Yılın son günlerini felsefenin içinde geçirmek benim de Mersinli pekçok dostum için de sanırım güzel bir tesadüf ve ayrıcalık oldu. Filozof-yazar Mehmet Akkaya’yı dinleme ve kendisiyle bizzat tanışma olanağına nail oldum…
Akkaya’nın, Mersin’de iki programı olduğunu sosyal medyadan öğrenmiştim. 17 Aralık’ta 68’liler Derneği’nde, 21 Aralık’ta ise Mersin Kültürhane’de olacaktı (2022). Ne yazık ki ilkine katılamadım. Kültürhane’deki sunuma katıldım. Konu başlığı Marksizm, Din ve Hukuk olarak belirlenmişti. Mehmet hocamız Marx ve Engels’in din ve hukuk konusundaki görüşleri de dahil olmak üzere geniş kapsamlı bir sunum yaptı ve bunların ateist, hukukcu, bilimci, laik olmadıklarını, hatta materyalist de değil “tarihsel materyalist” olduklarını söyledi. Sol hareketlerin bunları karıştırdığını söyleyince kendisine eleştiriler de oldu.
Mehmet hocanın, eleştirilere karşı yapıcı tavrı, sunum şekli, diksiyonu ve demokratik anlayışı da dikkat çekiciydi. Çünkü programın yarısında kendisi konuştu diğer yarısını dinleyicilere bıraktı. Salondakilerin pür dikkat dinlemesi önemliydi. Kültürhane emekçileri de sunuma ilgi gösterdi. Gördüğüm kadarıyla sorular soruldu, sonradan yayınlanmak için kayıtlar alındı.
Cafer Demirtaş, Hasan Gülbahar ve daha pek çok insanın katıldığı programda yeni dostlar da tanıdım. Bunlardan birisi de Mersin Üniversitesi bölüm başkanı olduğunu öğrendiğim felsefe profesörü Zehragül Aşkın oldu. Samimi ve candan biriydi. Şimdi detayını unuttuğum bir açıklama yaptı ve Mehmet hocamı eleştiren bir tutumu vardı. Konu Akkaya’nın, elinde tuttuğu su bardağının içerdiği emek-değerin ne olduğuna dek genişledi.
Sunum genişti. Çünkü Akkaya sunumunda, bilim, politika, felsefe, sanat, hukuk, din ve ahlak konusunu ele aldı. Bunların hepsinin bütünlüklü olduğunu ısrarla dile getirirken emek sermaye çelişkisi ile birlikte ailenin ve tüm bu saydıklarının da sönümleneceğinin altını çizdi. Bunun da ancak kapitalizmin son bulmasıyla olabileceğini belirtti. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı kitabın önsözüne değinildi ve bu önsözde tarihsel materyalizmin çerçevesinin çizildiği söylendi. Çünkü Marx bu yazısında altyapı ve üstyapı ayrımı yapıyor. Bu yüzden Mehmet hocamızın felsefeden ahlaka kadar tüm üstyapı kurumlarını ekonomik temele bağlı olarak açıklaması anlaşılır oldu. Buna göre ekonomiye ve üretime bağlı olan sanat, bilim, din, hukuk, siyaset vs. hepsi değişir. Akkaya, bunlar ekonomiye, mülkiyet ilişkilerinde “bağımlı değişkenler”dir dedi.
Akkaya, uygarlığın sönümleneceğine işaret etti sıklıkla. Burada bütün bunlar sönümlenirken şeylerin aslında kendiliğinden doğallığında insanın hür iradesiyle yaşanabileceğini vurguladı. Sanat yapılmaz yaşanır, siyaset yapılmaz yaşanır demesi de ilginç geldi insanlara. Bu noktada da sorular ve eleştiriler oldu kendisine. Mehmet hocamız da Marx ve Engels’i kaynak göstererek toplumsal ve ekonomik eşitliğin altyapıya egemen olmasıyla devlet, aile, din, hukuk, sınıf ve bir bütün olarak mülkiyet dünyasının son bulacağının yeniden altını çizdi. Yani şu anda yapılan toplantıya bile gerek kalmayacağını söyleyerek ileri sürdüğü argümanı daha da güçlendirdi.
Marx’tan Engels’e komünist manifesto’ya kadar bir çok konuyu irdelerken, Marx’ın, kendisini sürekli olarak yenilerken aslında ardı ardına kopuşlarının olduğunu ve bu kopuşların öncelikle hukuk, şiir, felsefe ve bilim alanlarının olduğuna dikkat çekti. Marx’ın bu alanlarda teker teker sayfaları kapatırken politikada kendisini bulup Kapital’i çıkarmasına sebep olduğunu hatırlattı…
Bu bağlamda da değişik bir yol izledi Mehmet hocam. Marx’ın çocukluktan beri izlediği entelektüel bekraundunu sundu. Ateşi Çalmak romanını okumuş olduğum için bir çok bilgiyi yeniden anımsadım toplantı sırasında. Marx Bonn Üniversitesi’ne hukuk okumaya gidiyor ama sonra bir bakıma hukuku bırakıp Berlin’de kendini felsefe yaparken buluyor. Sonra siyasete giriyor, Engels ile birlikte Komünist Manifesto’yu yazıyor. Akkaya’nın dediğine bakılırsa son durak iktisat oluyor. Onun temel kitabı Kapital’dir denildi.
Kültürhane’deki toplantı düşünülenden uzun sürdü. Konuşmaların, soruların, tartışmaların ardı arkası kesilmedi. Akkaya, “geç oldu, kurum emekçilerini de düşünmeliyiz” diyerek toplantıyı bitirdi. Program bitti ama benim için Akkaya ile felsefe yapmak bitmedi. Toplamda iki gün daha sürdü. Mehmet hoca ile bir gün sonra görüşmek üzere söz aldıktan sonra veda edip salondan ayrıldık. Benim için iki kişiyi birlikte düşünmek huy oldu son yıllarda. Mehmet Akkaya deyince Muzaffer Oruçoğlu aklıma geliyor, Oruçoğlu deyince Akkaya akla gelir oldu. Mehmet hocanın yazdığı Epistemolojik Kopuş adlı kitabı duyanlar vardır. Oruçoğlu üzerine yazılmış detaylı, kapsamlı, sorgulayıcı bir kitap.
Bir gün sonraki buluşmada biraz kendi kişisel serüvenimizden biraz sanat, edebiyat ve felsefeden biraz da aktüel politikadan söz ettik. Söz Oruçoğlu’na ve Epistemolojik Kopuş’taki konulara geldi. Mehmet hoca ile sıcak ve dostane bir diyalog oldu. Mersin sahilinin bitişiğinde bir yarı açık kafeteryada buluşmuştuk. Kushimoto sokağındaydık. Sokak başında hocanın fotoğrafını da çekmek geldi içimden. Oruçoğlu’na yapılan (kadın düşmanı) saldırıları konu ederken Mehmet hocanın, bunların feodalizmden kaynaklandığını ileri sürmesi dikkatimi çekti. Akkaya’ya göre İbrahim’in Kemalizme yaptığı eleştiriyi Oruçoğlu da egemen ahlaki değer ve tabulara karşı yapıyor.
Oruçoğlu, Mehmet hocama benden de söz etmiş. “Mersin’e uğrarsan Derya ile tanış” demiş. Akkaya da “ben kadın dostları arayan (rahatsız eden) biri değilim” deyince de “merak etme Derya seni bulur” demiş. Öyle de oldu. Burada da Oruçoğlu’nun sanat ve edebiyattaki özgünlüğü aklımıza geldi, gülüştük. Tohum’u, Grizu’yu konuştuk peşinden. Mehmet hocam, Oruçoğlu’nu Hollandalı ressam Bruegel, Picasso, Zola ve Gorki ile karşılaştırdı. Ayrıca Oruçoğlu’nun aydınlanmacı yanını, Nietzsche gibi burjuva-idealist filozoflara yakınlığını da eleştirdi.
Akkaya, daha önce de Mersin’de konferanslara ve panellere katılmıştı. Onunla erken tanışsam ve bu etkinliklere de katılsam benim için büyük zenginlik olurdu. Onu izleyerek ve geçirdiğim iki gün içinde bile felsefeye epeyce temas ettiğimi söyleyebilirim. En sıradan konu bile felsefi açıklamalarla sürüyor. Onu tanıyanlardan da benzer açıklamalar duydum. Felsefeyi sevdiriyor, ana akım felsefe ve toplumcu felsefe gibi ayrımlar yapıyor. Akkaya’yı okuyan ve izleyen bir kesim oluşmuş. Bunu Mersin’de de fark ettim.
Mehmet hoca ile keyifli verimli güzel ve uzun iki gün geçirdim… İki günde felsefede boyut atladım desem yanlış olmaz. Teşekkürler Mehmet Akkaya… Var olun…