Avrupa’da Tartışmalar Sürüyor:
DİN, BİLİM, LAİKLİK, KİLİSE VE CAMİ
Bu hafta bir grup arkadaşla Avrupa’da reform ve rönesansın sonuçlarını tartışıyorduk, bu hareketlerin Avrupa’ya ve insanlığa büyük bir aydınlanma, farkındalık ve özgürlükler getirdiği, dini gerilettiği ileri sürülünce itiraz ettim. Bu hareketlerin, esas olarak yeni ortaya çıkan burjuva sınıfının ideallerine uygun düştüğünü ileri sürdüm ve burjuvazinin, sürekli bunun reklamını yapıp şişirdiğini de sözlerime ekledim. Aslında Avrupa’da yürütülen bu tartışmalar Türkiye’den de bildiğimiz ve tanıdığımız entelektüel hadiselerdir. Hegel söylemişti: Güneşin altında yeni bir şey yoktur…
Tartışmaya yeni yeni konular ekleniyor. Bu bağlamda yapılan bir tartışma da, kapitalizm geliştiği halde neden eski üstyapı (din vs) kurumlarının halen varlığını sürdürdüğü oldu. Yani Avrupa’da burjuva üretim ilişkileri ve modern yaşam koşulları geliştiği halde neden kilise halen varlığını ve etkisini sürdürüyor? Bu konulardan dolayı hafta içinde Avrupa’nın birkaç ünlü kilisesini göreyim dedim. Kilise yanında cami, düğün, dernek ve aile ziyaretlerim de oldu. Ortamlara ilişkin fotoğraflar da aldım. Kilise ve parlamento gibi devasa yapılar önünde çektirdiğim fotoğraflara bakınca bu kurumların hacimleri karşısında insan ya görünmeyecek kadar küçük çıkıyor ya da hiç farkedilmiyor. Yani insan, icat ettiği kurumların altında ezilip kendi doğasını yitiriyor, yabancılaşıyor.
Kilise, Parlamento ve Okul Kardeşliği
Düşünme metodolojisine dair şunu da söylemek isterim ki, Marx ve Marksizm açısından aslında bir inceleme veya analize ekonomik ve sosyal ilişkilerden değil de din, kültür, ahlak veya felsefe gibi üstyapı kurumlarından hareketle başlarsanız bu, idealizm olur. İdealist bakışla ortaya çıkan tezler ise süreçleri (gerçekleri) değil sonuçları (görüntü) temsil eder. Yani temsil, temsil edilenin yerini alır. Oysa tarihsel materyalizm bakımından devlet, siyaset ve din gibi ideolojik kurumlar iktisadi olanı izlemektedir. Ekonomiden hareket eden analizler “sınıf teorisi”ne tekabül ederken kültürel ögelerden hareketle yapılan analizler ise “sınıf dışı teoriler”e tekabül etmektedir.
Abstract background with black wavy stripes. Abstract cut paper stripes. Soft light effect. Modern black background template for documents, reports and presentations. Sci-Fi Futuristic. 3d rendering
İktisaden güç odağına dönüşen sistem, fiziki/kaba baskı aygıtları yanında siyasi ve ideolojik aygıtlara da ihtiyaç duyar. Baskı aygıtlarını ordu ve polis, siyasal aygıtları parlamento ve seçimler, ideolojik aygıtları ise din ve milliyetçilik olarak özetlemek olasıdır. Parlamento binaları ile kilise ve camilerin hatta okul ve hapishane binalarının görüntüsündeki benzerliği düşündüm bir an. Avrupa Birliği’ni sembolize eden kurum ve görselleri de eklemek gerekiyor bunlara. Bunlar, monumental diyeceğimiz bir mimari özellik gösterirken mistik, korkutucu, kutsallık hissi veren devasa yapılar. Avrupa’daki yeni yapı “devasa” cami binalarını da not etmekte yarar var. Bu yapılaşma tarzının kitle psikolojisini etkilemiyor oluşu düşünülemez. Kiliselerde tespit ettiğim özelliklerin, teolojinin ve muhtelif içeriklerin cami mimarisine yansıdığını gördüğümüz gibi modern üniversite ve parlamento mimarisini de etkilediğini tespit etmek zor olmuyor. Demek ki teolojik olan, modern değerlerle (modern din) birlikte katlanarak ve güçlenerek devam ediyor.
Abstract background with black wavy stripes. Abstract cut paper stripes. Soft light effect. Modern black background template for documents, reports and presentations. Sci-Fi Futuristic. 3d rendering
Kutsal Dinler ve Modern Dinler:
Güçlü Olan Hangisi?
Modern tarih boyunca egemen sınıflar, her zaman siyasal ve ideolojik silahlara mutlaka başvurmuşlardır. İktidar, silah gibi şiddet ve zor araçlarıyla kurulsa da onu yalnızca bu fiziki silahlarla muhafaza etmek ve sürdürmek mümkün değildir. Fiziksel olmayan hukuk, ahlak, devlet, kilise, cami, bilcümle kutsal ve modern dinlere de mutlak olarak ihtiyaç vardır. Öte yandan burjuvazi, siyasal ve ideolojik silahları farklılaştırmakta, büyütmekte ve zenginleştirmede en hünerli ve tecrübeli sınıftır. Dolayısıyla modern dinlerin kutsal dinlerden daha güçlü olduğu çok açık bir olgu olarak karşımızda durmaktadır.
Buradan bakıldığında kutsal dinlerin, ulus devlet teşkilatından ayrıldığını (laiklik) söylemek zordur. Kaldı ki laikliğin kendisi haddizatında zaten bir din olarak kurumlaşmıştır. Hıristiyan Demokrat Partilerin varlığı da bunu kanıtlıyor. Bu türden adlara ve içeriklere sahip olan bir çok partinin birçok Avrupa ülkesinde hükümet kurduğu, hatta iktidar olduğu da sır değildir. Günümüzde kutsal dinlerle ilişkilenirken tek veya toplu linç, cinayet ve katliamlar yanında modern dinlerle (milliyetçilik, ırkçılık, sekülerizm, hukuk) ilişkilenen katliamlar da az değildir. Halen Rusya-Ukrayna savaşı da dahil olmak üzere dünyanın bir çok yerinde laik güçlerin, hukuk kurallarına uyarak insan katliamı yaptıkları biliniyor!
Bilim Özgürlük Getirir mi?
Günümüzdeki her türden savaşları dikkate aldığımızda yine Avrupa’daki konuşma ve tartışmalarda gündeme getirilen laiklik gelişip de bilim ilerledikçe insanlığa özgürlük ve eşitlik geleceği fikrinin de boş bir retorikten öte gitmediğini savunma gereği duydum. Bir konuşmacı da buna ek olarak filozofların % 90’ının, her çağda egemen olan sınıflara sözcülük yaptığını ve bilim adamlarını ise halk safında gördüğünü belirtince tartışma çıktı. Filozofların % 90’ının hakim sınıflar safında olduğu doğrudur! Bununla beraber bilimcileri bundan ayırmak yanlış olur. Zira bilimcilerin ise % 99’u hakim sınıf saflarındadır. Çünkü kapitalizm koşullarında bilimin motoru sermayenin kendisidir/ihtiyaçlarıdır.
Her çağda egemen fikirlerin egemen sınıflara ait olduğunu Marx keşfetmişti zaten. Felsefe ve bilim diğer üstyapı kurumları (estetik, hukuk, devlet, ahlak, din, siyaset) gibi işlev görmektedir. Bilimin de masum olmadığı açıktır yani. Nitekim 20. yüzyılda yaşananlarda bilimin, bilim adamlarının payı büyüktür; iki tane dünya savaşı, Nazizm ve ayrıca İtalya ve Türkiye merkezli faşizmler “bilim iyidir” görüşünün yanlışlığını, yüz milyon insanın yok edilmesi pahasına tüm dünyaya göstermiştir. Çünkü burjuva-liberal teorilere ve teorisyenlere göre 20. yüzyıl bilim yüzyılı olması yanında modern ulus devletler yüz yılı olmuş ve laiklik yaygınlık kazanmıştır.
Söylediğim tarihsel tecrübeler de, yine bir salon tartışmasında gündeme gelen “Türkiye’de şeriate geçilir mi?” biçimindeki sorunun lüzumsuzluğunu göstermektedir. Zira geriye gidişlerin de bir sınırı bulunuyor. Son yüz yıl içinde şetiata yalnızca İran gibi tek bir ülkede geçilmiştir. O da ne denli şeriat ise? Kaldı ki, seküler dünya (emperyalizm) izin vermeden hatta yönlendirme yapıp desteklemeden herhangi bir toplumda “biz şeriat istiyoruz” diyecek bir insan grubu da bulunmuyor. Bunun aynısını, ırkçı, faşist rejimler için de ileri sürmek elbette mümkündür.
Türkiye’de Komünizm ve Şeriat
CHP’nin Ankara eski belediye başkanı Nevzat Tandoğan, bu ülkeye milliyetçilik veya komünizm gelecekse biz istersek getiririz demişti. Konuyu, egemen-sömürücü sınıfların ağzından son derece güzel açıklıyor bu tecrübe. Komünizmi değil ama milli ve dini değerleri, yüz yıldır ülkemiz coğrafyasında işte bu zihniyet etkili kılmıştır ve kılmaktadır. Dolayısıyla sermayenin büyük güçleri “evet” demedikçe dünyanın hiç bir coğrafyasına da Anadolu’ya da şeriat gelmeyecektir! El Kaide, Hizbullah ve Işit türü örgütlerin büyük oranda kontrol altına alınmış olmasından da bu durum anlaşılabiliyor. Diyeceğim şu ki, günümüzün kapitalist/emperyalist güçleri asla kutsal dinlerden ve modern dinlerden vazgeçmez; amma ve lakin bunlara kısmi özgürlük de tanırlar.
Kutsal dinler ve modern dinler, egemen sınıfların ihtiyaç duyduğu kadar ve onların gerekli duyduğu biçimde var olmak durumundadır. Bu iki dinsel formun maddi koşulları çağımızın köleci, feodal ve özellikle de kapitalist koşullarında mevcuttur. Bunlar değişse bile kültürel, dinsel alışkanlıklar bir süre daha devam eder. Dolayısıyla Rönesans, reform ve aydınlanma yapmış başta Avrupa devletleri olmak üzere modern devletlerin kutsal dinlerden ve modern dinlerden uzaklaştığı, dinselliğin devlet ve siyaset dışına atıldığı koca bir ayı yalanıdır.
Dini Bayramlar ve Milli Bayramlar
Dinlerin devlet ve siyasetin dışına atıldığı şöyle dursun Türkiye gibi örneklere bakıldığında modern devletlerin “iki dinli” hale geldiği görülüyor. Osmanlı yalnızca tek dinli (İslam) idi. Türkiye’nin kurulmasıyla hem bu din güçlenip kurumlaştı, hem de yeni bir modern din daha eklendi: Milliyetçilik/Kemalizm. Türk egemen sınıfları yüz yıldır işte bu iki büyük silahtan yararlanarak toplumu mevcut düzene bağlayabiliyor. İdeolojik silahlar, uygarlık nerede gelişmişse orada var olmuştur. İmam, papaz ve muhtelif devlet memurlarının yanına öğretmenler eklenmiş, dini bayram ve dini özel günler de milli günler ve milli bayramlarla daha da kuvvetli ve etkili hale getirilmiştir.
İslamın kendisini son din olarak lanse etmesi de tarihi gerçekler tarafından yalanlanmıştır. Zira tarih feodal üretim biçiminden sonra bir üretim biçimi daha ortaya çıkarmıştır: Kapitalizm. Kapitalizm, modern dinler için uygun temelleri yaratmıştır. Marx ve Marksizm açısından kapitalizm son sınıflı toplum olacağı için son din de İslam veya bir başka kutsal din değil modernizm olacaktır. Yani son din, modernizm ile birlikte ortaya çıkan milliyetçilik, devletçilik, laiklik, Atatürkçülük, hukuk, aile, mülkiyet, marka, moda vs olacaktır. Modern dinlerin son bulması, her türden kutsalın da maddi ve sosyal zeminine son vermesi anlamına gelir.