Direnişin Mekanları Olarak
DİVRİĞİ, DERSİM, FATSA
Lise yıllarımdan beri adını bilirim. Birçok kez etkinliklerine katılmışlığım oldu. Sol ve muhalif olarak bilirim. Her yıl düzenlenen Pilav Günü çok ünlüdür. En eski, pozitif, sürekliliği olan ve her dönem kitleselliği olan bir kurumdur. Hangi kurumdan mı söz ediyorum? Divriği Kültür Derneği. Sivas’ın devrimci-demokratik ilçelerinden birisidir Divriği. Her Arapgir, Arguvan ve Hekimhan’a gidişimde sınırından dönerim Divriği’nin. Bir iki yazımda da bu ilçeye bir türlü gidemeyişimden söz etmiş, hayıflandığımı belirtmişimdir. Madeniyle, doğasıyla, yaylasıyla Ali Kızıltuğ, Feyzullah Çınar gibi halk ozanlarıyla ünlü bu ilçe, neden göç verir ki?
Divriği aklıma geldiğinde Koçgiri katliamını, 1978 ve özellikle 1993’te yaşanan ve tarihimize Sivas/Madımak katliamı olarak geçen felaketleri anımsarım. Mehmet Atay’ı, elbette ki Hasret Gültekin’i de… Sivas ne de olsa Aşık Veysel’in yurdu. Daha eskisi de var Divriği’nin. Kadim bir halk, direnişlerin, ezilen inançların (Pavlikanlar), Arap, Türk ve Bizans egemen sınıflarına karşı mücadele etmiş, bazı kaynaklara göre 850 yılında demokratik özerk yönetimlere mekan olmuş bir coğrafya. İlçe ve hinterlandında Kürt/Kızılbaş inancının hüküm sürdüğünü de anlamak zor olmuyor.
Dernek, Mart sonu yapılacak Genel Kurul’a hazırlanıyor. Bunun için yapılan toplantılardan birine davet edildim bu hafta. Toplantıda kısa bir konuşmam da istenince kendimi kürsüde buldum. Konuşmamın içeriğinden de kısaca söz edeceğim; ama önce derneğin geçen dönem yönetimine gelen Orhan Akkaya’yı anmam gerekiyor. Çünkü kurumun Genel Başkanı. Sosyal medyadan tanışıyorduk, tanışıyoruz. Birkaç ay önce politik bir etkinlikte tanıştık kendisiyle. Zaten soyadı adaşımla tanışmak istiyordum ben de.
Orhan arkadaşın, sanat ve edebiyata merakı; bilim ve özellikle felsefeye olan ilgisi beni daha da kendisine yaklaştırdı. Kibar, beyefendi bir dost kazanmıştım. Buluşup birlikte derneğin Beyoğlu’ndaki merkezine gittik önceki akşam. Sıcak bir atmosfer içinde 30-40 kişilik bir topluluk, salonda çay kahve içiyor, seçimlere ilişkin konuşuyorlardı. Belirtmeme bile lüzum yok ki, 6’lı masanın başarısına yapılan vurgu belirgindi. Biraz sonra aramıza yeni arkadaşlar da katıldı.
Divan kurulup da Orhan Akkaya’nın konuşmaya başlamasını izledik önce. Kısa bir konuşma oldu. Sonra söz ve kürsüye ben davet edildim. Şöyle özetleyeyim söylediklerimi. Bana göre Divriği Kültür Derneği deyince Divriği ilçesi akla gelir. Divriği ilçesi Kızılbaş ve Kürt kimliği bakımından da özgün bir yerde duruyor. Ülkemizde şehirler deyince Dersim, ilçeler deyince Divriği akla gelir diyebiliriz. Gerçi Fatsa’dan da söz edilebilir bu açıdan. Yine de Divriği’nin daha özellikli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Fatsa, doğrudan demokrasi ve devrimci/sosyalist kültür açısından özgün olsa da süreklilik bakımından yeterli olamamıştır. Belki de tarihsel-toplumsal kaynaklar bakımından Divriği kadar devrimci mirasa sahip değil. Dolayısıyla süreklilik bakımından Divriği kültürüne rengini ve içeriğini veren Kızılbaş ve Pavlusçuluk ruhunun altını çizmek gerekiyor.
1980 öncesi ilçedeki emekçi bilincinin ve devrimci duruşun da belirleyiciliği üzerinde durmak yanlış olmaz. Bu yüzden şöyle de söylenebilir: Dersim, nasıl ki 1937-38 de dahil olmak üzere direniş ve katliamların bir mirası olarak ortaya çıktıysa Divriği de, Koçgiri ve Madımak başta olmak üzere Bizans, Arap ve Türk egemen sınıflarına karşı duruşun mirası olarak var olmuştur. Elbette söylemeye bile lüzum yok ki, aynı zamanda Sivas ve Divriği ilçesi, Yeşilırmak, Kızılırmak ve Fırat’ın kollarının imkan verdiği bir coğrafyadır.
Konuşmamı, derneğin adındaki “kültür” kavramı üzerinden yaptığım açıklamalarla sürdürdüm. Kültür deyince dört entelektüel disipline işaret etmek şarttır: Bilim, sanat, felsefe, politika. Adında kültür yazan bir kurumun ve konumuz olan demokratik kitle örgütünün andığım disiplinler içinde aktiviteler gerçekleştirmesi gerekir. Derneğin hangi bilimsel faaliyetleri yürüttüğü önemlidir. Sanatsal aktiviteler, kültür dernekleri için olmazsa olmazdır. Divriği Kültür Derneği’ne girdiğinizde müzik, bağlama ve resim etkinlikleriyle ilgili bir kurum olduğunu hemen anlarsınız.
Politik faaliyetlerin yapıcı ve devrimci bir tarzda yer alması zorunludur. Yine de demokratik kitle örgütünün politik bir örgüt olmadığı bilinmeli ve ikisi arasındaki çizginin korunması icap eder. Felsefi etkinlikler, sorunu yoğun olan toplumlarda daha fazla ilgi görür. Kısa olmasına rağmen, başta Orhan Akkaya olmak üzere birçok konuşmacının, açıklamalarıma gönderme yapma ihtiyacı duymalarının, felsefenin öneminden kaynaklandığını sanıyor.
Demokratik bir kitle örgütü, üye ve taraftarlarına estetik ve etik bilinç yanında felsefi bir bilinç de taşımakla mükelleftir. Derneğin Genel Kurul’a gidişini de dikkate alarak seçilecek yeni yönetimin dikkate alması gereken bir başka bakış açısına daha işaret de edildi. Bu çerçevede beş belirgin dinamikten söz edildi.
Devrimci-politik örgütler gibi demokratik kitle örgütleri de (tüzük ve programları farklıdır) sınıf dinamiğini merkeze koyarak faaliyet yürütür. Destek-dayanışma kültürü de buna eşlik eder. İkinci olarak, ülkemizde bir ulusal sorun olduğu bilindiği için ezilen uluslar (başta Kürtler olmak üzere) konusunda bilinçli ve duyarlı olmak kaçınılmaz görünüyor. Üçüncüsü ezilen inanç meselesidir. Bu konu tarihte çeşitli zamanlarda katliama uğramış Sivas-Divriği halkı için son derece hassas bir mevzudur.
Dördüncüsü, ezilen cinsler konusunda yeni ve devrimci bakışlara sahip olmaktır. Kadınların katılımını artırmak, onların ataerkil, feodal ve kapitalist ilişkilerle negatiflenen konumlarına karşı pozitif ayrımcılık uygulamak şarttır. Bu noktada dernekte tanıştığımız ve deprem, bilim, felsefe üzerine bir kaç kelam da ettiğimiz Türkan Solmaz ve Sevim Kılıç’ı anmak isterim. Ayrıca Murat Türkyılmaz ve adlarını anımsadığım kadarıyla Aslan, Cihan ve Mesut gibi yeni dostlarla da tanışmış olduk.
Konuşmamın son kısmında da (beşinci olarak) çevre sorunu ve doğa felsefesi üzerinde durdum. Derneğin bu konudaki etkinliklerini duymuştum. Divriği merkezli yapılan toplantı ve aktivitelerin olduğu daha sonra benimle paylaşıldı. Dernek yayını olan ve toplantı da bana da takdim edilen “Divriği Kültür” dergisindeki kadın, savaş yanında; doğa, toprak, tarım ve ekolojiye ilişkin temaların da ön planda olması son derece anlamlıdır. Yine Divriği Kültür Derneği’nin, birçok yöre derneğine model ve destek olduğunu da, konuşmama atıf yapılırken söylenenlerden öğrenmiş oldum.
Doğaçlama yaptığım konuşmamın bir yerinde “emperyalistler ülkemize 1920’de bir devlet kurdular, bunu söküp atmamız, devrimci demokratik bir düzen kurmamız lazım” gibisinden bir cümle kurduğum için eleştiri ve itirazlar da oldu. Oysa tarihimize güçlü bir projeksiyon tutulduğunda, dikkatli bir bakış atıldığında yalnız Anadolu’da değil Kürdistan ve Ortadoğu’da, emperyalizmin birçok devlet kurduğu anlaşılacaktır.
Yine tarihin ironisine bakın ki Sovyetler Birliği, hem Anadolu’daki faşist devletin kurulmasına sessiz kalmış hem de ilerleyen yıllarda (1948), ikinci bir karakol olarak düşünülen İsrail devletine sessiz kalmıştır. Üstelik sessiz kalmakla da kalmayıp İsrail devletini tanıyan ilk devletlerden birisi de olmuştur. Bazı iddialara göre 1920-23’te kurulan Türk devletini de desteklemiştir. Bu tartışmalar sırasında da Alevi/Kızılbaş kültüründeki demokratik muhtevayı, olgunluğu ve inceliği gördüğümü belirtmeliyim. Zaten Genel Kurul’a giderken yapılan toplantılarda da bu muhteva vardı.
Toplantıda eski yöneticilerin ve üyelerin açıklama ve eleştirileri de oldu. Bunları yanıtlar izledi. Erkekler gibi kadınlar da söz aldı. Anladığım kadarıyla Divriği Kültür Derneği, bu dönem Genel Kurul’a tek listeyle giriyor. En azından bende bıraktığı izlenim bu şekildedir. Aslında ikili üçlü listeler olup yarışlar yapılsaydı daha dinamik olurdu gibi geliyor bana. Ben de konuşmamın sonunda “felsefe, itirazı, eleştiriyi, tartışmayı sever” demekle yetindim. Önümüzdeki buluşmalarda siyaseti, bilimi sanatı, felsefeyi konu eden toplantılar yapmak üzere sözleşerek veda ettik Divriğili dostlara…