Dijital Devrimler Çağı mı?
PROLETER DEVRİMLER ÇAĞI MI?
Sizi yadırgatmaz ve bıktırmazsa bir dizi soruyla başlamak istiyorum. Makineler değer üretebilir mi? Değer üretse bile artı değer üretebilir mi? Üretimde işçi sınıfı, emekçiler veya aynı anlama gelen proletaryanın rolü azaldı mı? Canlı emeğin yerini dijital emek alabilir mi? Üretim teknolojisi ve yapay zeka uygulamaları işçi sınıfının yerine ikame edilebilir mi? Edilse bile bu, kapitalizm koşullarında mümkün mü? Bilgi çağında, bilim çağında, akıl çağında, dijital çağda veya yapay zeka çağında yaşadığımız doğru mu? Yani doğal zeka çağından yapay zeka çağına mı geçtik? Lenin’in dediği gibi emperyalizm ve proleter devrimler çağında mı yaşıyoruz? Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan proletaryanın artık malı mülkü mü var? Bilimin ve teknolojinin gelişmesi savaşları ve sömürüyü ortadan kaldırır mı? Soruların dahası var.
Toplumun yüzde 95’ini oluşturan proletarya sınıfının azaldığı, hatta “orta sınıf” haline geldiği doğru mu? İşçilerin, emekçilerin maddi yaşam standartlarının düzeldiği, ev ve araba alabildiği, eskiye oranla iyi koşullarda yaşadığı gerçek mi? Emperyalizm ve ezilen halklar arasındaki çatışma gevşedi mi? Marx yanıldı mı? Lenin ve Mao’nun teorisi çöktü mü? Halk savaşı, öncü savaşı gibi kuramlar miadını doldurdu mu? Daha da önemlisi sınıf savaşı bitti mi? Devrimin yerini reformlar, devrimci demokrasinin yerini radikal demokrasiler alabilir mi? Daniel Bel’in sorduğu üzere ideolojiler öldü mü? A. Gorz’un elveda proletarya demesi, Negri’nin, çözümü çokluk’ta bulması anlamlı mı? G. Standing’in proletaryadan prekarya’ya geçiş yapması gerçekleri yansıtıyor mu? Proletarya, devrimci barutunu yitirdi mi? Dünyanın üzerinde bir komünizm hayaleti dolaşıyor mu?
Bu sorular daha da çoğaltılabilir. Yaklaşık 200 yıldır, bilinçli proletaryanın ve komünistlerin değişik platformlarda ve bağlamlarda sorduğu sorulardır. Ne var ki bunlar, 1990’lardan beri Türkiye-Kürdistan işçi sınıfının ve – belki de- enternasyonal proletaryanın da sormayı ihmal ettiği soruların bir kısmını teşkil ediyor. Bu türden üretim, iktisat, sınıf ve sınıf mücadelesi gibi kuram tartışmalarının yerini kültürel üstyapı tartışmaları almıştır/almaktadır. Daha da kötüsü, ülkemizde emekçilerin gündeminin, sermayenin faşist partileri ve ana akım medya ve sosyal medya tarafından belirlenmesidir. Laiklik, cumhuriyet, şeriat, din, demokrasi ve parlamento gibi gerici ve düzen içi konular, yapay kavram, kurum ve kategoriler ön plandadır. Bunun tersine çevrilmesi, yukarıdaki soruların belirlediği gündeme dönülmesi kaçınılmaz görünüyor.
Bu gündemi, detaylı ve kapsamlı boyutlarıyla içeren, zihinlerde sıçrama yaratacağını düşündüğüm bir kitaptan söz etmek istiyorum. Yusuf Köse tarafından yazılan kitabın adı: Dijitalleşme (Nisan Yayımcılık, 2023). Kitabın başlığındaki “İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih” belirlemesi, kitap adı olarak isabetli olmasa da eser, içerdiği düşünce açısından son derece önemlidir. Yazara bakılırsa üretim teknolojisinin gelişmesi, işçi sınıfını asla yok etmeyeceği gibi önemini de azaltmayacaktır. Yalnızca onu sevk ve idare eden konuma getirecektir. Köse, bunun da kapitalizm koşullarında değil sosyalizmde gerçekleşeceği kanaatindedir.
Dijitalleşme ve Artı Değer Teorisi
Kitabın merkezi sorunsalı ise değerin ve artı değerin kaynağının ne olduğudur. Marx ve Kapital’deki tezlere bağlanarak yürütülen tartışmada biricik kaynağın insan ve işgücü (emek) olduğu vurgulanıyor. Proletarya olmadan nasıl ki doğada üretim olmuyorsa makine dünyasında da üretim gerçekleşemez. Kaldı ki makinenin kendisi de içgücü’nün değişik bir biçimidir. Artı değerin tek kaynağı işçiye ödenmemiş emektir. Yazar konuyu Kapital’deki terminolojiyle yoğun bir şekilde hatta tekrarlara düşerek uzun uzun anlatıyor. Bu tekrar meselesi önemli olmalıdır. Çünkü bizatihi tanıdığım pek çok işçi önderinin, sendikacının ve çeşitli siyasetlerde politik aktivite gösterenlerin artı değer teorisini ve bunun bileşeni olan temel kavram ve kategorileri bilmediklerini üzüntüyle gözlemledim. Ben burada elbette kitabı özetleme niyetinde değilim. Köse’den bir alıntı yapmakla yetiniyorum:
“İşçinin işgücü olmadan makinelerle yapılan üretim burjuvaziye karı nereden getirecek? Makinelerin artı-değer ürettiğini varsayan kimi küçük burjuva ve de liberal burjuva iktisatçıları, sermayenin karının satıştan, yani meta dolaşımından ya da ‘arz/talep’ ilişkisinden kaynaklandığını ileri sürerler. Elveda proletaryacı ya da prekaryacılar da aynı burjuva iktisatçıları gibi düşünüyor olmalılar. Ama biz biliyoruz ki, karın tek kaynağı işçinin ödenmemiş emeği olan artı-değerdir“. (Age, 28).
Değişen Sermaye ve Sabit Sermaye
Kitapta ele alınan Marksizme içkin tezlerin, örneğin artı değer teorisinin, sermayenin organik bileşimi formülünün genelde bilindiğini varsayıyorum. Şu kadarını anımsatayım ki, organik bilişimde değişen sermaye oranı arttıkça artı değer de artar, değişmeyen/sabit sermaye oranı arttıkça artı değer üretimi azalır ve kar oranları düşme eğilimi gösterir. Bunun sonucunda ekonomik ve sosyal krizler başgösterir. Tekrarlanan temalardan birisi de bu kriz meselesidir.
Köse, çalışmasında gündemden uzak tutulan Marksist kavramları, başta da değer, artı değer, sınıf, sermaye, burjuvazi-proletarya karşıtlığı gibi konuları güncellemiş oluyor. Ona göre burjuvazi günümüzde bu terminolojiyi kitlelerden uzak tutmaya çalışmaktadır. Aslında temel ve aktüel olan emek-değer kuramı açısından yazar, Marx ve Marksizm dışında yeni bir şey söylemiyor. Fakat yukarıda sıraladığım soruların tartışılması ve aydınlatılması bakımından pek çok noktada orijinal fikirlere, analizlere ve açıklamalara sahip olduğu hemen fark ediliyor. Geri planda tutulan siyasal ve bilhassa iktisadi sorunları gündeme getirmesi ve aktive etmesi de kıymet kazanıyor.
Felsefeyi İktisat ile Doğrulamak
Kitabı bitirdikten sonra politikanın olduğu gibi felsefenin de iktisatla temellenmesi ve doğrulanması gerektiği gibisinden bir yargıya varmak da mümkün oluyor. Bu bahiste söylemeye bile lüzum yok ki, felsefeyi iktisada indirgemek gereksizdir. Kitap, lüzumsuz olanı dolaylı da olsa işaret etmektedir: Kant’a dönelim, Spinoza’ya dönelim diyenlere karşı üretim ilişkilerine, mülkiyet şekillerini anlamaya, ekonomik ve sosyal temelde neler oluyor, bunları anlamaya dönelim demek de anlamlı hale geliyor. Velhasıl üretim ilişkileri ve iktisadi etkinlikler felsefeyi önceliyor, filozofa ufuk açıyor. Nihayetinde her felsefenin belirli bir iktisadi (üretim) kurama dayanması zorunludur. Bu da yazarın Lenin’den alıntılayarak ısrarla vurguladığı gibi ‘sosyal bilimlerde tarafsızlık yoktur’ teziyle uyum içindedir. Ben buradaki tarafsızlık meselesinin fizik bilimlerini de içerecek şekilde geniş olduğunu düşündüğümü paylaşmak isterim.
Köse’ye göre burjuva sosyal bilimciler ve bunlardan etkilenen sol, oportünist, revizyonist ve Marksist aydınlar, çağımızda büyük, nitel değişiklikler olduğuna, işçi sınıfının yapısal bir dönüşüm geçirdiğine, kafa-kol emeğinin yerini teknik-bilgisel emeğin aldığını ileri sürmektedir. Bu yüzden de dünyanın durumunu böyle anlayan çevrelerin artı değer teorisiyle ters düştüklerini, Marksizm dışı alanlara doğru ideolojik bir savruluş içinde olduklarını ileri sürmektedir.
Gerçekten de çevremize kısa bir göz attığımızda, yani üretim, iş, sokak, kır ve kent yaşamına projeksiyon tuttuğumuzda yoksullukla cebelleşen geniş halk kitlelerini ve geçim sıkıntısı içindeki ücretlilerin oluşturduğu manzarayı görüyoruz. Dijital denilen telefon, bilgisayar türünden onlarca yeni iş, meslek ve sektörün hayatı kuşattığını, emekli yaşının her yerde yükseltildiğine tanıklık ediyoruz. Çalışmanın zorlaştığı ve mesai sürelerinin arttığı da kapitalizmin bir başka göstergesi olarak karşımızda duruyor. Bu yüzden de yazarın üzerinde durduğu ve eleştirdiği “orta sınıf” veya “prekarya” teorilerinin yeni bir olgu olmadığı şeffaf bir biçimde anlaşılabiliyor.
Yeni Denilenler, Eskinin Tekrarı
Köse, “yeni” olduğu iddia edilen görüşlerin yeni olmadığını, yeni gibi görünenlerin de tutarsızlıkla dolu olduğunu savunuyor. Üretim teknolojisi, robot ve dijital araçlar nedeniyle işgücünün, yani proletaryanın devredışı kalacağı görüşünün gülünçlüğüne vurgu yapıyor. Yazara göre bu teori sahiplerinin pazardaki metayı satın almak için olsa bile işçi sınıfına ihtiyaç olacağını göremediklerini söylüyor. Keza Marksist gibi görünen burjuva liberal teorisyenler, soruna üretim alanı içinden bakmadıklarından dolayı, emekçilerin sahip olduğu “kullanım araçlarını” da “üretim aracı” ile karıştırıyor. Böyle olunca emekçilerin, içinde oturdukları ev, bindikleri araba, evdeki lüks bile olsa kullanım eşyaları da burjuva mülkiyeti gibi değerlendiriliyor. Liberal teorisyenlere göre böylece emekçiler sınıf atlamış ve burjuvalaşmış oluyor.
Köse’nin, paylaştığı ülke ve dünya çapındaki istatistiklere inanılacak olursa işçi sınıfı niceliksel olarak azalmak şöyle dursun, tam tersine artmıştır. “İnanılırsa” diye ihtiyatla söylüyorum. Çünkü verilerin hemen hepsi sistem içi kurumların yayımladığı istatistiki bilgilerden oluşuyor. Bunlar ne derece doğruları yansıtıyor, akılda tutmak gerekir. Şu da var ki, burjuva kurumların istatistiklerin de bile işçi sınıfının büyüdüğü gösteriliyorsa yazar iyiden iyiye haklı bir noktada bulunmaktadır.
Sistem Değişti mi?
2 Temel Sınıf: Burjuvazi ve Proletarya
Kitaptaki tezler ve eleştiri mantığı değişme konusuna odaklanmayı gerektiriyor. Dünya ne kadar değişti? Marksist teorileri değiştirecek kadar yeni bir durum var mı? Dolayısıyla değişme konusunu, ruhuna uygun bir biçimde anlamak icap etmektedir. Kapitalizm, katı olan her şeyin buharlaştığı bir sistemdir. Bu sistemde her varlık, değer, tez ve teori değişmeye mahkumdur. Değişmeyi Herakleitos’tan beri diyalektiğin temel ilkesi olarak biliyoruz. Herakleitos’tan bu yana değişmenin ivmesi her geçen gün daha da artmıştır/artıyor. Yeni üretim biçimleri, yeni yaşam koşullarını, bunlar da yeni kavram ve terimleri entelektüel yaşamımıza sokuyor. Değişmenin iki boyutuna dikkat çekmek gerekir. Niceliksel boyut ile niteliksel boyut. Biçimsel değişiklik ile özsel değişiklik de buna paralel olarak vardır. Burjuva liberal dünya görüşü ve teorileri niceliksel ve biçimsel olanı ön plana çıkarıp bu değişiklikleri özsel ve nitelikselmiş gibi göstermek için büyük bir çaba içindeyken Marksizm gerçek anlamda özsel ve nitel değişikliklere vurgu yapar. Köse, hakkı olarak niteliği kapitalizm içi değişikliklerde değil, sermaye çağından komümizme geçişte arıyor.
Marksizmden yola çıkan yazara göre çağımızda üretim biçiminin temel özelliği kapitalizmdir. Feodalizm sonrası ortaya çıkan bu çağa damgasını vuran özellik ise emek-sermaye çatışmasıdır. 17. 18. yüzyıllardan beri kapitalizmin bu pozisyonunda niteliksel bir değişiklik olmamıştır. Niceliksel değişiklik ise kaçınılmazdır. Oysa Köse’nin dikkat çektiği üzere burjuva liberal teorisyenler ısrarla kapitalizmin yapısal bir transformasyon geçirdiğini ileri sürmektedir. Proletaryanın değiştiğini hatta küçüldüğünü, bunun yerini “orta sınıfların” ya da “prekarya”nın aldığını ileri sürmektedir. Yazara göre bunlar büyük oranda çarpıtmadır. 1960’larda ortaya atılan “mavi yakalı beyaz yakalı işçi” anlayışı şimdilerde biçim değiştirerek sürüyor. Güya yeni bir işçi sınıfı ortaya çıktığı iddia ediliyor. Oysa eskiden olduğu gibi günümüzde de iki karşıt sınıf bulunmaktadır: Burjuvazi ve proletarya.
Üretim Teknolojisi ve Üretim Biçimi
Köse’ye bakılırsa biçimsel değişiklikler özsel değişiklik gibi gösteriliyor. Ona göre bilimsel ve teknolojik değişiklikler yeni değil. En eski tarihlerden beri, modern kapitalizm boyunca üretim güçlerinde bir değişiklik zaten vardır. Bunu Marx ve Engels de Komünist Manifesto’da özellikle vurgulamışlardır. Yazar şöyle diyor: “Marx’ın dediği gibi kapitalist teknik devrim, iş süreçlerini sık sık değiştiriyor ve yeni iş bölümleri yaratıyor. İşçi düşmanı liberaller, kapitalist gelişmeyi doğru okuyamıyor“. (Age, 110).
Köse açısından devrim niteliğindeki değişiklikler, kapitalist üretim tarzı gereği emek gücünü devre dışı bırakmamıştır. Bugünkü teknoloji de işçi emeğine zorunlu olarak ihtiyaç duymaktadır. Üretim sürecine yeni teknolojinin girmesi kapitalist üretim biçimini değiştirmeye yetmez. Yazar bu düşünceleri kanıtlamak üzere çok sayıda somut, aktüel saha araştırmalarına ilişkin bilgiler de paylaşıyor. Emperyalist devletlerin ekonomi politikaları, iş yasaları, göçmenlik, ticaret, üretim, yatırım türünden tüm siyasetlerinin, iş gücü sömürmek üzerine kurulu olduğu anlaşılmaktadır.
Refah toplumu denilen Batı’nın ve bir zamanların sosyalist ülkesi olan Çin’in, Türkiye ve Ortadoğu’daki vahşi devletler açısından dünya, halen bir emek ve emekçi cenneti görünümünde. Emekçiler için işsizlik, yoksulluk, gelecek kaygısı, savaş ve sömürü hakim biçimdir. Dolayısıyla “elveda proletarya” düşüncesi gerçekleri yansıtmaktan kesinlikle uzaktır. Emek-sermaye çatışması temel çatışma biçimidir. Proletaryayı kurtaracak olan da onun ideolojik ve fiziksel önderliğinde inşa edilecek olan işçi sınıfı diktatörlüğüdür.
Köse’nin Kitabı ve Sol Sapma
Köse’nin kitabına, Marksizmin ortodoks yorumu hakimdir diyebiliriz. Eser, şüphesiz devrimci çizgidedir. Referans noktaları Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung olarak verilmiştir. Yine de kitabın bunları da aşan, “sol sapma” diyebileceğimiz bir boyutunun da olduğu ileri sürülebilir. ‘Önderler, ne söylediyse doğru söylemiş, ne yaptılarsa doğru yapmışlardır’ gibi bir yaklaşım var. Dolayısıyla temel, devrimci kaynaklara gözü kapalı bu yaklaşım tarzının da sorgulanması gerekiyor.
Batı Marksizminin getirdiği eleştirileri görmezden gelmek, yeni toplumsal hareketleri yok saymak ya da önemsememek, kadın hareketini, ezilen ulus mücadelesini ve bugünlerde gündem olan Akmelen’de (Muğla) olduğu gibi köylü direnişlerini paranteze alan bir bakışın ve teorinin kendisi de başlı başına bir problematiktir.
Anlaşılıyor ki, sol sekter bakış açısının etkisinde kalan Köse, esas-tali diyalektiğini yapamıyor. ‘Sınıf dinamiği ve mücadelesi esastır, diğer dinamikler ve mücadeleler talidir, ikisi arasında diyalektik bir ilişki vardır’ deme düzeyine yükselemiyor. Her şeyi sınıfla başlatıp sınıfla bitiriyor. Sonuçta ortodoks Marksizm ile birebir örtüşmeyen – hadi Max Weber neyse- post modern, yeni Marksist, post yapısalcı bütün düşünceler de adeta birer hurafe olarak değerlendiriyor.
Hal böyle olunca sınıf mücadelesinin zayıflığı, geriye dönüşler, devrimlerin gerçekleşmiyor oluşu da objektif koşullar yerine ideolojik yanılsama ve yönlendirmeyle açıklanmış oluyor. Yani Köse, suçu ideolojik manipülasyona bağlayarak bir bakıma kendi söylediklerini (iktisadın belirlediği objektif koşullara bağlılık) tekzip etmiş oluyor.
Köse, kapitalizmin tarihindeki dönüm noktalarını işaret ederken tartışmayı, 200 yıldır güneşin altında yeni bir şey yoktur demeye getiriyor. Hadi dünyada nitel değişiklik olmadı diyelim, olan nicelik değişiklikler teorilerde bazı farklılıklara yol açmaz mı? Köse, farkında olmadan, ekonomik gerçekliklere oranla ideolojiye daha çok önem verdiğinin ayırdında değil. En azından bazı noktalarda: Aslında her şey özsel olarak Marx’ın Kapital’de yazdığı gibi ama burjuva liberal teorisyenler ve bunların etkisinde kalan sol, oportünist ve revizyonistler bilinç bulanıklığı yaparak devrimin önünde engele dönüşüyor. Köse’ye bırakalım sözü:
“Burjuvazi, yeni ekonomik politikalara geçişle birlikte, bunun ideolojik altyapısını toplum içinde oluşturmak ve bu politikayı benimsetmek için önce ideolojik-siyasi bir saldırıya geçer. ‘İdeolojilerin sonu’, ‘elveda proletarya’lar,’ işçi sınıfının devrimci sınıf olmaktan çıktığı’, ‘burjuvazinin eski burjuvazi olmadığı’, ‘sömürü ilişkilerinin kalmadığı’, ya da kendisine Marksist diyen bazı çevrelerin ileri sürdüğü gibi ‘işçi sınıfı artık özel mülkiyete de – arabalara ve evlere- sahip’ vb. savlar, işçi sınıfına yönelik süregelen ideolojik saldırılardır” (Age, 138).
Proleter Devrimler Çağındayız
Köse’nin açtığı tartışmalar umarım ilgi görecektir. Üretim, iktisat, sınıf, sermaye, sömürü ve savaş konuları olsun bunların belirlediği işsizlik yoksulluk, hak gaspları, eğitim, sağlık ve konut sorunları, emekçilerin asıl gündemine dönüşecektir. Aksi halde kendi ülkemizden hareketle söylersek emekçilerin gündemi sermayenin iki büyük faşist partisi tarafından belirlenecektir.
Şu parti şöyle yaptı, bu kilik şunu söyledi gibisinden suni gündemlerin peşinden gidilecek, elenen sınıf teorisi olacak, kaybeden ise Türkiye/Kürdistan halkları ve proletaryası olacaktır. Köse’nin de dikkat çektiği üzere emperyalizm ve uzantısı durumundaki düşün, bilim ve sanat odakları da toplumu entelektüel kavramlara boğmanın, örneğin emekçileri dincilik ve laiklik gibi yapay sorunlarla, benzeterek söyleyelim, yapay zeka tartışmaları ve dijital emek konularıyla meşgul edecektir. Bu olgular düşüncenin merkezine alındığında Köse’nin eseri ve ortaya koyduğu görüş, analiz ve öneriler, umarım okurda ufuk açacaktır. Onun kitabını, örgütlü yapılar için de bir yol haritası olarak değerlendirmek mümkündür. Yazımızın başlığına dönersek, Köse açısında dijital devrimler çağında değil proleter devrimler çağında yaşadığımıza kuşku yoktur!
Bilim ve Buluş, Yeni İşçileri Gerektirir
Metni Köse’nin temel tezine/tezlerine değinerek bitireyim. Makineden artı değer elde edilemez. Bu yüzden üretim sürecinde yegane değer ve kar kaynağı emektir. O da insan ve işgücü demektir. Kapitalist, makineye önem verir, onu geliştirir ama bunun sınırı olmalıdır. Bütün işi robot ve dijital güçlere yaptıramaz.
Her teknik, bilim ve buluş yeni işçileri gerektirmektedir. Dijital teknoloji işçileri işinden de eder. Yine de kapitalist işçiye ihtiyaç duyar; hem de giderek yoğun bir işgücüne. Çünkü dijital teknoloji ile ürettiği yığınlar halindeki metaları satmak zorundadır. Kitlelerin de bunu alacak kadar gelirlerinin olması şarttır. Aksi halde kar oranı sürekli düşer, krizler gelir ve sistem çöker.
Yazarın parmak bastığı üzere dijital teknolojinin artması, yapay zekalı işçilerin üretim sürecine dahil olması, ancak sosyalizm ve komünizm koşullarında işlevsel olabilir. Çünkü her şeyi robotların yaptığı bir üretim sürecinde insan denetleyici ve düzenleyici olarak işlev görecektir.
İktisat Temel Belirleyendir
Dünyayı İşçi Sınıfı Kurtaracaktır
Dijitalleşme adlı kitabın yazarı Yusuf Köse’ye göre kapitalizm koşullarında belirleyici olan emek-sermaye çatışmasıdır. Politikaya yön veren de iktisadi faaliyetlerdir. Hükümetleri de iktisat belirler. İktisat derken üretim ve artı-değere gönderme yapılır. Bunun yaratıcısı da teknolojik araçlar, robotlar değil iş gücüdür, canlı emektir. Bu yüzdendir ki, Çin gibi sömürünün had safhada olduğu emperyalist merkezlerde işçiler köle gibi çalıştırılmaktadır. Şimdilerde Çin’de yürürlüğe konulan “996” sayısıyla ifade edilen iş kanunu sabah 9, akşam 9 ve haftada 6 gün çalışmayı yasallaştırıyor. Bu uygulamayı “uygar Batı”, hukukun üstünlüğünü savunan ABD ve İngiltere de uygulamak için sırada bekliyor. Demek ki makine değer üretmiyor. Şayet makineler değer üretseydi emperyalizm katı, köleci iş yasaları çıkarmaya ihtiyaç duymazdı.
Nihayet yazara bakılırsa sermaye bütün politikaları belirlediği gibi hem emperyalist devletlerde hem de bizim gibi ülkelerde faşizmin de failidir. “3 çocuk yapılması” veya “kademeli eğitim” yasalarının dinle teolojiyle bir ilişkisi bulunmuyor. Bütün bunlarda ve sosyal yaşamı düzenleyen kuralların temelinde de sermayenin talepleri vardır. Köse’ye göre sermayenin bu taleplerine karşılık enternasyonal proletaryanın da devrim talebi var. Zaten dünyanın üzerinde bir komünizm hayaleti dolaşıyor. Hayaletin gerçeğe dönüşeceğine, dünyanın özgürleşeceğine kuşku yoktur. Özgürlük ise ancak sermayenin yok edilmesiyle daha doğrusu toplumsal hale getirilmesiyle ve proletarya diktatörlüğünün kurulmasıyla mümkündür.