100. Yılında
CUMHURİYETLE / CUMHURİYETTE NE DEĞİŞTİ?
Türkü aynı türkü, Sazlarda tel değişti,Yumruk aynı yumruk, Bir tek el değişti! (Neyzen Tevfik)
Değerli arkadaşım Celalettin Can da kesinleşmiş bir buçuk yıllık cezası için hapse konulmuş. Gündem gazetesinde yayın yönetmeni ve yazar olması gerekçe gösterilmiş. Son yıllarda bu türden tutuklama ve hapsetmelerin ardı arkası kesilmiyor. Dolayısıyla bu bağlamda ülkemizin (Cumhuriyetin) ve dünyanın 100 yıllık tarihine ilişkin bir iki noktaya işaret etmek yararlı olabilir.
Emperyalizm, 20. yüzyıl başlarında, ülkemizde 1923 itibariyle Anadolu, Mezopotamya ve dünyanın daha pek çok coğrafyasında, halkları ve toprakları parçalayıp masa başında, sınırlarını cetvelle çizip inşa ettirdiği devletlerin kuruluşunu kutluyor. Emperyalizmin marifetleri bugün de Ukrayna’da, Kürdistan’da, Filistin’de daha dünyanın birçok yerinde savaş, vahşet ve zulüm politikalarıyla devam ediyor.
Türk egemen sınıfları da buna uygun olarak emperyalizmin ülkemizde inşa ettiği/ettirdiği ve adına cumhuriyet dediği devletin 100. yılına odaklanmış durumda. Kutlama hazırlıkları süredursun sorular ve sorunlarda bir değişiklik olmadığı anlaşılıyor. Cumhuriyetin kurulmasıyla veya onun 100. yılında emekçiler, kadınlar ve ezilen inançlar ile ezilen halklar açısından ülkemizde ne değişti?
1921’de Karadeniz’de komünist katliamıyla başlayan süreçte nitel bir değişiklik olduğunu ileri sürmek çok zor. Aydınlar, muhalifler, Kürtler, komünistler baskı, sansür ve kıyım görmeye devam ediyor. Dolayısıyla denilebilir ki emperyalizm, 100 yıldır dünya halklarına ne getirdiyse adına cumhuriyet denilen devlet de çeşitli milliyetlerden Türkiye halklarına ve emekçi sınıflara aynı şeyi getirdi!
Koçgiri, Dersim katliamlarıyla yoluna devam eden cumhuriyet 1960, 1971, 1980 darbeleriyle yoluna devam etmiştir. Bazen sermayenin dinci kanadı bazen seküler kanadı devlete kumanda etse de öz itibariyle bir değişikliğin olduğunu iddia etmek zor. Halen de cuntalarla, askeri ve sivil darbelerle varlığını sürdürüyor bu cumhuriyet. Emek sömürüsü üzerine kurulu bu sistemde halen, her gün gözaltı, tutuklama işlemleri eksik olmuyor.
Son zamanlarda bu baskı ve zindan politikasından Celalettin Can da nasibini almış oldu. Bu bağlamda felsefe tarihinin son zamanlarda tartıştığı temalardan birisi de “son” meselesi olmuştur. Sanatın sonu, felsefenin sonu, ideolojilerin sonu, tarihin sonu…
Bunları tartışan filozofların, haklı olarak ulus devletler için cumhuriyetler için dinler için de benzer tartışmalar yaptıkları anlaşılıyor. Örneğin Negri ve Hard gibi siyaset filozofları yeni İmparatorluklardan söz ediyor.
Görülen o ki, önüne halk veya İslam gibi sözler getirilen cumhuriyetler bir çözüm olmuyor. Gelinen aşamada Türkiye gibi ülkelerde burjuva-faşist yasaların bile rafa kaldırıldığı söyleniyor. Birazdan bir kısmını ekleyeceğim Celalettin Can’ın mektubunda da aynı sıkıntıyı tespit ediyoruz.
Celalettin Can örneği deyip geçmeyelim. Kendisi 1978 kuşağının devrimci önderlerinden. Basın ve kamuoyunda tanınan, bilinen, göz önünde olan birisidir. Akil adam kadrosunda yer almıştır. Gündem gazetesinde “sembolük müdür” olduğu gerekçesiyle başına bunlar geliyor. Tanınan birinin başına, üstelik düşünce özgürlüğü de ihlal edilerek, bunlar geliyorsa halkın başına neler gelmez ki diye sormadan edemiyor insan. Üstelik bunlar elbette cumhuriyet tarihi boyunca ne ilk ne de sondur. Şimdi sözü Celalettin Can’a bırakayım:
“Adalet Bakanlığına sesleniyorum; sorumluluğunuz altında olan cezaevlerindeki hukuksuzluklara son verin. Siyasi mahpuslara rehine muamelesi yapmaktan vazgeçin.
Sorun alanlarını tespit edin. Kötü muameleden vazgeçin!
Bana verilen ceza 1 yıl 3 aydır. Cezanın infaz süresi ise 11 ay 25 gündür. Bununla birlikte, 2018 yılında 5 ay kaldığım cezaevindeki sürenin mahsup edilmesiyle, bir yılın altına düşen cezam sonucunda yasal olarak doğan ‘Denetimli Serbestlik Hakkı’m kullandırılmıyor.
Denetimli serbestlik hakkımı kullandırmamakla sağlık durumumu riske atıyorsunuz…
Bana ve tüm mahkûmlara kazanılmış haklarımız karşısında dayatılan yasal hakkım olan denetimli serbestliğin sağlık koşullarımı da dikkate alınarak acilen uygulayın… Siyasi Mahpusları “ıslah” etme mantığından vazgeçin. Haklarımı tehdit aracı olarak kullanmayın! Doğabilecek yaşamsal risklerden sizler sorumlusunuz!
Hukukun tanıdığı haklarımı uygulayın. Adaleti sağlayın…
Adalet için mücadelemiz devam edecek. Dostlara Selamlar.”
Hukukla ilgili en ilginç açıklamalardan birisi Platon’un Devlet adlı kitabında geçer. Kitapta Trasimachos der ki hukuk güçlünün işine gelendir! Bu argümanın karşılığını görmek için emperyalizmin dünyadaki hareket tarzına bakmak yeterlidir. Uluslararası hukuk denilir ama kendilerinin çıkarı söz konusu olursa hukuk rafa kaldırılır. Diğer ulus devletler gibi Türk egemen sınıfları açısından da durum farklı değildir. Söz konusu olan sermayenin çıkarı ve ihtiyaçları olduğunda insan hakları ve hukuk mukuk gibi kurallar teferruattır.
Celalettin Can’ın mektubundaki taleplere bakılırsa burjuva hukukunun, faşist yasaların bile uygulanmadığı anlaşılıyor. Dolayısıyla Cumhuriyet adına da olsa günümüz koşullarında umutlu olmak ne yaz ki çok zor. Descartes’a göre bazen filozoflarda bulamadığımız yanıtları, şairler birer ikişer dizede pek güzel ifade eder. Bizim de Cumhuriyetle ya da Cumhuriyette “ne değişti?” sorusunu bir kez daha güncelleyip Neyzen Teyfik’in dizeleriyle yanıtlamamız anlamlı ve bir o denli de eğlenceli olabilir:
Türkü aynı türkü,
Sazlarda tel değişti,
Yumruk aynı yumruk,
Bir tek el değişti!
100 yıldır neyin değiştiğini göstermesi açısından şairin dizeleri son derece önemlidir. Değişen ve yeni olan Hegel’e sorulacak olsaydı filozof, sanırım şöyle derdi: Güneşin altında yeni bir şey yoktur! Bu dizeler ve filozofça sözler aynı zamanda emperyalizmin, sözünü ettiği uygarlaşma, modern dünya, hukuk devleti türünden söylemlerinin niteliğini yansıtıyor. Türk hakim sınıflarının 100 yıldır sınıfsız imtiyazsız toplum, demokrasi, özgürlük, adil yargı hakkı türünden ortaya koydukları söylemin sahteliğini de gösteriyor elbette.