Küfür, Hakaret, Aşağılama:
LÜMPEN BURJUVAZİNİN RUH DÜNYASI
Küfrün felsefesi olsaydı ne söylerdi? Diktatörler neden küfür eder? Halk, sokaklar, kadın erkek, genç yaşlı hep küfür ederler. Nedendir bu? Can Yücel’in küfürlü dili niye vardır? Yaratıcılığın ürünü bazı küfürler belleklere kazınır. Emekçiler de küfür eder.
Yalanın maddi ve psikolojik kaynağı da küfürle benzerlik gösterir. Yalan deyince de, söylenecek çok söz olur. Küfür veya yalan ekonomik ilişkilerden, mülkiyet biçimlerinden ayrı ele alınabilir mi? Hiç sanmıyorum. Zira birilerine söylenen (halk veya her kimse) “namussuz”, “adi” veya buna benzer, en hafif deyimle, aşağılama ifadelerinin normal olduğunu kimse iddia edemez. Bu türden ruhsal durumlar, bir sınıfın kriz içinde olduğunu işaret eder; zira psikolojik krizler ekonomik ve siyasal krizlerin neticesi olarak ortaya çıkmaktadır. Böylesi bir süreç hem bireysel hem de toplumsal düzlemde geçerlidir.
Mao Zedung, siyaset psikolojisi açısından üzerinde durulması gereken tavırlar göstermiştir. Köylüye nasihat ederken, düşmana yalan söylemelerini öğütler. Küfür ve yalan gibi alışkanlıklar dil felsefesi açısından ele alındığında da epeyce zenginlik ortaya çıkar. Dil, yalan, küfür bunlar birbiriyle iç içedir. Son zamanlarda Türk hakim sınıfları bağlamında küfür alışkanlığı yeniden tartışma gündemine girdi. Dolayısıyla küfrün dayandığı sosyal, siyasal, psikolojik süreçleri açığa çıkarmak gerekir.
Estetik ve Politik Küfürler
“Ben küfür bilsem de etmem, daha doğrusu siyasi dil ile söylerim küfrümü” diyecek insanlar da var kuşkusuz. Türlü türlü küfür var: “Halk düşmanı”, “faşist”, “sömürücü”, “küçük burjuva” denilir mesela. Bunlar da küfrün değişik versiyonlarıdır diyebiliriz. Muzaffer Oruçoğlu’nun romanlarında “politik küfürler” vardır. Halkın küfrü, sanatçının küfrü gibi entelektüel küfürler de az değil. “Allah’ın halk savaşçısı”, “reformist”, “sosyal faşist” vs… Çoğu kez rastgele de söylenir küfür. “Namussuz” der adam birine, ama ilgisi yok. Bazen yaratıcı küfürler de olur, dudak uçurtan cinstendir. “Duvara işeyen adam ne işe yarar” denilir. Yakası açılmadık sözler, galiz küfürler duyarız. Örnek veremiyorum!
Küfür Arapça, Tanrıyı red, peygamberi protesto anlamına gelir. Küfür edene de kâfir denilir. Gavur da öyledir. Dinde küfür yanında beddua da yer alır, bazen beddua küfrün yerine geçer. Dinci, dindar, seküler fark etmiyor… Küfür yaygındır bizim toplumda. Sınıfsaldır, ezilenlerin, cinslerin, cemaatların (topluluk) küfürleri farklıdır. Mesela Kızılbaş kültüründe birisine “yezit” demek küfrün yerine geçer. Din derken, Marx’a gönderme yapılır: Din halkın afyonudur! Aşağılama veya hakaret gibi anlaşılır. Oysa sosyal ve psikolojik bir tespittir yapılan. Sanatın her dalında da rastlarız küfre. Şiirlerde, karikatürlerde, fıkralarda, sinemada gırla. Günlük yaşam küfürsüz geçmez. Çok kez kapitalizm ortaya çıkardığı sinir, stres, biriken enerji ve gerginlik ağızdan çıkan kaba sözlerle yerini rahatlamaya ve sakinleşmeye bırakır.
Küfrü, küçük burjuvazide ve “lümpen proletarya”da daha fazla görüyoruz. Sözünü geçiremeyince küfür limanına dayar sırtını. İkna edici bir davası ve teorisi olmayanlar daha fazla başvurur küfre. Proletarya da yetersiz kaldığında ve yenilgi koşullarında küfre başvuruyor. Yenilgi ve yetersizlik burjuvazi için de geçerlidir. Şimdiki hükümet ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçları karşılamaktan uzaktır, yoksundur. Zaten böyle olmasaydı, ikna edecek bir sözü, doğru bir gerekçesi ve kanıtı olsaydı bunlarla yanıt verirdi. Bunlar olmadığı için küfre başvuruyor diyebiliriz.
Lümpen Burjuvazi ve Lümpen Proletarya
Burjuvazinin cephesinde küfür, faşizmin sözel biçimi oluyor. Buna daha çok bizim gibi ülkelerdeki “lümpen burjuvazi” başvurmaktadır. Ekonomik ve sosyal kriz süreçleri, burjuvazinin ruh dünyasını da değiştirir. Küfre neden olan duygu durumu böylesi koşullarda depreşir. Antrparantez deprem ve depreşmek sözcüğü benzer kökten geliyor. Demek oluyor ki iki karşıt sınıf başvuruyor küfre genellikle. Dolayısıyla küfür en çok “lümpen proletarya” ve “lümpen burjuvazi”de görülmektedir. Tersinden söylersek psikolojik bunalımın zirve yaptığı dönemler, iktisadi bunalım dönemlerinin kritik momentlerine tekabül eder.
Burjuvazi ve proletarya, çağımızda en güçlü teorilere sahip olan iki temel sınıftır. Bunların ağzında küfürler değil teoriler vardır. Bunlardan yoksun olan kesimler küfre, hakarete, aşağılama yöntemlerine ihtiyaç duyar. Bugün Türkiye burjuvazisi böyle bir sürecin içindedir. Özellikle “sonradan görme burjuvazi”nin sözcüleri, burjuva eğitimi bakımından da yeterli olmadıklarından, eksikliklerini küfür, hakaret ve kaba sözlerle, hatta kabadayılıkla giderme eğilimi göstermektedirler.
Can Yücel’in Küfürlü Dili
Can Yücel: küfür burjuvazinin ağzında lağım çukurudur, işçi sınıfının ağzında açan çiçektir demiş. Burada küfrün sınıfsallıkla bağını kurmakla birlikte onun teoriye yapacağı katkıya bakmak gerekiyor. Küfür olarak nitelenen söz veya söz öbekleri teoriye bir katkı değeri katıyorsa bunun bir gereklilik olduğu düşünülebilir. Aynı durum estetik ve politik süreçler için de geçerlidir. Küfürlü bir sahne veya dil, estetik bir form ve niyeti açıklayan etkili bir politik değer halindeyse önemsenir. Aksi halde etik ve estetik bir kabalık biçimine bürünür ki, itici olur. Bu yüzden de nerede ne zaman küfre başvurulacağı son derece önemlidir.
Gerçekten de sanat dünyasında birçok kişi küfre yöneldiği halde küfürlü söyleyiş en çok da Can Yücel’in ağzında bir çiçek olmaktadır! Fakat devlet yöneten birinin ağzından olduğu zaman hiç de estetik bir yanı olmuyor. Küfür, biraz da doğalında olmalı. Burada bir başkan, deprem felaketinin altından kalkamayınca küfre sığınmıştır. Burada hiç bir yaratıcılık, eğitim, ikna ve estetik söz konusu değil. Burjuvazi, çıkmaza girince faşizme başvurur bilindiği gibi. Faşizm bizim gibi ülkelerde sürekli olduğundan dolayı, dil, söylem ve küfürlü üsluplarla faşizm etkili kılınmak isteniyor.
Dilin yaratıcılığı ve kültür: Birine aslan veya kaplan dediğinizde övgü; eşek, öküz dediğinizde küfür oluyor… Odun ve kalas yerine yaprak, çiçek denildiğinde de bir fark ortaya çıkıyor. Kültürel uzlaşma, düşünce ortaklığıyla ilgilidir. Bu noktada dil çok önemli ve belirleyen oluyor. Kişneme, havlama dendiğinde hakaret, aşağılama; kükreme dendiğinde yüceltme oluyor! Nihayet küfür, uygar toplumda ve mülkiyet ilişkilerinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Genellikle ataerkil ve insan merkezli, kadını, hayvanı, eşcinseli aşağılayan bir huydur. Böyle bir gerçeklik, küfrün komünal toplumlara yabancı olduğunu göstermektedir.
S. Freud ve Bastırılmış Cinsellik
Freud’un mantığıyla bakıldığında da küfrün modern dünyaya ait olduğu görülebiliyor. Aile kurumu, kadına veya erkeğe sahiplenme, tek eşliliği dayatır; cinsel içgüdülerin özgürce gerçekleşmesini engeller. Namus ve bekaret türünden mülkiyetçi ideolojiler, özgür cinselliği yasaklar. Baskılanan içgüdüler, kendilerini değişik biçimlerde dışlaştırır. Küfür de bastırılan güdülerin görünüşe çıkması olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla küfür, kadınların da kullandığı bir “silah” olarak işlev görmektedir. Çünkü mülkiyet ilişkileri için de erkekler gibi kadınların da sevgi ve saygıya dayalı, sağlıklı bir cinsel ilişki, beraberlik yaşadıkları söylenemez. Sınıf dinamiği her alanda olduğu gibi bu alanda da belirleyicidir. Hırsızlık, yolsuzluk gibi yalan ve küfrün kaynağı da emperyalist uygarlığın kendisidir; bunların panzehiri ise eşitlikçi bir dünya, sınıfsız uygar toplumdur: Komünizm.
Yukarıda da belirtildiği gibi küfrün sınırları geniştir. Bazı etkili değer ve terimler de küfür sayılabiliyor. Mesela Epikurosçuluğun küfür olarak görünmesi gibi. Epikuros, Demokritos ve Luikipos atomcu felsefe geleneğini temsil ederler. Marx da bunları izlemiştir. Epikuros, her halükarda yaşamdan haz almayı önerir. Bu da egemen sınıfları ve Hıristiyanlık, İslam gibi dinleri müthiş saldırgan yapar. Çünkü öte dünyada haz almalıyız! Yeniçağ Epikuros’a dönüşle başlar. Lenin de epiküryen hazdan söz eder. Birine Epikuros demek de Marx demek de küfürdür! Hukuk felsefesinde de küfür büyük bir meseledir. Neyin küfür olduğu tartışmalıdır. Birine faşist demek suçtur, komünist de öyle! Oysa “komünist” neden küfür veya hakaret olsun ki. Tersine bu kültür içinde olanlar bakımından onurdur.
Lenin, Nietzsche ve Döneklik
Lenin ile bitirelim. Ülkemizde sosyalist literatüre de girmiş bir söz var: “Dönek Kaustky”. Rusça’da verdiği anlamı kestiremiyorum. Lenin’in, bu terimi “etik” değil de politik bir terim olarak kullandığını düşünmek gerekiyor yine de. Yoksa Kaustky’yi, eleştirecek kadar yetersiz kaldığı, bu yüzden de bir aşağılama ve hakaret olarak böyle bir dile başvurduğunu düşünemeyiz. Oysa Türkçe’deki anlamı ve üstelik sol (Leninist) çevrelerdeki kullanımında da politik anlamından ziyade ahlaki anlamına daha çok vurgu yapılıyor.
Herhalde bu kullanımı (etik) görseydi Lenin de rahatsız olurdu. Çünkü kastedilen, görüş değiştirmekse, eleştirinin merkezinde kişinin kendisi değil görüşün kendisi yer alması gerekir. Örneğin revizyonizm, evrimcilik vb. Nietzsche’yi düşünelim. Lukacs gibi düşünürlere göre tekelci kapitalizmin sözcüsüydü Nietzsche. Sonra proletarya saflarına geçtiğini varsayalım Nietzsche’nin. Belki yine dönek denilirdi ama bu “anlam” etik değil politik bir davranış olur ve Nietzsche erdemli birisi olarak betimlenirdi. En azından proletarya cephesinde kesinlikle onaylanan birisi olarak yerini alırdı.