Dersim’de bir günü daha geride bıraktık. Günlük tutsaydım bugün neler yazabileceklerimi düşündüm. Hareketliydik, bu yüzden de bir çok mekana, konuya ve olaya temas etmekle yetindik. Kalabalık bir topluluğuz ve az zamanda çok tecrübe etmek istediğimiz için de teğet geçmekle yetiniyoruz. Böyle olunca nicelik niteliğin önüne geçiyor. Somut, nicel durumu da olduğu gibi yazmak istemiyorum. Vikipedya ve kitap bilgileri aktararak zaman da almak istemem.
Dersim’in doğal, sosyal ve tarihsel özelliklerine ilişkin son yıllarda çok sayıda entelektüel, akademik ve serbest çalışmalar yapılıp yayımlandı. Bunları tekrar etme miyetinde de değilim. Daha çok Dersim’in bana çağrıştırdıklarını, kritik, dinamik ve sembolik yönlerle ilgilenmek istiyorum. Mesela basında ve kamuoyunda duyduğumuz haberleri test etmek düşüncesi bunlardan birisi.
Munzur ve Mercan dağlarının eteklerindeki savaşçılarla karşılaşmak da beklentiler arasında. Bunlar, gazete, televizyon ve dergilerde çıkan “Munzur Vadisi’inde gerilla yol kesti” türünden haberleri de çağrıştırıyor. Zihnin beklentileri yoğun ve hareketli. Bakalım gün neler söyleyecek, tanıklıklar zihni ne derece ikna edebilecek? Bu soru ve duygularla güne merhaba dedik.
Dersim Zihniyeti ve Kutsallık
Dersim’in hemen dışında, otel olarak kaldığımız öğrenci yurdunda köpek havlamalarıyla uyandık. Yurt bahçesinde küçüklü-büyüklü 6-7 tane köpek vardı. Onları bir gün önceki akşam, benzinciden aldığımız ekmeklerle beslemiştik. Yine bir gün önce yaşlı bir kadın arkadaşı, oradan geçmekte olan bir polis aracı, bulunduğumuz yerden otobüse kadar götürürken insanları duygulandırmıştı! Bu yüzden de yurt bahçesinde, gruptan biri olan İsmail’in, “Tunceli’nin polisleri de köpekleri de ne kadar halka yakın, ne kadar iyi dostlar” demesi kaç kişinin dikkatini geçti, bilemiyorum.
Benim açımdan, böyle bir durum, varlığa (bu arada Dersim’e de) gereksiz bir kutsiyet yüklemek anlamına geliyor. Gerçi bizim program da, kutsal yerleri ziyaret etmek üzere organize edilmiş. Düzgün Baba ve Üryan Hıdır ziyareti bunlardandır. Dolayısıyla gerek ziyaret ettiğimiz kutsal mekanlar, gerekse somutta temas ettiğimiz insan ve insan toplulukları da bu kutsiyet duygusunu epeyce içselleştirmiş ve tetiklemiş oluyor. Üstelik eşlik ettiğim kurum, Alevi/Kızılbaş örgütlülüğü içinde ilerici özellikler taşıyan ender örgütlerden birisi: Pir Sultan Abdal Kültür Derneği.
Dersim gezisinin büyük bir kısmı, inanç duygusunun etkisinde geçiyor diyebilirim. Ben son yıllarda Alevi/Kızılbaş inancına belli bir ilerici özellik atfetsem de toplumun büyük bir kısmının dinsel yabancılaşma bakımından risk grubuna girdiğini de söylemem gerekiyor. Gruptakilerin ruh haline bakılırsa Düzgün Baba, Baba Mansur, Sarı Saltuk Ocağı ya da Üryan Hıdır, her derde deva bulacak mekan ve şahsiyetlerdir! Beni rahatsız eden de Dersim’e buradan bakılmasıdır. Dersim zihniyeti, kutsalın gölgesinde kalıyor. Grupta bununan Dede kılıklı kişiler ile cami imamı arasındaki fark da neredeyse kapanmış. Bu şahsiyetlerden biri Dersim merkezde, bir kahve toplantısında Alevilerin İslamla var olduğunu söyleyince mekan sahipleri itiraz etti ve hararetli tartışmalar çıktı. Kavganın eşiğinden dönüldü.
Munzur Vadisi’nin Söyledikleri
Böylesi bir kutsal psikoloji içindeyken Dersimli arkadaşım Özlem Armen’den bir ses geldi, not düştü telefonuma. “Buluşalım” dedim. Armen “Tamam” deyip günün büyük kısmında bize rehber olarak eşlik etti. Dersim Merkez’den Ovacık’taki Munzur Gözeleri’ne dek genel olarak kent ve içinden geçtiğimiz civar hakkında bilgiler verdi, yorumlar yaptı. Biraz hüzünlü, biraz buruk, biraz sevinçli bir duygu durumu vardı. Güldüğümüz de oldu.
1937-1938 katliam yıllarına kadar gerilerden geldik. Yol, yolculuk, manzara, konuşmalar ve içerik çok yoğundu. 1-2 saatin nasıl geçtiğini bile bilemedik. Biz kendi aramızda konuşurken Munzur vadisi boyunca, kendisi de bir Dersimli olan dernek başkanı Kenan Yerlitaş da kitleye bilgiler veriyordu. Katliam yıllarında “mermi gitmesin diye insanların süngüye takılarak katledildiğini” söylüyordu. Ansızın bir sessizlik oldu. Armen ne düşünüyordu, bilmiyorum ama ben, ezberimde de olan Nihat Behram’ın Dersim’i Unutma Yoldaş adlı şiirini içimden okumaya başladım. Sizinle de paylaşmak isterim şiiri:
DERSİM’İ UNUTMA
Aştı yeryüzünün kızartısı günbatımı rengini…Akan kandır: oluk oluk bebelerden, yaşlılardan…
Aştı dağların uğultusu gök gürültüsünü…Döven top mermileridir: göğüsleri, alınları…Akan kandır, döven top mermileriO mazlum halkı, o öksüz vatanı…
Derinleşti Lâç Deresi, Harçik Çayı, Zilan…Yükseldi Halis Dağı, Haydaran, Munzur…Akan kandır, döven top sesleri mahzun vatanı…
Aksakallar, ölü canlar, kundak bezleriİnim inim kan içinde kaynadı,Günlerce yaraları yaladı zulüm rüzgârı,Analar yavrular için, yavrular bacılar içinGökyüzünün yıldızınca ağladı…
Akan kandır, Dersim’i unutma yoldaş,Bin kat daha akıtılsa savun nazlı vatanı…
Bımre koletî…Bıji Azadî…
Dersim, Şairler ve Filozoflar
Şiiri içimden okurken, içeriğini, estetiğini bir kez daha düşündüm. Düşünce, beni Descartes’a kadar gerilere götürdü. Descartes demişti ki, çoğu zaman filozofların felsefesinde bulamadığımız derinliği ve içeriği şairlerin şiirlerinde buluyoruz. Dersim’i Unutma Yoldaş adlı şiiri de bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Dersim’e buradan baktığımızda gözlem sonuçları, rehberimiz Özlem’in anlattıkları ve şiirin söyledikleri, sosyal ve tarihsel gerçekliği çok belirgin ve şeffaf bir şekilde kanıtladığını görüyoruz.
Munzur vadisi boyunca doğaya baktık, ona baktıkça aklımız bizi tarihe, travmalara ve trajedilere götürdü. Özlem, Laç deresi, Harçik çayı, Haydaran üzerine duyduklarını söyledi. Tabi, bunları biraz da benim sorularım, niyetim ve amacım belirliyordu. Sanırım benden daha çok duygulanıyordu Özlem. Ne de olsa katliamın çocuğudur. Üstelik yazan çizen, bilen birisidir. Bilinç sorumluluk yükler insana.
Dersim ve Uçurum Geyikleri
Merak edenler için söylüyorum Munzur Vadisi boyunca gerilla yol kesmedi ama bir kaç kez heyecan yaşadık! Çünkü yollarımızı 2-3 noktada dağ keçileri (geyikler) kesti. Savaşçıların bıraktığı boşluğu, anlaşılan şimdilik geyikler doldurmuştu. Yine bir an rehberimden koparak Muzaffer Oruçoğlu’nun Tohum, Dersim, Newroz ve Uçurum Geyikleri adlı romanlarındaki sahnelere daldım. Newroz’un bir sahnesinde komutan Şivan şöyle konuşur: Bir zamanlar karşıdaki yamaçlarda Marksist gerillalar faaliyet sürdürüyordu! Şivan’ın söylediklerini anımsayınca “tarih tekerrür mü ediyor” demekten kendimi alamadım. Uçurum Geyikleri’ni sorarsanız onlar da ya yurtlarına dönmüş ya da farklı, devrim için daha elverişli coğrafyalara çekilmişlerdi!
Baştan da değindiğim gibi günü yoğun geçirdik. Dersim’in içinden geçerek Munzur Vadisi boyunca Ovacık’a gelmemiz, burada kahvaltı yapıp Munzur Gözeleri’ne yönelmemiz bir kaç saatimizi aldı. Munzur suyunun kaynağına kadar vardık. Armen, buraya yapılan endüstriyel müdahalelerden yakınırken bir yandan da girişteki mum yakma, dilek dileme ve dua ritüeline yönelik eleştiriler yaptı. Sonra dağın ve kayaların arasından pırıl pırıl gelen sudan avuçlarımızla içtik de içtik… Dernek yöneticisi Zeynel’in bir gün önceki uyarısını anımsadım: Yarın gözlere gideceğiz, öncesinden su içmeyin ki Munzur’un kutsal suyundan içebilesiniz! Gözeler’in içinde ve civarında birkaç kare daha fotoğraf çekip alandan ayrıldık. Armen, bizden ayrılıp merkeze dönmek üzere Ovacık yolunu tutarken biz de Ovacık’tan Hozat’a doğru Ferhat Tunç türküleriyle yola koyulduk.
Dersim ve Doğa Felsefesi Sorabilirsiniz ki Dersim’de bir günün özetinden nasıl bir sonuç çıkardınız? Geriye ne kaldı? Önceki yazımda kapitalizm bağlamında kısa bir Dersim tasviri yapmıştım. Şimdi ise gelenek eleştirisi yaparak iki konuya işaret edip soruyu yanıtlamak isterim. Birisi doğa felsefesi açısından soruna yaklaşmak olur. Burada Thales’ten başlamak üzere ilk kuşak filozofların doğa felsefesi yaptıklarını, suya, toprağa, havaya arkhe diyerek sistem kurduklarını söyleyip felsefe dersi anlatmayı düşünmüyorum.
Dersim’in coğrafyasına hayran olmayacak insanların varlığını da düşünemiyorum. Bununla birlikte vurgulamak şart ki, Dersim’in doğasına mistik, kutsal ve yüce değerler yükleyerek Dersim’i buna indirgemek sakıncalıdır. Bana öyle geliyor ki, grup bileşenleri Dersim’de doğa, su, dağ keçisi, hava, heybetli dağlar, yemyeşil ağaçlar ve ormanlar dışında hiç bir şey görmüyor. Oysa Dersim, bu değil. Kaldı ki benzer güzellikler dünyanın farklı coğrafyalarında da bulunabilir. Üstelik doğaya güzellik yükleyen de insandan başkası değildir. Bir fransız ressam olan E. Delacroix, pek güzel söylemiştir: Biz romantik olduktan sonra dağlar güzelleşti!
Kutsalın Felsefesine Karşı Mücadele
İkinci sonuç da inanç açısından soruna bakma yanılgısıdır. Dersim deyince kutsal mekanlar ön plana çıkıyor ve Dersim bastırılıyor! Ezilen inanç bilinci ve devrimci kimlik mücadelesi önemlidir ama bu, sınıf bilincinin ve sınıf mücadelesinin önüne geçerse sömürücü dünyanın ömrümü uzatmaya hizmet eder. Buradan bakınca sanki son yıllardaki sosyal, siyasal duraklamada devrimci kişiler ve güçler inanç limanına sığınıyor, orada çözüm ve kurtuluş arıyor gibi bir manzara ortaya çıkıyor.
Doğa felsefesine karşı olduğu gibi din ve inanç felsefesine karşı da yeni bir bakış açısıyla felsefe yapmak gerekli görülüyor. Anladığım şu ki ana akım doğa felsefesi de ana akım din felsefesi de bizi toplumdan, üretim ilişkilerinden ve sınıf olgusundan uzaklaştırmaktadır. Dolayısıyla yeni bir perspektifle bu anlayışlara karşı ideolojik, estetik ve politik mücadele yürütmek gerekiyor.
Bir sonraki yazıyı, Düzgün Baba, kent merkezi ve Seyyit Rıza üzerinden yazacağım.
Not: Komünist belediyecilik mevzusuna girecek cesareti bir önceki yazımda gösterememiştim. Ne yazık ki şimdi de gösteremedim. Umarım bir sonraki yazıda cesaretim olur.