Her teorik/felsefi sorun esasen pratik bir sorundur. Yaşam ya da pratiğin, teoriden önce geldiğini söylüyoruz. Konjonktürel olarak teorinin de pratik yaşam üzerinde belirleyiciliğinin oluşu, bu gerçekliği değiştirmez. Bu yüzden dil, bilgi ve bilincin son derece önemli olduğunu ileri sürsek de yaşamın, esasen belirleyen olduğunu savunmak daha güçlü bir tezdir. Yaşam derken de öncelikle üretim süreçleri akla gelir/gelmelidir. Üretim, insanın hayvandan ayrıldığı momenti işaret etmektedir. Dolayısıyla başlığa taşıdığımız yeteneklerin ortaya çıkması, insanın üretmeye başladığı tarihsel uğrağa tekabül eder. Salı akşamı Felsefenin Gözü’nde bu uğrağa odaklanmak istiyoruz. Türkiye saatiyle 21.00’da komün TV ekranlarında olacağız.
Dilin, bilgi ve bilincin temelinde öncelikle maddi üretim süreçleri yer alır. Aynı tez bilim için de geçerlidir. Bu yetenek potansiyel olarak insanda mevcut olmakla birlikte somutluk kazanması ise – insanla birlikte- üretimde bulunmayla mümkün hale gelir. Tarihsel materyalizm, insan derken de temelde toplumu anlar. Bu nedenle dil, bilgi ve bilinç insanın değil toplumun bir ürünüdür. Özellikle de klan, kabile toplumlarından mirastır. Buna göre insan merkezli görüşler gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Temel olan hümanizm değil tarihsel materyalizmdir. Tarihsel materyalizm hümanizmi içerir elbette ama daha önemlisi onu aşar ve yeni bir evreyi temsil eder.
Bilgi de, Bilim de Masum Değil
Bilgi, masum bir ürün değildir. Ürün derken üretim faaliyetinin bir neticesi olduğu kastediliyor. Bu da kapitalizm koşullarında alınıp satılan bir mal durumundadır, daha doğrusu bir metadır bilgi. Özellikle paralı okullar, kurslar, dershaneler düşünüldüğünde bilgi, eğitim ve para arasındaki ilişkiyi görmek zor olmayacaktır. Bilim de böyledir, dil de böyledir. Dil, diğer halklarla, toplumlarla iletişim kurmak için öğrenilen bir şey değildir. Özellikle yabancı dil eğitimi, tamamen ticari ve iktisadi bir piyasa meselesi olarak vardır. Bilgi, bilim, eğitim ve dil piyasasından söz etmek gerekiyor. İnsan, tüm bunlara yabancılaşmıştır çağımızda.
Dil, bilgi, bilim ve eğitime bakış, insani değil toplumsal bir form kazanmıştır. Burjuva-feodal üretim ilişkileri, her geçen gün bunları da kendine benzetmektedir. Dil bilen, eğitimli ve bilgili insan, burjuvazi için çok kar getiren birer vida, aparat ve robot olarak vardır. Kapitalist sistemi yeniden üretme işine yaramaktadır bilgi ve bilim. Hukukçu, mimar, mühendis, fizikçi, biyolog ve doktorun, bilim adamı veya sanatçının, çiftçinin, kasabın, hatta ev kadınının tümü insanlığın değil piyasanın ihtiyacına göre önem kazanır, biçim alır. Dolayısıyla bu sayılan meslek ve faaliyetlerin tümü üretim ilişkilerinin niteliğine göre her çağda değişik bir görünüm ve anlam kazanır. Eşitlikçi toplumlarda bu meslekler ve branşlaşmalar daha sınırlıdır ve insanlık için rol oynarken sınıflı toplumlarda insanın yabancılaşmasının bir nedeni olarak işlev görmektedir.
Dil ve Bilgi Felsefesinin Piyasa İle İlişkisi
Burjuvazi, dil, bilgi, bilim ve eğitimi karını artırmak, çıkarı için ideoloji üretmek ve bunu yaymak için savunurken sınıf bilinçli proletarya tersine dile, bilgiye, bilime ve eğitime sınıf çatışması açısından bakar. İktidar mücadelesinde bunların oynadığı fonksiyonu dikkate alır. Gerek ana akım bilgi felsefesi gerekse ana akım dil felsefesi bilgi ve dil felsefesine sınıf ve pazar açısından baktığını gizler. İnsanın psikolojik süreçleri, kişisel yetenek ve merak açısından yönelir. Daha önceden bırakılan mirasa, yazılan çizilenlere bakar.
Burjuva bilgin ve filozofları sorunu antropolojik bir olgu olarak ele alır. Mülkiyet ilişkilerinden bağımsız zihinsel süreçlerin analizi, felsefesi yapılır. Mesela Aristoteles, bilginin ve öğrenmenin bir merak işi olduğuna inanıyordu. Locke ve diğer empiristler, toplumsal ilişkilerden değil, bunların bir sonucu olan duyu organlarını merkeze koyarlar. Kant, toplumsal ilişkileri paranteze alarak zihni keşfettiğini düşünüyor. Zihinde zaman ve uzam gibi yetilerin olduğunu (doğuştan) varsayıyor. Oysa dil, bilgi, bilim ve eğitim maddi ihtiyaçları gidermek için yani üretim yapmak için geçerlidir. Örneğin bunlar hayvan dünyasında bulunmaz. Çünkü hayvanlar üretim yapmıyor. Besinlerini doğadan hazır olarak alıyor. Üretim olmadığı için dil de -doğal- düzeyde kalır.
Her Çağın Dili ve Bilgisi Farklıdır
Üretim komünal toplumda toplumsal ihtiyaçlara göre yapılırken sınıflı toplumlarda egemen sınıfların çıkarına göre yapılır. İlkel toplumun insanının doğaya bakışıyla, Thales’in, Kristof Kolomb’un, Galileo’nun, Newton ve Einstein’ın bakışı aynı değildir. İnsan-doğa ilişkisine de uygulanabilir. Bir köylünün doğaya, toprağa, havaya suya bakışının bir burjuvanın bakışından değişik olması gibi iki kesim de aynı olguya baktığı halde farklı algılara sahip olurlar. Çoğu zaman toplum, konu ettiğimiz dil, bilgi, bilim ve eğitim gibi fenomenlere olumlu yönden bakarak bunlarda birtakım toplumsal yarar görürler. Oysa bu durum kısmen ve istisnadır.
Kısa ve etkili bir yanıt olarak savaş sanayisinden söz etmek, bilgi ve bilim hakkında bir fikir verebilir. Ordu, polis, devlet, karakol, hapishane türünden kurumlar ile bilgi/bilim arasında önemli bir bağ vardır. Eğitim denildiğinde de ordu ve polis eğitimini anımsamak yeterli olabilir. Yine masum bir kurum gibi görünen okul da (eğitim kurumları) sanayiye nitelikli insan yetiştirmek için vardır. Yoksa insan, eğitim görsün bilinçlensin diye değil. Zira sınıflı uygar toplum bilinçli, aydınlanmış insanı istemez ve sevmez.
Wittgenstein’ın Dille Çizdiği Sınır
Dilin bilinçle olan ilişkisi önemli bir dil ve bilinç felsefesi sorunudur. Bu açıdan Wittgenstein’ın dünyanın sınırlarını bilinçle değil de dil ile ilişkilendirmesi düşündürücüdür: “Dünyamın sınırları dilimin sınırlarıdır”. Dilin bellli bir düzeyde bilinci yansıttığını düşünmemiz mümkündür. Yine de bilincin sınırlarını dilin sınırlarına indirgeyemeyiz. Bilincin, dili öncelediği ve dili kapsayan bir kümeyi temsil ettiği söylenebilir. Dil, bilincin alt kümesi ve somutlaşmış formudur da denilebilir. Dilin bu faklılığını, iletişim sırasında görüyoruz. Bilgi içeriğimiz, ses tonuyla ve miniklerle birlikte dile geldiği için tam olarak bilincimizi ya da bilinçtekini yansıtmayabiliyor. Güzel bir retorikle kötü bir fikrin, karşıdakinde olumlu karşılık bıraktığının görülmesi gibi tersi de olabiliyor. İyi, güzel ve doğru bir düşünceyi kötü bir dil ve üslupla verimsiz kılabilirsiniz. Bu yüzden hem gündelik yaşamda hem de entelektüel arenada kaş yaparken göz çıkardığımız da olabiliyor. Bu durumu açıklamak için halkımız güzel bir deyim bulmuştur: Dilim, başına giydirir kilim.
Marx’ ve Marksizmde Bilinç Sorunu
Dil ile bilinç ilişkisi tartışmalı tezleri getirmektedir. Mesela dilleri bozuk olan kimselerin genellikle bilinçlerinin bozuk olduğunu düşünürüz. Bu da dil ile bilincin örtüştüğünü göstermektedir. Dil, Hegel felsefesinde geist’ın görünüşe çıkmış versiyonu olarak betimlenir. Dil, bilgi ve bilinç tartışmasında bizim için önemli olan ise dil ve bilgi değil bilinçtir. Marx ve Engels de esasen bilgiyi değil bilinç sorununu merkeze koymuşlardır. Onlara göre bilinç sınıfsal bir realiteyi yansıtmaktadır: Toplumsal varlığımızı belirleyen toplumsal bilincimiz değil toplumsal bilincimizi belirleyen toplumsal varlığımızdır. Marx ve Engels için bilinç kendisini çeşitli fikirler biçiminde gösteriyor. Politik, hukuki, siyasi, ahlaki, estetik, bilimsel, felsefi, dinsel vs. Bu fikirler her çağda egemen sınıfların fikirleri olarak vardır.
Ekonomik ve sosyal temeldeki işleyiş kültürel üstyapıya da yansıyor. Dolayısıyla biz toplumu dil, bilgi, bilinç veya eğitim gibi fenomenlerden hareket ederek açıklamıyoruz. Tersine toplumdan ve üretim ilişkilerinden yola çıkarak dil, bilgi, bilinç ve bilimi açıklıyoruz. Her üretim biçimi ve toplumsal formasyon belli bir bilinç formuna karşılık geliyor. Feodal bilinç biçimi, kapitalist bilinç biçimi… Burjuva sınıf bilinci, proletarya sınıf bilinci, küçük burjuva sınıf bilinci… Marx ve Engels zamanında soruna yalnızca burjuvazi ve proletarya cephesinden bakıldığı anlaşılıyor. Lenin (Rus devrimi) ve Mao (Çin devrimi) isimleri ve sonraki yeni toplumsal hareketler daha yeni bilinç biçimleri de ortaya çıkarmıştır. Örneğin yoksul köylülerin sınıf bilinci bunlardandır.
Sınıf Bilinci ve Yeni Toplumsal Hareketler
Tarihsel materyalizme uyarak şu analiz ve açıklama ile konuyu bağlayabiliriz. Temel çelişme burjuva bilinci ve proleterya bilinci arasında olmakla birlikte, soruna ülkemiz coğrafyası açısından bakarsak değişik bilinç biçimlerinin de olduğunu görüyoruz. Yani felsefi-ideolojik sınıf bilinci yanında yeni bilinç biçimleri var. Ezilen ulus bilinci, ezilen inanç bilinci, ezilen cins bilinci ve ekolojik bilinç olarak şimdilik dört bilinç biçimini anmakla yetiniyorum. Bunlar ülkemizde kendisini Kürt, Kızılbaş, kadın ve çevre mücadelesi yürüten topluluklar olarak göstermektedir.