FARABİ’NİN DEVLET FELSEFESİ
Ortaçağ / İslam Düşüncesi
Ortaçağ veya İslam dünyası denildiğinde, aydınlanmacı ve ilerlemeci söylem (resmi ideoloji) içinden “karanlık, dinci-gerici” türünden bir yakıştırma söz konusu oluyor. Bu anlayışa bazen sol/sosyalist çevrelerin de angaje olduğu görülebiliyor. Oysa Ortaçağ’a dair bu pesimist yaklaşım gerçekleri yansıtmıyor. İslam dünyasında da felsefe, bilim, aydınlanma, hukuk vardı/vardır. Bu ürünler, elbette ki Batı’daki gibi egemen sınıfların çıkarını yansıtır. Farabi’nin felsefesi ve devlet teorisi de bundan ziyadesiyle nasibini almıştır.
Ortaçağ/İslam dünyasında, Batı’daki gibi dinci veya seküler bir gericilik olduğu da doğrudur. Dolayısıyla konuya tek boyutlu değil diyalektik açıdan bakmak gerekiyor. Gerici ve ilerici düşünceler birlikte var oluyor. Çünkü İslam coğrafyasında da sınıflar var, sınıf mücadeleleri var, ayaklanmalar eksik olmuyor. Farabi’nin yaşadığı çağlarda Zenc ayaklanması, Karmatiler, Babekiler var. İslam tarihi, Osmanlı tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi de tıpkı modern dünya tarihi, Batı tarihi gibi sınıf mücadeleleri tarihidir. Felsefe böylesi ekonomik ve kültürel iklimleri pek sever.
Anadolu ve Mezopotamya topraklarında, andığım türden sınıf mücadeleleri çoğunca Kızılbaş toplumları tarafından sürdürülmüştür. Bu mücadeleler için modern toplumsal hareketler öncesinin pro-tarihidir diyebiliriz.
Bu hafta Komün TV’de Ortaçağ’a bir projeksiyon tutacağız. Ortaçağ karanlık değil, nicel birikimler nitel sıçramaya dönüşür. Diyalektigin temel bir ilkesidir bu. Burada nicelik önemli değildir diyemezsiniz. Nicelik olmasa Rönesans, Yeniçağ, hümanizm gibi değerler (sizin için önemliyse) olmazdı. Hareket noktamız Ortaçağ olsa da Farabi ve devlet felsefesine yöneleceğiz.
Farabi, Kazakistan’ın Farab kentinde doğmuş. Farab, döneminde önemli bir kültür başkentidir. Farabi yeni bir kültür kentine (Bağdat) geldiğinde 40 yaşındadır. Kültür başkentleri son derece önemlidir. Batı’da olduğu gibi Doğu’da da böyle mekanlar hep var olmuştur. Semerkant, Tebriz, Horasan, Buhara, Halep, Harran, Şam, Basra, Bağdat, Kahire… Farabi, bu merkezlerdeki kültürel ilkimden beslenmiş bir filozoftur. Yaklaşık olarak 870-950 yılları arasında yaşadığı biliniyor. Doğu Ortaçağ felsefesinin beş büyüklerinden birisidir. İslam filozofları denilen beş büyükler yaşadıkları yıllara göre şunlardır: El Kindi, Farabi, İbni Sina, Gazzali, İbni Rüşd.
Dilbilim ve mantık konusunda iyi yetişmiş birisiydi Farabi. Devlet kademelerinde yöneticilik yapmış, Fars, Türk, Arap egemen sınıflarının sözcülüğünü yapmış bir filozoftur. Kurduğu felsefe ve devlet teorisi de bu çerçevede oluşmuştur. Medünetül Fazıla adlı eseri, siyaset felsefesinde en ünlüsüdür. Faziletli bir toplum tasarımı söz konusudur. Ayrıca Siyasetül Medeniyyye adlı eser de devlet felsefesi bağlamında anılması gereken bir kitaptır.
Türkçe anadili olmakla birlikte Arapça, Farsça dahil olmak üzere birçok dil biliyor Farabi. Yüzlerce eser yazdığı ileri sürülen Farabi, evrensel bir doktor gibidir. Aristoteles ile kıyaslanması manidardır. Bilim, din, sanat, müzik, ontoloji, epistemoloji, toplum, hukuk dahil olmak üzere pek çok alanda düşünmüş, yazmış birisidir. Aristoteles’e “muallimi evvel” (birinci öğretmen) denilmesi gibi Farabi’ye de “muallimi sani” (ikinci öğretmen) denilmiştir. Farabi’yi, Batı’nın daha pek çok filozofuyla kıyaslamak olasıdır. Düşünme yöntemi üzerine yazdıkları, bilimleri sınıflaması düşünüldüğünde birçok Batı filozofundan önce geldiği de iddia edilebilir.
Farabi, varlık anlayışı olarak sudurcudur. Plotinos’u anımsatıyor. Her varlık Tanrıdan neşet ediyor, yani sudur ediyor diyelim teknik terimle. Farabi, bilgi kuramı açısından empiristtir. El Kindi’den farklı demek ki. Kindi, akıl ve sezgi yoluyla bildiğimize inanıyordu. Yani Farabi’ye göre zihin tabula rasa’dır. Demek oluyor ki J. Locke’u önceliyor. Bu yüzden tipik bir İslam filozofunun çok ötesindedir. Akıl da ikiye ayrılıyor Farabi’nin optiğinde. Pratik Akıl ve teorik Akıl. Ameli ve nazari deniliyor. Tanrı’ya, dine, teolojiye meraklı olmakla birlikte Batı filozoflarından daha dinci ve gerici değildir. Elbette ki içinde yaşadığı sınıflı, zulüm uygarlığının düşünürü olmuş, bilhassa Abbasi egemen sınıflarının sömürücü düzenini desteklemiştir. Bununla birlikte “erdemli toplum” tasarımında da görüleceği gibi birçok iyileştirmeler ve reformlar da savunmaktan geri durmamıştır.
Farabi, Hobbes’tan çok Machiavelli’yi anımsatıyor bana: Erdemli toplum için yöneticiye öğütler veriyor. Kısmen de topluma/devlete vurgu yapıyor. Yönetici, vücut olarak eksik, engelli olmayacak. Bilge olacak, halkı mutlu etmek için çalışacak. Bu özelliklerin doğuştan olacağına inanan Farabi, Platon’un devlet projesini de anımsatmaktadır.
Devlet felsefesi açısından iki eseri çok ünlüdür demiştik: Medinetül Fazıla ve Siyasetül Medeniyye. Farabi, bu kitaplarda devletin doğuşunu da açıklıyor. Ona göre devletin ortaya çıkmasının 4 nedeni olabilir. 1- Doğa kaynaklı açıklama. Ontolojik de diyebiliriz buna: Fiziksel dünyada, doğada nasıl ki bir düzen varsa toplumda da benzeri olur denilmiştir. 2- İnsan vücuduna bakılarak devletin ortaya çıktığı da düşünülebilir. Organizmacı devlet/toplum teorisi de diyebiliriz buna. Farabi, bu noktada Aristoteles’i izlemiş gibidir.
3- İnsanların doğasında devlet ve toplum kurma güdüsü vardır. Aristoteles’i andırıyor yine: İnsan zoon politikondur. Doğuştan toplumsaldır yani. 4- İnsanlar mutluluk arıyor. Bunun ancak şehir-devlette gerçekleşeceğine inandığı için devlete ihtiyaç duyar. Bu da Sokrates’i anımsamaya imkan veriyor: Şehirden (Atina) uzaklaşmayalım demişti Sokrates. Polisten uzaklaşırsan Polites olmak yerine idyotes (aptal) oluruz demişti filozof. Yunan filozoflarına benzer düşünceler getirmesi, Farabi’nin kopyacı olduğunu göstermez. Çünkü fikirler (tarihsel materyalizm gereği) başka topraklardan değil esasen kendi toprağından çıkar.
Farabi, devleti ikiye ayırıyor. Erdemli şehir-devleti ve erdemsiz şehir-devleti. İlki eğitimlilerin devleti. Diğeri ise cahillerin devleti. Farabi’de sınıf mücadelesi anlayışı bulunmuyor. Din savaşı da yok. Bunun yerine tarihin motoru erdemli devletlerle erdemsiz devletler arasındaki çatışmadır. Erdemli devlet iyi, yetenekli bir başkana sahip olduğu için halk mutludur. Bu başkanın erdemsiz devletlere karşı açtığı savaş haklı bir savaştır. Erdemsiz devletin savaşı ise haksız savaştır. Bilindiği gibi haklı savaş, haksız savaş ayrımı, Lenin ve Mao gibi Marksist filozoflarda da bulunmaktadır.
Erdemli devletin galip gelmesiyle tüm dünya devleti kurulacaktır. Bu yaklaşım da Kant’ı anımsatıyor. Görüldüğü gibi Farabi, toplumu ve üretim ilişkilerini değil başkanı temel alıyor. İdealizmden başka bir anlama gelmez. Burada da Augustinus’u anmak gerekiyor. O da Yer devleti ve gök/Tanrı devleti olarak dualist bir açıklama yapmıştı. Farabi, erdemli devleti, ilk önderin, bir bakıma peygamberin kurduğunu ileri sürüyor. Demek ki devlet sözleşmeyle kurulmuyor ama biraz da ilgisi var sözleşmeyle. Platon’un filozofa yüklediği misyonu, anlaşılan Farabi de peygambere yüklüyor. Peygamber zaten ya filozof düzeyinde ya da ondan daha faziletli bir kişidir. Böylece ilginin Tanrı’dan uzaklaşıp insana kaydığını da ileri sürebiliriz. Bunu da hümanizmin habercisi olarak okumak yanlış olmasa gerek.
Filozof/peygamber ya da yönetici, devleti, hukuku, kanunları belirleyen kişidir. Yine de kafasına göre yönetemez peygamber/başkan. Çünkü ondan da yukarıda Tanrı ve Tanrısal yasalar vardır. Bunlar, ifade uygunsa işin anayasasıdır. Farabi, naif diyeceğimiz görüşleriyle filozofu, peygamberi, kralı ete kemiğe büründürüyor ve eşleştiriyor. Şöyle ki ona göre kralın 12 tane yönetici özelliği olmalı.
Bunlar doğuştan gelir. Cesaretli olmak, bilge olmak, dürüst olmak, halkın mutluluğunu düşünmek, şöhretten, mülkiyetten uzak olmak, adil olmak, vücutça güçlü olmak, fiziksel engelli olmamak… Ayrıca sonradan kazandığı 6 yeteneği daha olmalıdır. Başkan öldüğünde onun yerine bu özelliklere sahip kişiler getirilmelidir. Eğer tümünü yerine getiren yoksa bu özelliklere sahip birkaç kişi birlikte yönetici olmalıdır.