Marx ve Marksizm Bağlamında
ALEVİLİĞİN EVRENSEL KAYNAKLARI
Alevi/Kızılbaş kültürünün konu edileceği programda, bu geleneğin evrensel kaynaklarının felsefi bakış açısıyla dile getirilmesi planlanıyor. Alevilik, inanç olmanın yansıra kültür, felsefe ve yol olarak da betimlenir. Bu özellikler, geleneğin tarihsel kaynaklarını ortaya çıkarmayı zorunlu kılıyor. Bu da, soruna tarihsel materyalizm açısından bakmayı gerektirir. Son zamanlarda, “Kızılbaşlara yapılan kültürel kuşatma”ya da buradan bakmak kaçınılmazdır.
Böyle bir bakış bizi eski ve yeni toplumların tarihinde ve düşüncenin düzeneklerinde derinleşmeye götürür. Alevi araştırmaları sürekli olarak artıyor, sonuçta yeni veriler, bilgiler ve pratikler ortaya çıkıyor ve kapsamlı bir literatür oluşuyor. Bu veriler felsefi bakımdan da yeni yorum ve analizleri gerekli kılmaktadır. Bu haftaki sunumda yeni olduğunu düşündüğüm fikirlerimden bir kesiti tartışmaya açma niyetindeyim. Sunum skype üzerinden gerçekleşiyor. Afişte, Kızılbaşların evrensel kaynakları ifadesi öne çıkarıldı. Merak edenler için bu metinde de, şimdiden konuşmanın kısaca çerçevesini çizmek isterim.
Kızılbaş kültürünün dinsel ve inançsal bir boyutunun olması, bizi ister istemez Marx ve Marksizme bağlanmaya götürmektedir. Marx’ın, dinselliği bağımsız, kendi başına bir disiplin olarak ele almadığı bilinir. Ona göre din, kültür ve inançlar, ekonomik ve sosyal altyapının bir yansıması olarak varlık kazanır. Sınıflı toplumun mülkiyetçi yapısı çözülüp buharlaştığında din de sönümlenir, müzelik olur. Vurguya bile lüzum yok ki, Marx ve Marksizm, dine teosantrik (Tanrı icadı) veya Feuerbach’ta olduğu gibi antroposantrik (insan merkezli) açıdan yönelmiyor. Soruna üretim güçlerinin ve mülkiyet ilişkilerinin gelişmesinin bir neticesi olarak bakıyor. Buna sosyalsantrik bakış da diyebiliriz.
Kızılbaşlara Kültürel Kuşatma
Konuya Marx üzerinden baktığımızda Alevi/Kızılbaş toplumunun evrensel kaynakları yanında felsefi kaynakları ve komünal kaynaklarını da ortaya çıkarmak gerekiyor. Bunlara birazdan değineceğim. Kültür meselesi son zamanlarda daha da dikkat çeker olmuş ve Aleviler için bir kuşatmaya dönüşmüştür. Aktüel açıdan Kızılbaşların kültürel bir kuşatma altında olduğu düşünülürse buna karşı felsefi-ideolojik bir mücadele yürütmek gerektiği de meşru hale geliyor.
Alevilere yönelik müdahaleler hiç eksik olmamıştır. Şimdiki gelişmelere bakarak “Kızılbaşlara kültürel kuşatma” ifadesi kullanılabilir. İki yönlü işlediğini düşünmekte yarar var bunun. Birisi içten geliyor. Aleviliği İslam gibi gösteren, daha çok iyi niyetli ama bilgi eksikliğinden kaynaklanan yaklaşımlardır bunlar. Devletin müdahalesi de bu paraleldedir ve daha sinsicedir.
İkincisi ise modern, bilimsel, ilerlemeci olduğu iddia edilen gelişmelerden gelmektedir. Bu da dıştan yapılan bir bilimsel/kültürel kuşatmadır! Sorularla konuyu anlaşılır kılmaya çalışalım. Modern hukuk sisteminin olduğu dünyada Görgü cemleri işlevsel olabilir mi, sosyal konutlar yerine devasa binalarda (cemevi) yapılan cemler ne oranda meşrudur? Sorgulanması gereken bu sorulara şu kapsayıcı suali de eklemek elzem görünüyor: Kızılbaş/Alevi inancını görkemli, modern ve lüks cemevlerinin içine sığdırmak mümkün mü? Böylesi bir kültürü, devletin atayacağı dedelerin insafına bırakmak ne derece etik, insani ve vicdanidir?
Aleviliğin Politik – Felsefi Arkaplanı
Kızılbaşların evrensel kaynaklarını konu edinen bir programda sınıf dinamiği de dikkate alınmalıdır. Bu yüzden de Mazdek’ten Şeyh Bedreddin’e; Hasan Sabbah’tan Thomas Münzer’e; Şah Kulu’ndan Pir Sultan’a dek geniş bir politik şahsiyetler kümesine gönderme yapmak kaçınılmaz görünüyor. Burada Kızılbaşların seküler akrabaları olan ezilen sınıf dostlarını da (Spartaküs misali) anmak gerekiyor. Zira Alevilerin mücadele tarihine baktığımızda ezilen dinselliğin, ezilen sınıflarla ittifakının ve bütünselliğinin söz konusu olduğu görülmektedir. Varlığın bir bütün olması gibi düşünüş ve davranış tarzları da bütünlük oluşturur. Bu da diyalektiğe gönderme yapmaktadır.
Alevilik, insan merkezli olmadığı gibi aydınlanmacı, modern bir inanç sistemi de değildir. Doğayla uyumlu bir inanç olarak bütünselcidir. Bunun için merkez, yalnızca insan/insanlar değil tüm canlılar alemidir. Hatta yalnız canlılar alemi demek de eksiklik olabilir. Varolduğu düşünülen canlı cansız tüm alem merkezdir. Hiyerarşi değil bütünlük vardır. Bu felsefenin izlerini Çin, Hint ve Mısır felsefelerinde de bulmak mümkündür. Bütünlük düşüncesi yalnızca mekanda bütünlük değildir. Aynı zamanda bütünlük anlamına geliyor. Kızılbaş kültüründe “devriye kültürü”ne tekabül ettiği anlaşılıyor. Mısır mitolojisi dahil olmak üzere pek çok halkta reenkarnasyon mitosu vardır. Bu mitoslar devriye anlayışına uzak değildir.
Kızılbaşların Komünal Kaynakları
Alevi/Kızılbaş inancı, maddi kaynağını klan – kabile – kandaş toplumlarındaki eşitlikçi üretim biçimlerinden alır. Bu kaynakları genellikle Anadolu ve Mezopotamya’da bulsak da, bunun Doğu’dan Batı’ya tüm dünyada var olduğunu tespit etmek zor değildir. Amerika yerlileri dahil (İnkalar) olmak üzere, Hindistan’da Budizm içine yansımış, Çin’de Konfüçyus felsefesine ve Taocululuğun içine sinmiş, Orta Avrupa’da Husçulukta kendine yer bulmuş olduğu anlaşılıyor.
Buradan hareketle söylenebilir ki, Alevilik, herhangi bir dinin içinde değildir. İslam, Hıristiyanlık, Budizm ve Yahudilikle ilgisi olsa bile esasen kendine özgü bir kültürdür. Aleviliğin yalnızca bir din olmadığı, kültür olduğu gibi aynı zamanda felsefe olduğu da bir başka hakikattir. Dolayısıyla Kızılbaş kültürünün, Çin felsefesi, Hint felsefesi ve Yunan felsefesi ile bağını kurmak da mümkündür.
Aleviliğin Demokratik Kaynakları
Kadim halkların düşünce dünyasına bakıldığında Kızılbaş kültürünün yerel değil evrensel bir yapıda olduğunu fark etmek zor olmaz. Taoculuğun kurucusu Lao Tse’ye göre mülkiyetçi uygar dünyaya karşı, insan kendi doğal özüne dönmelidir. Filozof, gerek “arınma” görüşünü savunurken gerekse de düşüncesini “yol” olarak betimlerken sanki Kızılbaş kültürünün içinden konuşmaktadır. Eşitlikçi felsefeler, İyonya düşüncesinde de vardır. Japon filozof Kojin Karatani referansı ile izonomiyi örnek vermekle yetiniyorum. İzonomi, hakiki demokrasi anlamına geliyor ve eşitlikçi, komünal topluma yakın duruyor. İzonominin merkezinin ise Efes ve Milet olduğu ileri sürülmektedir.
Aleviliğin yatay ve dikey kaynaklarını genişletmek mümkündür. Komşunu ve bütün canlıları akraban bil ve egoizmden uzak dur diyen Hint felsefesini anmak gerekir. Budha, aydınlanmış birisi olarak Hindistan’ın sınıflı, katı kast sistemine karşı çıkarak – adeta- Alevi geleneğindeki mücadeleye atıf yapar. Keza Konfüçyus de sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma diyerek Alevi kültürüne yaklaşır. Mısır felsefesine göre bir her şeydir, her şey birdir. Buna göre insan dünya ile özdeştir. İnsanı bilen dünyayı bilir. Vahdet-i vücut’a bağlandığını saptamak zor olmuyor.
Aleviliğin Evrensel Kaynakları
Alevi/Kızılbaş toplumunun evrensel akrabalarını yalnız Anadolu ve Mezopotamya değil Bogomiller’de, Katarlar’da, Malakanlar’da, Babailer’de, Bektaşiler’de, Karmatiler’de, elbette ki Mazdekler’de bulmak olasıdır. Felsefi, dinsel etkiler olarak ateşi merkeze alan, Zerdüşt’ü, “elini, belini, dilini mühürle” sloganıyla etkili olan Maniciliği sayabiliriz. Bunlara Taoculuğu, Platon ve stoa felsefesini, Budizmdeki doğacı ve eşitlikçi felsefeleri de eklemek yanlış olmaz. Nitekim bu evrensel kaynaklara birçok Alevi araştırmacısının eserlerinde de rastlıyoruz. Evrensellik ilkesi, Aleviliğin etnisiteden muaf olduğunu göstermesi bakımından da ilginçtir. Örneğin bu kültür için Türk, Kürt, Arap, Fars, Fransız, Alman gibi ulusal kimliklerin bir önemi bulunmuyor.
Amerika’ya değinmek de ilginç olabilir. Marx ve Engels’in, görüşlerinden yararlandığı Amerikalı antropologun adı Henri Morgan ve kitabının adı ise Eski Toplum idi. Morgan, Amerika yerlileri içinde klan-kandaş toplumlarına benzer topluluklar olduğunu saptamıştır. Marx ve Engels, Eski Toplum adlı bu çalışmayı çok önemsemişlerdir. Demek ki, sınıf, mülkiyet, hukuk, ordu, devlet yeni zamanların icadıdır. İnsana yabancıdır. Biz bunların Kızılbaşlara da yabancı olduğunu ileri sürüyoruz.
Aleviler Müslüman Değildir!
Diğer din, felsefe ve kültürler için de Mezopotamya’nın merkez olduğu düşünülürse aynı durumun Kızılbaş toplumu için de geçerli olduğu anlaşılacaktır. Bu coğrafyada devlet dini olarak var olan İslam’ın ve onun çeşitli türevlerinin Aleviliği etkilemesi doğaldır. Bunun kadar açık olan bir durum daha var ki, Aleviler Müslüman değildir! Dolayısıyla Türk/İslam ideolojisinin yüz yıldır, “toplumun % 99’u Müslümandır” demesi büyük bir yalan değilse gerçekleri çarpıtmadır.
Aleviler ve Müslümanlar gibi iki inanç toplumunu kısa bir karşılaştırmadan geçiren her analiz, bu inançlar arasında en küçük bir benzerlik olmadığını rahatlıkla görebilecektir. Belki Kızılbaş kültürüne sonradan eklenmiş kısmi yabancılaşma unsurları bulunabilir. Fakat bu kadarı, tüm farklı inanç grupları arasında zaten var olabiliyor. Kaldı ki Kızılbaş inancını ve toplumunu egemen din gibi göstermek, onun ezilen ve dolayısıyla devrimci bir direnç kültürü olduğunu da inkar anlamına gelir.
Alevilik, Sınıf Dinamiği ve Özgürlük
Burada anılan inkara ve ayrıca tüm ezilen inanç, felsefe, cins ve toplulukların kıyımına karşı da felsefi-ideolojik mücadele yürütmek elzemdir. Mücadele derken hak hakikat için mücadeleyi kast ediyoruz. Bu anlamda Kızılbaş toplumunun, komünal dönemdeki eşitlikçi pratiklere dönme düşüncesi, onu sınıf talepleriyle de ilgilenmek zorunda bırakıyor. Modern işçi sınıfı öncesi, hak ve hakikat mücadelesinde Kızılbaş geleneğinin dünyanın her yerinde merkezi bir rol oynadığı saptanabiliyor. Bazı örneklerine yukarıda değinilmişti.
Demek ki Kızılbaş kültürü dinsel talepler yanında etik ve politik taleplerin de takipçisidir. Bugün Alevilerin devlete karşı öne çıkardıkları talepler, örneğin cemevlerine yasal statü, ancak yakın hedefli talepler olabilir. Uzun vadede eşit ve özgürlükçü bir komün düzeni talebi vardır/olmalıdır. Çünkü böylesi komünal toplumdan miras kalan bir inanç, ancak eşitlikçi bir sistem içinde yaşayabilir, yol kendini açar ve insan amacına ulaşabilir. Ülkemizde Kızılbaşların ezilen kesimlere ve komünistlere olan sempatisini de bu çerçevede okumak gerekiyor. İkisinde de öldükten sonra mutlu olmak değil bu dünyada mutlu olmanın mücadelesi içkindir. İnançsal ibadet de, sınıf mücadelesi de eşitlikçi ve özgür bir dünya kurmak içindir.