GEZİLERDEN AKLIMDA KALANLAR
Gecikmiş Bir Teşekkür Yazısı
Avrupa’dan Türkiye’ye döneli iki haftayı geçti. Geçmiş, insanı yönlendirir derler ya. Etkisi henüz varlığını sürdürüyor. Dünya gündemi gibi Türkiye gündemi de çok yoğun olduğu için sıcağı sıcağına bir Avrupa tecrübesi yazma imkanı olmadı. Şimdi de geniş ve derinlemesine bir analiz yazma niyetinde değilim. Yine de bu yazıda, söylemezsem olmaz diyeceğim Şanlı, Olgun ve Karabulut ailesini anmak, ayrıca bir kaç noktayı işaret etmek istiyorum.
Geziler, Birkaç Kitap Okumak Gibidir
Gezilerden aklımda kalanlar, aslında bir yazının sınırlarını çok aşar; dolayısıyla seçerek söyleyecek olursam Strasbourg 1 Mayısı’nı hemen anmam gerekiyor. Fransız emekçileri, komünistler ve daha da ilginci anarşistlerle birlikte yürümek oldu. Katıldığım ve konuşmacı olduğum konferans ve paneller de önemli anılar bıraktı denilebilir. Mesela Stuttgart’ta yapılan Hukuk Felsefesi temalı konferansı not etmek gerekir. Keza Zürih ve Paris programları da önemliydi. Paris’teki sunum da, katılım zayıf olmasına rağmen öğreticiydi! Öğreticiydi; zira her ortamda bilerek konuşanlar da bilmeden, bildiğini düşünerek konuşanlar da bilince katkı yapar! Bu bahsi uzatmayayım. Toplantı ve sunumlara ilişkin daha önce sosyal medya hesaplarımda detaylı yazılar paylaştığım için şimdi yalnızca değinmekle yetiniyorum.
Duisburg tecrübesi, emekçi mahallelerini gözlemleme imkanı verdiği için akılda anılar bırakmıştır. Ayrıca kentteki büyük fabrikalar konusunda, çalışan emekçiler mevzusunda bilgi ve bilinç edinmek de birkaç kapsamlı kitap okumaya değerdi. Katıldığım devrimci geceler, anmalar ve konserler de, Avrupa’yı tanımak bakımından belli bir zenginlik yaratmış olmalı. Aile ziyaretleri yanında düğün ve dernek davetlerine katılmanın da bir bilinç sıçraması yaptığı söylenebilir.
Bencilliğe Karşı Özveri ve Özgecilik
Belki benim için daha da ilginci ve değerlisi, temas ettiğim yakın çevredeki fedakarlık düşüncesi, dostluk ve sıcaklıktı. Bunlar, “büyük anlatılar”dan daha da kıymetliydi diyebilirim. Bu nedenle emekçi sınıflar safındaki destek ve dayanışma düşüncesine mutlaka vurgu yapmam gerekiyor.
Bilhassa burjuva-liberal teorilere kaynaklık eden ve yine bu teorilerce şişirilip parlatılan “bireyleşme”, daha da önemlisi “bencillik kültürü”nün giderek arttığı günümüz koşullarında, destek ve dayanışma kültürünün son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü dayanışma düşüncesinin zorunlu sonucu, insana güven ve geleceğe olan umuttur. Burjuva bilginleri insanın doğuştan bencil olduğunu savunarak gerçeklerin üzerini örterler. Tersine insanın özveri ve özgeci doğasını bizzat deneyimleyerek görebiliyoruz. Bencillik ise sınıflı toplumun ve özellikle de kapitalizmin doğasıdır.
Mao Zedung da, bu fedakar insan doğasına vurgu yapar. Yüzbinlerce devrimci-komünistin hiç bir kişisel menfaat gözetmeden, ölümü göze alarak sınıf mücadelesine katıldığını yazar. Oysa kapitalizm koşullarında olduğu gibi bizim burjuva-feodal kültürümüzde de “babana bile güvenmeyeceksin” türünden gerici klişeler üretilmiştir. Vurgulamak isterim ki tecrübelerim, bunların doğru olmadığını gösteren, aksine inceliğin ve özverinin aktif olduğunu duyuran örneklerle doludur. İki ay boyunca böyle bir duygu içinde yol yürüdüğümüz tüm tanıdıklara ve yakın dostlara, teşekkürler…
Politik, Etik ve Felsefi Dostluklar
Dayanışma, insana güven ve geleceğe olan umut ise değiştirme kültürüne tekabül eder. Kişisel deneyimimden yola çıkarak belirtmek isterim ki, emekçi sınıflar nezdinde, hem organik yapılar içinde hem de şahsi ilişkiler içinde, aile dostluğu düzeyinde de benzer durum geçerli olmuştur. Üç aileyi, başta Şanlı ailesi olmak üzere konu etmek istiyorum. Ayrıca kısaca da olsa Olgun ve Karabulut ailesini de mutlaka anmam gerekiyor. Elbette aile dostluğunun çok ötesinde politik, etik, felsefi ve ideolojik bir dostluk da söz konusu olmuştur.
Avrupa, farklı dillerin, kültürlerin, entik ve inanç kimliklerinin, hatta değişik uygarlıkların, felsefelerin ve yaşam tarzlarının bir arada görüldüğü bir coğrafya. Bu farklılıkla birlikte onu bizim gibi toplumlarla aynı kılan, sınıf dinamiği ve emek-sermaye çatışması bakımından benzer olmasıdır. Tanıdık kişilerin hemen tümünün çalışıyor olması; eğitim, sağlık ve benzeri kamusal imkanlarının neredeyse bizimkiyle aynı olması, aradaki farkın öz’e ilişkin olmadığını gösteriyor.
Şanlı Ailesi ve Devrimci Dayanışma
Çalışma mevzusunu açınca hemen Abdurrahman Şanlı’nın çocukları aklıma geliyor. Dört yetişkinin dördü de sermaye tarafından kuşatılmış durumda. Tabii ben Sinan ile geçirdiğim şarkılı türkülü zamanı ve dünyaya dair yaptığımız felsefeyi önemsiyorum. Müzikte büyük bir yetenek olduğu ise unutulur cinsten değil. Sinan ile birlikte Husserl ve Heidegger’in dersler verdiği üniversiteyi arayışımız aklımda kalan önemli bir anı olacaktır.
Fatih Şanlı, ayrı bir fenomen. Kendisiyle olan politik tartışmaları, birlikte katıldığımız toplantıları anımsatmak isterim. Yine Şanlı ailesinden Rahmi’nin bel ve boyun ağrılarına rağmen, oğlu Mahsuni ile birlikte yaptığımız yolculukların aklımda kaldığını söyleyeyim. Ya ailenin minik torunlarına ne demeli? Sabah, Kiyan’ın çocuk sesiyle uyanmayı, “Filozof amca günaydın” deyişi, bir iki cümlesi Almanca, bir iki cümlesi Türkçe olan konuşmaları… İki yaşına yeni girmiş Levin de aklımda unutulmaz izler bıraktı diyebilirim.
Abdurrahman ve Döndü Çifti
Bitmeyen Felsefi ve Politik Sorular
Yetişkinleri izlerken yaptığım gibi çocukları da izlerken epistemolojik, etik ve politik pek çok bilinen tezi veya kendi felsefi varsayımlarımı test ederim. Bu yüzden Şanlı ailesinin, entelektüel zenginliğe imkan veren bir özelliğe sahip olduğunu düşünüyorum. Avrupa gibi bir ortamda iki aylığına (60 gün) misafir davet etmek, bu davette ısrar etmek ve maddi manevi sorumluluğu üstüne almak, günümüzün burjuva-feodal dünyasında sık görülür bir davranış değil. Bunu kolay bir olanak haline getiren iki ismi ayrıca belirtmeliyim: Abdurrahman Şanlı ve Döndü Şanlı.
Toplantı, görüşme ve akraba ziyaretleri dışında günlerim esasen bunlarla geçti. Pekçok filozofa, felsefi soruna, politik meseleye ilişkin Abdurrahman arkadaşın sorularına yoğunlaşmam hiç eksik olmadı. Tartışmalara Döndü hanımın da iştirak etmesi beni çok ilgilendirmiştir. Çünkü muhafazakar bir gelenekten geliyor, eğitim imkanlarından yeterince yararlanamamış birisi. Yine de artı değer teorisine, organizmacı devlet teorisine, altyapı – üstyapı tartışmasına, yaptığımız faşizm tahliline kulak veriyor, kendince şerhler düşüyor, eleştiriler yapıyordu. Ne de olsa İtalyan düşünürü Antonio Gramsci’ye göre her insanda filozof bir özellik vardır. Gramsci’ye bakılırsa özellikle eğitim yoluyla edinilmiş ideolojilerden muaf insanlar filozof kimliğine daha yakındırlar. Bir ek de biz yapalım: Filozof deyince Sokrates akla gelir. Onun da okula gittiği şüphelidir!
Yararlı ve Güçlü Olan Hangisi?
Okul mu, Hayat mı?
Yararlı olan teori mi, pratik mi, biçiminde de sorulabilir. Burada okul mu, hayat mı denildi. Lenin, devrimci teorinin gücünden söz eder ve ekler: Pratik, teoriden daha üstündür. Buradan hareketle “İyi ki okumamışsın Döndü hanım” dedim. “Okusaydın sen de Tansu Çiller gibi olurdun” diye de ekledim. Sanırım hoşuna gitmiştir. Nedense kapitalizm ve feodalizm koşullarında her türden okulun ideolojik aparat olduğuna inanırım. Neyse, ailedeki diğer kadınları da unutmayayım. Ailenin bir gelini Almandır: Katrin. Katrin, Marx ve Engels’i bilmiyordu. Goethe ve Hegel’i ise duymuş ama fazla bilgisi yoktur. Meliha, Nadide ve bazen Kahvaltıda buluştuğumuz Sultan hanım… Tümüne ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Onur Olgun’la;
Sanat, Şiir ve Müzikli Günler
Müzisyen Onur Olgun ile bir araya gelmesek sanırım bir şeyler eksik kalırdı. Köln, Duisburg, Frankfurt, Mannheim gezileri, ayrıca hastane ve iltica kamplarını ziyaretlerin gerçekleşmesi zorlaşırdı. Onun müzik yeteneği, icrası, üretimi başlı başına bir tema olduğu için şimdilik o hususa girmiyorum. Konuşmasında, tartışmasında belli bir sıcaklık ve dostluk vardı. “Dost, bir başka ben” demişti Aristoteles. Birçok konuda Onur’u dinlerken, kendimi dinler gibiydim. Sanat, felsefe, politika, şiir ve müzik ilgi alanıdır. Fıkraları, masalları, anekdotları, mecaz ve esprilerinde belli bir yaratıcılık var. Bu yaratıcılığı Hegel’in müze olan evini ararken de görmek zor olmadı. Avrupa’daki gezinin son günleriydi ve Hegel Müzesi’ni görmeden olmazdı. Onur, haritadan hızlı bir şekilde yer tespiti yaptı ve iki saat içinde müzede olduk.
Her felsefecinin zenginleşeceği bir duygu ve ruh potansiyeli taşıyor Onur Olgun’un olduğu ortamlar. Ailede Hüseyin, İsmail ve Songül hanımı da tanıma imkanım oldu. Hüseyin de akılda kalacak anılar bıraktı diyebilirim. İleride belki bir “Felsefe Kampı yapacağız” dedi. Burada bir not düşeyim ki, bulunduğum her ortamda genel olarak felsefeye, özel olarak da benim yaptığım felsefeye (diyalektik ve tarihsel materyalizm) büyük bir ilgi olduğu görüldü. Onur Olgun, bu tarzın geniş bir alana yayılması için benim bir çok ortamda bulunmamı, söz almamı da ihmal etmedi. Dolayısıyla başta Onur Olgun olmak üzere tüm aileye teşekkür etmeyi borç sayıyorum.
Karabulut Ailesi:
Aydına, Yazara, Filozofa Yakınlık
Uğraklardan birisi de Karabulut ailesi oldu. Partizan aktivisti iken katledilen Özgür Kemal Karabulut ailesinden söz ediyorum. Özgür’ü kamuoyundan duymuştum. Aileyi ise yeni tanıdım. Yalçın ve Ayfer çiftinin dostlukları sanırım uzun süre aklımda kalacaktır. Hastane ortamları olsun, akşam yemekleri olsun, dondurma ziyafetleri olsun eksik olmadı. İşlettikleri kafeteryanın bahçesinde otururken sıklıkla Epikuros’un dostları ve “felsefe bahçesi” aklıma geldi. Ailenin büyük oğlu Özgür, küçükleri ise Ender ve Şilan… Özgür, amcasına çok benziyor. Amca katledildikten sonra doğduğu için onun adı verilmiş sanırım. Yani “Öldü Sinan, doğdu Sinan” gibi olmuş.
Ailenin tümü gibi Yalçın’ın dostluğu da; insana, yazara, aydına, felsefeye, filozofa verdiği değer de unutulur gibi değildi. İki üç gün boyunca ülke ve dünya sorunlarına felsefi yorumlar getirerek vakit geçirdik. Ailenin devrimci Sultan annesini de unutmak olmaz. Ankara ve Didem’deki evine bir çok kez davet etmesine rağmen, yoğunluğum nedeniyle bir türlü iştirak edemedim. Dolayısıyla Karabulut ailesine de ne denli teşekkür etsem azdır. Nezaketen değil inanarak söylüyorum ki azdır!