Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Ayvalık Şubesi’nin (Balıkesir) çağrısıyla bir araya geldik. Toplantı 4 Şubat 2023 tarihinde derneğin Ayvalık’taki mekanında Din Felsefesi ve Alevi Toplumu başlığıyla yapıldı. Balıkesir’in felsefe tarihi ve ilk filozoflar açısından önemi üzerinde durularak başladığımız toplantıda Vedat Tekten, Mehmet Doğan ve Servet Demir ile birlikte pekçok kişi de söz alarak tartışmaya eşlik etti. Felsefe ve Balıkesir demek, Ege ve İyonya demektir. Su uygarlıkları ve Milet, Efesos gibi kentler demektir. Thales ve Herakleitos demektir. Balıkesir’in Alevi nüfusu bakımından da önemli bir kent olduğunu, kentin üzerine araştırma yapan kişilerden öğrendim. Ne de olsa 15. yüzyılda ortaya çıkan Şeyh Bedreddin ayaklanmasının hinterlandındaki kentlerimizden birisidir Balıkesir.
Toplantıda ülkemizin yakın tarihi açısından iki dinamiğin önemi üzerinde duruldu: Kızılbaş ve Kürt dinamiği. Bunlara kadın dinamiğini ve yeşil hareketini hatta anti kapitalist İslamı da katmak mümkündür. Sorunu bu şekilde saptamak ve ortaya koymak temel çatışmanın emek-sermaye arasında olduğu gerçeğini yadsımak anlamına gelmez. Temel, devrimci toplumsal hareketler ile yeni devrimci, ezilen hareketlerin diyalektiğinden söz ediyorum.
Yeni toplumsal hareketler gibi Kızılbaş ve Kürt hareketi gibi dinamiklerin konjonktürel olarak başat sorun haline gelebildiğini akılda tutmak gerekiyor. Başat sorun ya da Maocu bir jargonla söylenirse “baş çelişki” haline gelen dinamikler, dönemsel olarak temel çelişkinin keskinleşmesinde veyahut da olgunlaşmasında devrimci bir rol de oynayabilirler. Bu yüzden yalnızca temel çelişkiyi görüp her şeyi ondan ibaret saymak gerçekliğe diyalektiğin gözüyle değil, düpedüz tek gözle bakmak anlamına gelir.
Ezilen sınıflarla ezilen topluluklar arasındaki diyalektiği kavramak son derece önemlidir. Ezilen toplulukların, örneğin Alevilerin, sömürüye maruz kalan emekçi sınıflardan daha fazla ezildiklerini saptamak mümkündür. Çünkü Kızılbaş toplumunun büyük bir çoğunluğunun emekçilerden oluştuğunu düşünürsek hem sınıfsal olarak sömürüldüklerini hem de inançsal olarak baskıya maruz kalarak ezildiklerini saptamak zor değildir.
Kızılbaş toplumunun tarihsel süreçte ezilenlere eklemlendiği ve onlarla ittifak içinde, birlik ve dayanışma içinde oldukları da tarihi bir realitedir. Sömürüye ek olarak baskı ve ezilme özelliği açısından Kürtler ve kadınlar da benzer özellikler göstermektedir. Bu yüzden ezilen toplulukların taşıdığı devrimci dinamizmi dikkate almayan hiç bir proletarya hareketi başarıya ulaşamaz.
Aleviliğin kaynaklarını İslam’dan veya herhangi bir başka din veya inançtan başlatmanın gerçekleri yansıtmadığını belirttik. Tarihsel arka planını komünal toplumlara götürürken eşitlikçi bir topluluk olduğuna da bilhassa vurgu yapıldı. Klan ve kandaş toplumlardan “uygar topluma” geçişte bir çok topluluğun bu geçişe direndiğini sosyal tarihten saptamak mümkündür. Yine bir çok dinsel düşüncede, kutsal metinde, felsefi söylemlerde ve filozofların kitaplarında -eski toplumlara ilişkin- eşitlikçi unsurlar tespit etmek olasıdır. Bu eşitlikçi duygu ve düşüncelerin kaynağını eşitlikçi kabile toplumlarında görebiliyoruz. İşte Kızılbaş toplumunun kaynağı da bu eşitlikçi toplumlardır.
Kuşkusuz ki tarihsel süreçte her inanç ve felsefe gibi Aleviler de Sümerlerden Hititlere, Greklerden Türklere ve İslam’a dek pek çok etnik topluluktan, kültürden ve düşünüş tarzından etkilenmiş, onlarla temasta bulunmuştur. Buna rağmen Kızılbaş toplumumun kendinde özgü bir dünya görüşü ve yaşam tarzı olduğu besbellidir. Buna sui generis de diyebiliriz. Camiye gitmez, namaz kılmak, Ramazan’ı tutmaz; cem yapar, deyiş söyler. Can, pir, dede, derviş der; devriyeye inanır, görgü cemi yaparak halk mahkemesi kurar. Haksızlığa, sömürüye, zulme karşı çıkar. Ezilenin (Kerbela kıyımında olduğu gibi) güçlüye karşı zayıfın yanında konumlanır.
Aleviliği klasik bir din gibi ele almak da yanlış olur. Onun, semavi dinlerinde, tek tanrılı dinlerde olduğu gibi Tanrısı, kutsal kitabı veya peygamberi bulunmuyor. Kızılbaşlar için sözlü kültür geleneği vardır. Tanrı ise doğa ve tüm evrende içkindir. Her tür varlık değerlidir Kızılbaşlar için. İnsan ve doğa merkezdir. Kabe de burasıdır. Cennet ve cehennem de bu dünyadadır. Varlık bir bütündür: Vahdeti vücut. Hallaçı Mansur’dan Seyyit Nesimi’ye; Kaygusuz Abdal’dan Pir Sultan’a uzanan çizgide yer alan nice düşün insanı Kızılbaş toplumu için “yol” göstericidir.
Aleviler için “yol” kelimesinin özel bir anlamı vardır. Yol, Alevi toplumunun adeta teorisinin, felsefesinin inanç biçimlerinin sentezini temsil etmektedir. Bu yüzden de Aleviliği yalnızca bir inanç ve ibadet olayı olarak değerlendirmek yanlış olur. İnançsal boyutu olmakla birlikte bir düşünüş ve davranış tarzına atıf yapar. Yanı sıra Alevilik bir kültür, bir felsefe ve kendine özgü bir yaşam tarzıdır. Tüm bu tarzlara ruhunu veren ise komünal toplumdan getirdiği eşitlikçi ve özgürlükçü ruhtur diyebiliriz.
Kendine özgülük felsefi açıdan ele alındığında Aleviliğe içkin felsefelerin de olduğu bir başka nokta olacaktır. Buna göre Aleviliğin doğa felsefesi gibi Aleviliğin ontolojisinden ve epistemolojisinden de söz etmek gerekiyor. Bunu genişleteceğimiz sanırım anlaşılmıştır. Alevilerin eğitim felsefesi, hukuk felsefesi, sanat felsefesi gibi. Bu çalışmalar da Alevi aydın, yazar, araştırmacı ve kanaat önderlerinin çabasını beklemektedir.