Başlık biraz şaşırtıcı olabilir. Kim bu filozoflar diye sorulabilir çünkü? Hemen aklıma gelen, kendi adını felsefe tarihi kitaplarına “ilk filozof” olarak yazdıran Thales’tir. İkinci olarak suyun kaldırma kuvvetini keşfeden, hamamda maşrapanın su üstünde yüzüğünü görünce anadan üryan bir şekilde “buldum, buldum” diyerek sokaklarda koştuğu söylenen Arşimet’tir.
Geçen pazar akşamüstü, Boğazda’ki teknemiz denizin yüzünde Marmara’dan Karadeniz’e doğru ilerledikçe Arşimet ve önündeki tasın su üzerinde yüzdüğü gözlerimde canlandı. Sonra Kıbrıslı Zenon aklıma geldi. Felsefe tarihi kitaplarına itibar edilirse Kıbrıs-Atina arası ticaret yapan Zenon ailesi, bir keresinde geminin alabora olup batmasından sonra ailenin genç oğlu Kıbrıslı Zenon sağ kurtulur ve kendisini Atina kıyısına atar.
Zenon, Atina’daki felsefe aktivitelerini görünce felsefenin cazibesine kapılır ve orada felsefe öğrenmeye başlar; sonra da beş yüz yıl sürecek olan Stoa felsefesinin temellerini atar. Boğaz’da tekne turu yaparken Karadeniz’e yaklaştık ki, Mustafa Suphi ve eşi Maria yoldaş da ruh dünyamıza girdi ve felsefe siyasete, tarihe, sonra topluma doğru genişledi.
Emekçilerin Yaşama Sevinci
Bu hayat pahalılığında hadi filozofları anladık da bu tekne turu da nereden çıktı denilebilir? Davet üzerine katıldığım için programın detayını bilemiyorum. Anladığım kadarıyla belediye ve devrimci kurumlar birlikte bir dostluk ve dayanışma buluşması organize etmiş; bir araya gelme, tanışma, yeme içme, eğlenme, hoşça vakit geçirme hedeflenmiş. Bence hedefine de fazlasıyla da ulaştı program. Pek çok arkadaşla tanışma imkanı oldu, tanıdıkları da görüp konuşma, bira içme, birlikte şarkı türkü söyleme imkanı bulduk. Şunu fark ettim ki, egemen, sömürücü sınıflar ne kadar zulüm uygularsa uygulasın emekçi sınıfların yaşama sevincini, moralini, geleceğe olan devrimci inadını ve inancını yok edemiyor.
Alevi kurumlarında yöneticilik de yapan Ali Çiftçi ile birlikte katıldık tekne turuna. Meşrubat çeşitleri dahil olmak üzere zengin bir şarap, rakı ve bira ikramı oldu. Mezeler, yemekler, tatlılar birbirini izlerken tekne Kabataş’tan Karadeniz’e ulaşmıştı. Üç köprünün altından geçip kendi ülkemize, kendi coğrafyamıza olan yabancılaşmayı kısmen de olsa gidermenin keyfini yaşadık. Anadolu ve Avrupa yakasındaki manzaraya da diyecek yoktu. Deniz ve tekne gezisi zihnimizi İstanbul’un fethine hatta Amerika’nın keşfine (her ikisi de işgaldir), Kolomb’un seyehatine dek gerilere götürdü. Bizi kendimize getiren, masaya gelip konuşmamıza eşlik eden Kibar ve Mehtap arkadaşlar oldu. Sıcak, samimi ve güleç iki kadındı.
Tekne Turu ve Deniz Ticareti
Benim felsefem pek ilgi çekmeyince hızla iç politikaya girdik masada. Sermayenin dinci partisi aşağılanırken sermayenin laik partisi elbette ki övgüye değer görüldü (halbuki ikisi de faşisttir). Böylesi nesnel, modern analizler yaptığımız varsayılarak biraz böbürlendik de diyebilirim. Konuşmanın hızı kesilince sahnedeki müzisyen dostumuzu daha iyi duyar olduk. Zaten başta kadınlarımızın katılımı olmak kaydıyla halay ve çifte telli de başlamıştı bir süredir. Biraz hızlı oynayanlar terlerini siliyor, sigaracılar dışarı çıkıp geliyordu, bazı çiftler dans ediyordu. Bizim kadınlar da sigara vesilesiyle çıktılar ve tekrar da masaya dönmediler. Görünen ve görünmez uyarıcılar çok, meşguliyet fazla, hizmet nispeten lüks olduğu için peşlerine düşme, hatta merak etme bile söz konusu olmadı bizim açımızdan.
Ali, önceki yıl Kilyos’da, yine deniz kıyısında yaptığımız Şeyh Bedreddin programını anımsattı. Ortak tanıdıkları andık. İkinci, belki de üçüncü kez bardaklarımız tazelendiğinde benim zihnim yine coğrafi keşiflere, Rönesans yıllarına, deniz ticaretine dek gerilere gitmişti. Deniz ticaretinin sonucu olarak da ortaya çıkan ticaret burjuvazisine, sermayenin ilkel birikimine, manifaktür üretime de temas etmişti. Burada kalsa iyi. Dinsel metinlere, evrim teorisine kadar yayılmıştı bilinç. Çünkü her iki metne göre de hayat denizde başlamıştı, denizde sürmüştü, şimdi de denizdeydik.
Boğaz Turu ve Evrim Teorisi
Evrim, deniz ve devrim psikolojisi içindeyken iki arkadaş daha masaya konuk oldu. Beni sosyal medyadan, kamuoyundan kanıdıklarını söylediler, tanıştık: Volkan ve Ümit. Sol yapılarla Alevi kurumlarıyla ilgili olduklarını öğrendik. Volkan bizi politik bir ruh haline sokunca konu, Marx ve Lenin’den geçip Mao Zedung’a kadar uzandı. Bir yandan da Alevi kurumları üzerine, devrimci örgütlere ilişkin konuşuldu. Elbette ki kısa bir felsefe turu da yaptık. Platon’dan girip Descartes’tan çıktık. Volkan, benim programlarımı kaçırmadığını hatırlattığında teknemiz dönüşe geçmişti sanırım.
Hem masadaydım, hem başka mekanda. Tamamen çağrışım psikolojisi geçerliydi, plansızdık, önceden yaptığımız bir gündem yoktu. Akdeniz’in doğusundaki büyük savaş gemilerini düşündüm. 27 emperyalist devletin gemilerinin rotasının Rojava’ya çevrili olduğu söyleniyor. Acep neden? Umarım Rojavalılar da bir gün gelir ve denizde tekne turu yaparlar demeden edemedim. Neyse politikayı bırakalım da sahnede oynayan, “umurumda mı dünya” deyip eğlenenlere bakalım! Burjuvazi gelsin de eğlenmek nasıl olurmuş görsün dedim içimden. Peki şu teknede çalışan emekçilerin yüzlerindeki sevecenlik ve mutluluk izleri neyin göstergesi olabilir? Belki de ilk defa kendi sınıfından, emekçi insanlara hizmet ediyorlar da ondandır.
Deniz, Meriç ve Yaşama Sevdası
Emekçi derken Ozan Emekçi’nin Meriç nehri için söylediği türkülerden dizeleri anımsadım. Aklımda kalan iki dörtlüğünü paylaşayım:
Bizi Meriç’e getirdi
Yaşayabilmek sevdası
Yaşamaya göz kırpıyor
Meriç’in karşı yakası
Meriç senin sularında
Hayata bir yol uzanır
Yaşamak memleket için
Memleketten sizi tanır
Gün çoktan yok olmuştu ki son bir kez daha baktım Boğaz’ın yamaçlarına. Denize sıfır, güzel bir manzara. Filozoflar ne görürdü burada olsaydı? Varlığın doğasını görürdü. Havayı, suyu, ateşi, toprağı görürdü. Peki bir burjuva bakınca ne görür dersiniz? Rant görür, yeni inşaatlar görür, ticaret görür, yağma ve talan görür. Paradan arınmış, emeğiyle geçinen bir proleter ise güzel bir doğa görür. Tekne turu sırasında da kanıtlandığı gibi eğlenme ve dinlenmeyi anlamlı kılan görsellikler görür!
Tekneden inerken gözüm kaptana takıldı. Koltuğa sereserpe yayılmış, bunca hengameden zerrece etkilenmemiş bir psikoloji içindeydi. “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” sorusu belki de böylesi durumları betimlemek için söylenmiştir. Hoşça kal kaptan dedim. Duydu mu, bilmiyorum. Lafı uzattım galiba, hoşça kalın…