Üç gündür 60-70 kişilik bir grupla Dersim’deyiz. Hozat, Ovacık ve Pertek’te doğal yerler ve kutsal mekanlar ziyaret edildi. Geceyi Yurtlar Kurumu’nun tesislerinde geçirdik. Bir yandan grubun düşünüş ve davranış tarzını, bir yandan da, esnafı, halkı, kişileri, doğayı ve devlet otoritesini anlamaya çalışıyorum. Anlatılacak ve yazılacak epeyce malzeme birikti. Bu malzemelerden genelde “diklenen” sonuçlar çıkarıp yazılar yazmama rağmen bu sefer durumun o denli iç açıcı olmadığını anımsatmak isterim. Ben yine de olumlu, direnç yüklü, gelecek vaat eden değerlendirmeler yapmanın bir yolunu bulacağıma inanıyorum! Böylesi bir bakışın elbette nesneli yansıtmaya ve eleştirilere engel olmayacağını da bilmenizi isterim. Nesnel derken de kendi nesnelimi kastediyorum.
Pülümür’deki asker-polis, kontrolünü aşmayı başarıp da Dersim kent merkezine geleli üç gün oldu. Pir Sultan Abdal derneği yöneticilerinden Kenan Yerlitaş’ın organize ettiği gezimizin bugünkü ayağında Dersim-Merkez’deki işçi grevini ziyaret vardı. Direniş, grev, mücadele her yerde susturulsa bile Dersim’de çeşitli biçimlere bürünerek sürüyor diyebiliriz. Bu biraz da doğa ve toplum yasasıdır. Varlık, bir alandan itilir ya da sıkıştırılırsa en zayıf halkayı bulur. Peşinden halkayı kırıp kendisine yeni bir yol haritası çizer. Oradan yoluna devam eder. Yani dağların sesi susturulursa aynı sesi kentler yükseltmeye başlar. Bazen de tersi olur. Diyalektik döngü düşüncede ve doğada olduğu gibi toplumda da son bulmaz. Dersim’deki Enerji Sen üyelerinin başlattığı grev de bana ilkten bu diyalektiği anımsattı.
Böyle bir tecrübeyi, bir kaç yıl evvel de Ordu-Fatsa’ya yaptığım bir gezide ve Fatsa’da yaptığımız bir panelde gözlemlemiştim. Yoğun ilgiye şaşıranlara karşı “burası nihayetinde Fatsa” demiştim. Aynı düşünce çok daha fazlasıyla Dersim için geçerlidir. Dolayısıyla beni İstanbul’dan Dersim’e uğurlarken “Nerede o eski Dersim? Dersim’i bitirmişler yoldaş” diyerek hüzünlü, sitemkar eleştiriler yapan arkadaşa bu grevin iyi bir yanıt olduğu bilgisini buradan iletmek istiyorum.
Evet, arkadaşın çok katı ve tek yönlü bakışını doğrulayan pek çok örnek var. Bununla birlikte bunları bertaraf edecek bir potansiyel de var Dersim’de. Grev alanında yaptığım kısa konuşmada bu potansiyele de değindim. Ülkemizde kadın hareketi, Kürt dinamiği, çevreci mücadele, inanç örgütleri, gençlik ve yoksul köylülük bu potansiyeli oluşturuyor. Tüm bunların temelinde ise emekçilerin sınıf mücadelesi yer alıyor. Filozoflar, başlangıçta söz vardı veya ses vardı diye tartışadursun grev, her şeyin aslını söylüyor: Emek ve üretim olmadan hiçbir şey olmuyor.
Benim açımdan Dersim 3-4 günde anlaşılacak bir coğrafya ve toplum değil. Doğa felsefesi, toplum felsefesi, tarih felsefesi açısından felsefesinin yapılması gerekiyor. Keza siyaset felsefesi ve dil felsefesi açısından da başlıbaşına bir bilgi nesnesidir Dersim. Bunlar için yalnızca sağa sola göz atmak, dağı tepeyi görmek, Munzur’a bakmak yeterli olmaz. Dolayısıyla Dersim yazılarını bu bağlamlarda paylaşma niyetindeyim.
Dersim deyince kapitalizmin gelişme dinamiklerini mutlaka dikkate almak gerekiyor. Zira beton ve demir uygarlığı Dersim’i de kuşatmış görünüyor. Elektrik işçilerinin grevi de diğer negatif durumlar da tüm bu gelişmelerden ayrı ele alınamaz. Gidişata ilişkin bir suçlu aranıyorsa o da kuşkusuz ki gelişmekte olan ve Dersim’i de kuşatmakta olan kapitalizmdir. Şu da var ki sınıf teorisi yapanlara göre kapitalizmin sonunu da egemen hale gelen kapitalizm getirecektir!
Düşünce, biraz da yerelin vereceği bilgilerin toplamı ve sentezidir. Bu yüzden de Dersim’den değerli yazar arkadaşım Özlem Armen’in bana/bize eşlik etmesi, Dersim’in daha hızlı anlaşılmasında önemli olmuştur. Çektiği yaratıcı fotograflarıyla Dersim’i size taşıyan Birol Sakin’i de unutmak olmaz. İçerik ve görselleri şimdi olduğu gibi yarın, öbürgün paylaşmaya çalışacağım. Grev dayanışmasına döneyim yeniden.
Pir Sultan Abdal derneğinin Dersim şube başkanı olan Eli Ekber Kaya’nın yönlendirmesiyle grev alanına gitmişti ki, Kaya kentin ekonomi politiğine ilişkin de bilgiler paylaştı. “Dersim’deki barajı engelleyemedik ama sonraki 16 barajın yapımını durdurduk” dedi.
Grevdeki işçilerin tavır ve davranışları yalnızca patrona karşı etkili olmakla kalmıyor çevreyi de etkiliyor. Dayanışma kültürünü bileğliyor diyebiliriz. Hatta ziyaretçileri de motive ettiğini, kitleye bilgi ve bilinç taşıdığını da ileri sürebiliriz. Gerçi Armen’in dediğine bakılırsa greve ilgi, destek ve dayanışma beklenenden azmış. Ben de konuşmamda sınıf bilincine ve komünizm düşüncesine vurgu yaptım. Grev ve direnişlerin ilk olmadığını, son da olmayacağını sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kuruluncaya kadar mücadelenin süreceğini söyledim. Bu görüş aynı zamanda “Dersim’i bitirme” söylemine de bir yanıttır. Bilim felsefesine göre hiçbir şey son bulmaz ve bitmez; yalnızca form değiştirir.
Şimdilik zihnimde kalan şu ki, Dersim’e girişte sol yamaca askerler tarafından nispeten büyük harflerle “Ne mutlu Türk’üm Diyene” sloganının yazılmış olmasıdır. Bunu görünce birçoğunuzun içinden “paradokslar yurdu Dersim” sözleri geçer. Unutmadan söyleyeyim, Dersim deyip durduğuma bakmayın, Tunceli zihniyeti oldukça egemendir. “Mutluluk” yazısını Kılıçdaroğlu görselleri izliyor ki, Dersim’in, “bildik, eski Dersim” olduğunu bir kez daha düşünmek şart oluyor.
Anekdotlar bazen sayfalarca yazının söylediğinden daha fazlasını söyler. Konu Dersim olunca şu anekdot aklıma geldi: Demirel, ODTÜ’yü ziyaret eder. “Eski devrimciler nerede, ne oldular? diye sorar. Öğrenciler hep bir ağızdan yanıt verir: Astınız ya! Bu yazıda nedense aklıma “devrimci Dersim” ile “devrimci ODTÜ” arasında bir bağ kurmak geldi.
Not: Şimdilik belediyecilik ve kendisiyle de görüştüğümüz “komünist başkan” mevzusuna girecek kadar cesaret gösteremedim. Umarım bir sonraki yazıda konuya dair yazacak kadar cesaretim olur.