleri içeren bir düşünce sistemi kurdu. Bu yüzden de kitapta Hegel vurgusu dikkat çekiyor. Mesela Hegel için suç, hakkın inkarıdır. Marx içinse suçu, sınıflı toplum üretiyor. Hegel için suç ve bunu önleyecek olan hukuk her zaman var olacaktır. Oysa Marx ve Marksizm açısından hukuk, sınıflı toplumla geldiği için komünist toplumda son bulacaktır, Akkaya’nın tabiriyle müzelik olacaktır. Yazar şöyle devam ediyor: “Hegel’in mantığına bakılırsa yasaları ancak bir kral yasa koyucu koyabilir. Toplum bu yasalara uymakla mükelleftir. Hegel eşitlik sorununu da çözdüğüne inanıyor. Herkes devlet, dolayısıyla hukuk ve yasalar karşısında eşittir” (Age, S. 201).
Marx: Hukuk Sönümlenir
Akkaya, her toplumda hukuk vardır, klişesine itiraz ediyor. Ona göre komünal toplumlarda sosyal yaşam kuralları, sınıflı toplumlarda ise hukuk kuralları vardır. Kitap, komünist toplum ile ilgili kısa ama öz itibariyle oldukça aydınlatıcı bilgiler de veriyor. Her toplum biçiminin kendine ait bir hukuk düzeni olduğu şeklindeki tanımlamaların ne kadar içi boş sözlerden ibaret olduğunu öğreniyoruz kitabı okumakla. Zira komünist toplumda devlet sınıflarla beraber ortadan kalkacağı, sönümleneceği için hukukun da varlığından bahsedilmez. Marx’ın, hukuk felsefesinin anlatıldığı bölümde sönümlenme sorunu ayrıntılı bir şekilde izah ediliyor.
Kitabı okuma sürecinde, Akkaya ile görüşmemiz de oldu. Hukuk Felsefesi‘ne ilişkin konular üzerinde de konuştuk. Akkaya, zorunlu çalışma ve gönüllü çalışma arasında ayrım yapıyor. Sınıflı toplum koşullarında meslek ve zorunlu iş yaşamı ile insanların özgürlükleri son derece kısıtlanmakta, yoğun ve zorunlu çalışma temposu içinde bunalan çalışanların, bireysel yeteneklerini açığa çıkarması nerdeyse imkansız hale gelmektedir. İşte komünist toplum koşullarında gönüllü çalışma egemen olacağı için hukuka temel teşkil eden artı değer de, emek sömürüsü de son bulur. Böylesi bir dünyada ise hukuka ihtiyaç kalmaz.
Alman İdeolojisi ve Hukuk
Zorunlu çalışmanın ve dolayısıyla hukukun ortadan kalkacağını göstermek üzere kitapta, Alman İdeolojisi‘nden şöyle bir alıntı yapılmış: ”Komünist toplumda, yani kimsenin sınırlanmış bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı, herkesin arzu ettiği bir dalda işin üstesinden gelebileceği toplumda, toplum genel üretimi düzenler. Böylece, bugün başka bir şey, yarın başka bir şey yapmak, hiçbir zaman avcı, balıkçı, çoban ya da eleştirmen olmak durumunda kalmadan, akla estikçe, sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam sığır yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra da eleştiri yazmak mümkün olur”(Age, S. 286).
Hukuk Bilincinin Gerekliliği
Amacım kitabı detaylı olarak anlatmak değil kuşkusuz. Asıl amacım, kitapta öne sürülen, kendimce önemsediğim bazı noktalara işaret etmektir. Umarım yazdıklarım sizlerde de kitabı okuma arzusu yaratır. Eser, çok sayıda kitabın ve bilginin özümsenmesiyle yazılmış. Yazarın dediği gibi hukuk bilgisi biriktirmek değil de devrimci bir hukuk bilinci oluşturmak gerekiyor. Okuduğunuzda bilimsel bilgi içeriği yoğun olan diğer kitaplardan farklı olarak, bilginin beynimizde depolanarak işe yaramaz halde kalacağına, onu bilince çıkarmak gerektiğine olan inanç artacaktır. Benim de bunları yazarken amacım, bilgiyi işe yararlı hale getirmek, günlük iş, meslek veya entelektüel yaşamamızda kullanılan maddi bir değer olmasını sağlamanın önemine işaret etmektir.
Sonuç olarak bu yazıda, bir kitabın insan beynini nasıl etkileyip harekete geçirdiğini, ana akım düşüncelerin ve akademik bilgilerin de içinde olduğu her türlü bilginin sorgulanması gerektiğini, eleştirel tarzda sunuluşunu anlatmak istedim. Eline, yüreğine sağlık Mehmet Akkaya.